“Çocuklarımızı en önemli hazinemiz olan anadilimizden habersiz ve uzakta yetiştirdiğimizi yazmıştım. Bu tespit ne yazık ki, sadece anadilimiz olan Türkçe ile sınırlı değil. Bu acı gerçek, Türk kimliğimize damgasını vuran diğer öğeler için de geçerli. Türkçe ile bire bir bağlantılı olan Türk edebiyatı, Türk sanatı ve Türk kültür hazinesinin diğer eşsiz değerleri için de geçerli. Daha da önemlisi, nereden gelip nereye gittiğimizi gösteren Türk tarihi için de geçerli. Etrafımıza bir bakalım ve şu sorulara yüreklice cevaplar arayalım: Almanya’da yetiştirdiğimiz çocuklarımızın kaçta kaçı Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Mevlana’nın, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun hayatıyla ilgili yeterli bilgi sahibidir? Kaçta kaçının belleğinde ezbere okuyabilecekleri bir şiir veya deyiş vardır? Bu büyük ozanları okumadan, sevmeden, özümsemeden Türkçe nasıl öğrenilir, nasıl sevilir? Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş çağdaş Türk şairlerinin hangisinden haberdar çocuklarımız? Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı duymuşlar mıdır?
Veya şiirleri bütün dillere çevrilmiş olan Nazım Hikmet’i, ‘Yaş otuz beş’ şiirini ölümsüzleştiren Cahit Sıtkı Tarancı’yı, Necip Fazıl Kısakürek’i? Garip’lerin babası Orhan Veli Kanık’ı?
Ve daha tadına doyulamayan yüzlerce, binlerce şairler, yazarlar, ressamlar...
Ya Türk tarihi? Bırakalım uzak Osmanlı tarihini, ya da uygarlıklar beşiği olan Anadolu tarihini. Yakın tarihimize damgasını vurmuş olayların tarih bilinciyle donatabiliyor muyuz çocuklarımızı? Mustafa Kemal Atatürk’ten kalan mirası onlara aktarabiliyor muyuz? Ortaçağ karanlığı ve bağnazlığı içinde çağdaş bir vatan ve ulus yaratmanın sorumluluğunu verebiliyor muyuz onlara? 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül tarihleri çocuklarımıza acaba neleri hatırlatır?
Bu gibi soruları çoğaltabiliriz. Ancak eminim, bu sorulara alacağımız yanıtlar hepimizi üzecektir, derin derin düşüncelere salacaktır. Bizleri çareler bulmaya, kalıcı çözümler üretmeye zorlayacaktır.
Kalıcı çözüm ne olabilir? Kalıcı çözüm kalıcı kurumlar yaratmakla bulunur. Bilimsel titizlik ve profesyonel mantıkla yürütülen kurumlarla ancak kalıcı çözümler bulunur. Böyle yürütülen bir kalıcı kurumun adı ‘Türk Kültür Enstitüsü’ olmalıdır. İspanyollar (Instituto Cervantes), İtalyanlar (Istituto Italiano di Cultura), Amerikalılar (Amerika Haus), İngilizler (British Council), Fransızlar (Institut Français) ‘kültür enstitülerini yıllar önce kurmuşlar.” diye yazan Münih Yabancılar Meclisi Başkanı Cumali Naz sadece Almanya’daki sorunu mu dile getiriyor sizce? Türk eğitim sisteminde çocuk ve gencin kimlik oluşumunda estetik ve kültürel değerlerimiz ne kadar kullanılıyor? Kaç öğrenci Mimar Sinan eserlerini ilkokulda gezdi? Fatih’in teknik bilgisi ve komutanlığı kadar şairliği ne kadar öğretildi bize? Divanı var desek liseliler ne anlar dersiniz? İlkokula kadar inen uyuşturucu trafiğinin anlamı sadece “satış” mı? Yoksa kimliği yapılandırılamamış çocuklarımızın yabancı özentiliğiyle birleşen arayışı mı? Kendi ülkesini, kültürünü bilmeyen zihinsel boşluklarını yapay seslerle, ürkütücü sanal alem oyunlarıyla dolduran çocuklarımızdan kim sorumlu? Çocuklarımızı iyi mi yetiştiriyoruz? Yoksa gelecek, gelecek diye para ile sınırlı anlayışın sonucu mu bunlar? Modanın dışında dilin imkanlarından yararlanmak kültürel ruhumuzun zenginliğidir. Ruh yoksa o boşluk uyuşturucu, sigara, şiddetle dolacaktır. 1934’te Tanpınar “hemen bir sanat müzesi kurulmalı” diye yazıyor. Bildiğiniz gibi bu dilek 2000’li yıllarda hayata geçebildi ancak.
Kim olduğunuzu bilmezseniz geriye “din gider taassup kalır; ahlak gider riya kalır; neşe gider hüzün kalır” diyor Tanpınar bize. Karamsar bir milletle gelecek inşa edilemez.
“Kalır mı sonraya bir şeyler bizden
Farkımız yok mukar üstünde izden,
Düşün bunu bir gün güneşte ısın
Bu hayat aşkınla neden yalnızsın!”*
*Yunus Kazım Köni