“TÜRBEÖNÜ”NDE GEZİYORUM; HEM HAYALDE, HEM DÜŞTE
-“Fi Tarihi”nde, Zaman Tüneli’nde…
-Çelebiler’in, Dedeler’in, Dervişanın; zadeler’in, kişizadelerin; ağaların, ağazade’lerin, ağavarilerin’in semti “TÜRBEÖNÜ”ndeyiz. Ben deyim yetmiş yıl, sen de seksen yıl önce.
“GAÇ HAY LEN GİDİMAN SEN DE…”
-1940’larda, 1950’lerde yaşasaydınız; Meram’a bağınız, İhtisabın altında dükkanınız, Türbeönü’nde eviniz yoksa siz hikayeydiniz.
-“O ZAMANLAR”da olsaydınız; “Bir gün gelecek benim on katlı apartmanın otuzuncu dairesi benim olacak” deseydiniz; “-Gaç hay len gidiman sen de… Çatısı senin değil, tabanı senin değil, dört duvarı da ortak, öyle ev olur mu?” derlerdi.
Oldu işte. Silifke oyun havası gibi; “Aslı yok yaylasında binbeşyüz koyunum var benim/Herkes kesesinden yesin içsin saltanatım var benim”.
Gelin, bu gün Konya’nın o izzetli, saadetli, hökelekli yıllarına gidelim; Türbeönü’nü mekân eyleyelim. Allah’ın günü darıdan çok; başka bir gün de “Essabın altı”nı adımlarız; Meram’da “gedavet”e bağrımızı açarız.
“TÜRBE HAMAMI”NDAYIZ, ALLAH’IN İZNİYLE
Unutmayın. Şimdi yıl 2013 değil, 1932; yine aylardan temmuz.
Âşık Mehmet Yakıcı ile Türbe Hamamı’nda mis gibi yunduk, şimdi hamamın soğukluğundayız, kendimize gelmeye çalışıyoruz.
Şiirini söylüyor Âşık; öyle mutlu ki izzet-i ikramdan.
Buyurun, seksen yıl önceki Türbe Hamamı’nda Âşık Mehmet Yakıcı’nın dizinin dibine… O, söylesin siz dinleyin. Not edip saklayabilirsiniz de…
TÜRBE HAMAMI
Dokuz yüz otuz iki Temmuz birde,
Nazar et hamamın içine gir de,
Türbe Hamamı gibi hamam nerde,
Yıkanan şifayı bulur efendim.
Cuma gün tesadüf bir nazar ettim,
Yıkanıp Cuma’ya koydum da gittim,
Hürmetli hamamcı, çok dua ettim,
Bir gelen bir daha gelir efendim.
Yıkanmış taşları, her yanı şırlar,
Bursa’dan gelmiştir ikili torlar,
Camekân dolaplar, masalar parlar,
Müşteriye hürmet olur efendim.
Türbe Hamamı’nı gece de açar,
Yıkanıp çıkana lavanta saçar,
Başka hamamlardan müşteri kapar,
Onlar da buraya gelir efendim.
Girince hamama atar tasayı,
Ustası muntazam sürer keseyi,
Gelsin müşteriler, doldur kasayı,
Hamamın kadimi olsun efendim.
Hamamı muntazam, bir güzel bina,
Yaşasın Celal’i doğuran ana,
Âşık Mehmet eder medhinen sena,
Hamam mübarek olsun efendim.
“TÜRBE HAMAMI” MEVLANA’NIN YUNDUĞU HAMAM
“Türbe Hamamı” Selçuklular’ın yaptırdığı bir hamam… Alaeddin Keykubad’ın “Türbe”nin yerindeki gül bahçesini Mevlana’nın babası Bahaddin Veled’e bağışlamasından sonra semtin gizdeliği başlar. “Çifte Hamam”dır, Türbe Hamamı, kadınlar kısmı ayrıdır, erkekler kısmı ayrıdır. Keçecilerin keçe teptiği, keçe pişirdiği bir üçüncü bölümü dahi vardır. Ve Anadolu’da böyle bir keçe hamamı da yoktur.
Ünlü araştırmaca bilgin Şahabettin Uzluk bir yazısında şunları yazar: “Mevlana mezkur hamama pek çak defa giderdi. Hatta traş olacağı zaman beraberinde raya celbettirirdi. Bir defasında Hüsameddin Çelebi ile beraberdi. Mevlana kendisine bakmış, pek zayıf olduğunu Hüsameddin Çelebi’ye şikâyet etmişti.
Selçuklular’ın, Karamanoğulları’nın, Osmanlılar’ın, Cumhuriyet döneminin gizde hamamı 1955 yılına kadar Prof. Dr. Yılmaz Önge’nin deyişiyle “sağlamca” yaşar. Ama, ne olduysa olur, “meydan açma” uğruna bir gecede gizlice yıkılır.
Yusuf Ağa Kütüphanesi, Muvakkıthane, Türbeönü Hamamı birbirlerine yaslanan, Türbeönü’nü Türbeönü yapan bir yapılar topluluğu. Türbe Hamamı ile “Muvakkıthane”nin yerinde şimdi yeller eser. Onbinlerce Selçuklu, Karamanoğlu, Osmanlı, Cumhuriyet Türkünün “su dökündüğü” Türbeönü toprağını dört metre kazsak, toprak, neler neler fısıldar. Biz, “asri şehir” olmak için neleri duman etmedik ki…
Al sana, “Türbe kahvesiz, tarihi bedestensiz, muvakkıthanesiz, Türbe Hamamsız kupkuru renksiz, kokusuz, tatsız, tuzsuz bir “Meydan”.
“YENİ ZAMANLAR”DA TÜRBEÖNÜ
“Türbeönü” ve delta… Konya’nın “ESKİ ŞAHDAMAR’I İSTANBUL CADDESİ”; Aziziye’den gelen Eski Müze Caddesi, Kadınlar Pazarı’ndan gelen Selimiye Caddesi; tekmil Sedirler. Kumköprüler, Tahtatepen’ler Topraklık’lar. Dolav’ın cümle sokakları Türbeönü’ne akar; düğümlenir, bulanır, durulur, çözülür; gerisingeriye akar gün boyu, yüzyıllar boyu.
Elli yaşından büyük herkes için Türbeönü büyük ve güzel anlamlar taşır. Hatıralarda yaşar.
Şair, sevgili kardeşim Mehmet Tahir Sakman, azından Türbeönü’nün kırk yılını birinci dereceden görgü tanığıdır.
Mehmet Tahir Sakman kadar “Türbeönü” üstüne şiir yazmış kimse yok, edebiyatımızda.
Topluca ilk kez vereceğimiz “Mehmet Tahir Sakman’ın Türbeönü Şiirleri” ile buyurun Türbeönü’nü düşlemeye, ayaklamaya…
TÜRBE CADDESİ ŞİİRLERİ-I
Bir başkadır zaman
Türbe Caddesi’nde…
Sabahı sabah, öğleni öğlen, akşamı akşam…
Selimiye’de uyandırılır gün,
Eller kalkar semaya…
Bir yeşil tennure iner,
Feyz, hazreti Pir’den…
Sonra kepenkler kalkar
Birer ikişer… ‘Hayırlı işler.’
Pideler, börekler gelir sıcak sıcak
Duble çaylar söylenir:
‘Yavaş y ilen, ağzın yanacak.’
Avurtların gölgesi Alâeddin’den görünür!
Mevzular güne göre
Pazartesi, Salı Konyaspor…
Çarşamba, Perşembe, pahalılık, işsizlik…
Cuma, cumartesi işler hep turistik…
Pazarları tatil yok,
Hep nöbetçi.
Saatiniz mi bozuk,
İşte saatçi.
Öğlen üzeri bir koku sarar caddeyi,
Dumanlar yayılır ‘Kılcı Nuri’den…
‘Usta, kuşbaşılar pişkin olsun!’
Bizim caddede başyemek
İllaki etli ekmek…
Akşama doğru kapı önleri sulanır
Geyik muhabbeti başlar
Kafalar bulanır… Simitçiler pusuda:
‘Akşam işi, akşam işi.’
Kuşçu Kahvesi’nden duyulur
Bir sarhoşun narası,
Ettar Recep’ten çıkar
Şöbiyetin parası…
Kimi konuşmaktan,
Kimi çalışmaktan yorulur:
Vakit tamamdır,
Yeni hükümet kurulur.
Dedim ya,
Bir başkadır yaşam
Türbe Caddesi’nde…
Sabahı sabah, öğleni öğlen, akşamı akşam.
TÜRBE CADDESİ ŞİİRLERİ-V
YÜZÜKÇÜLER
İlk ışıkla düşerler.
Türbe Caddesi’ne
Güneş gibi sevecen,
Gün gibi umutlu.
Erkeği, kadını, cümbür cemaat
Tasasız, kaygılı, mutlu…
Bir besmele duyulur gizliden
Arabaları açılır,
Yüzükler, küpeler saçılır…
Bir sıkma sıkılır gurbete inat.
Bir kahkaha düşer caddeye,
Umurunda mı hayat?
Bir müşteri görünmesin uzaktan
Hizaya geçer yüzükçüler.
Almadan geçemez er oğlu er!
“Hanım, toruna küpe, geline künye
Kıza yüzük, belki bilezik!..”
Önde siz gidersiniz
Arkanızda yüzükçüler.
Önünüze geçer dizilirler
Cıncıklar, boncuklar.
Altın(!) yüzük, gümüş(!) küpe
Sanki seyyar sarrafiye…
Oradan oraya koşar dururlar
Bir ekmek parçası helalinden…
Yürekleri kıpır kıpır,
Özleri temiz, sözleri temiz,
Dertsiz kedersiz,
Bunlar temiz insanlar, temiz…
Gün çekilirken Takkeli’ye,
Kan kırmızı bir araba
Gelir yanaşır.
Akşam oldu mu yollar
Artık Ilgın’a ulaşır…
Bir ses kalır
Türbe Caddesi’ne yadigar:
“Küpeler var, yüzükler var, künyeler var…”