Türk mahkemelerindeki patron düşmanlığı nereden geliyor!

Adem Alemdar

Dünyadaki örneklerini incelediğimizde işçi hakları hususunda eşsiz bir ülkeyiz. Her ağzımızı açtığımızda gelişmiş Batı deriz, ama mesele işçi haklarına geldiğinde Avrupa'nın çok fevkinde işçinin hakkını(!) vermişiz. Avrupa'nın pek çok ülkesinde kıdem tazminatı ya hiç yok ya da çok ağır şartlarda ve oldukça düşük miktarda iken... ABD'de özel sektörde kıdem tazminatı diye bir şeyin zerresi yokken, dünyanın çok ülkesinde sosyal güvenlikle alakalı bir kurum bile yokken Türkiye acaba hangi ülkenin bu husustaki kanun maddesini tercüme ettirdi merak ediyorum doğrusu...

         3-5 sene öncesine kadar yaz tatili için memleketine gelen gurbetçi işçilerimizin başına bir kaza gelse, çalıştığı Avrupa ülkesinden özel bir uçak gelir onu götürürdü de "vay beee" derdik... Öğrendik ki o uçak işçimizin maaşından ayrıca yatırdığı özel sigorta şirketinden geliyormuş. Yani Avrupa devletlerinin hiç birisinde ücretsiz sağlık hizmeti yokmuş. Oysa bizde öyle mi! Dağın başında bir çobanın ayağı kırılsa 112 helikopter gelir gerekirse en ileri hastaneye götürür de beş kuruş ödemez çobanımız.

         Türkiye'de bir işçi patronunu şikayet ettiyse, iki uyduruk şahitle bile istediği davayı kazanabilir. Patronun, ya da kanundaki adıyla işverenin haklı olma hakkı yok! Haklı bile olsa, haksızdır, işçinin hakkını bir kez daha vermelidir, yine vermelidir, yeniden vermelidir, sürekli vermelidir... Çünkü işveren zengindir, evi vardır, lüks arabası vardır, çocuğunu özel okula gönderir, özel hastaneye gider, tatil yapar. İşçi ise bunları alamadığı veya yapamadığı için haklıdır! Mantık bu olunca diyecek bir şey kalmıyor!

         Yurtdışı seyahatlerimin birinde tanıştığım Ahmet amcaya ne iş yaptığını sordum, anahtarcılık yaptığını söyledi. Şaşırıp hep mi bu işi yaptın dedim, yok dedi. 20 yıla yakın bir aile şirketinde nakliye işinde çalışmış. Şirketin işleri bozulunca buna yol vermişler, bu da anahtar işine girmiş. Peki o kadar yıl hizmet ettiğin şirketten tazminat aldın mı dedim, "ne tazminatı" diyerek şaşkınlığını ifade etti. Beş kuruş almamış, firma zaten zor durumdaydı, Alman devleti o şartlarda şirketi tutar dedi. Bizde bunun tam tersi olur. Bizim devlet bir işçinin gönlünü yapmak için işvereni batırır, bir sürü de kişi işsiz kalır. Sonra da ha bire istihdam kanunu çıkarır durur...

         2005 yılıydı, bir çalışanımız, bize yüklüce bir borcu da varken, daha doğrusu tahsil etmesi gereken paraları tahsil etmeden (muvazaalı olduğu anlaşıldığından sonradan da tahsil edilemedi bu alacaklar. İşçimiz bizi dolandırdı yani) işten ayrıldı ve 10 aydır maaş almadan çalıştığını belirterek maaşının ödenmesi kastıyla dava açtı. Mahkemeye bizzat katıldım ve hakime dedim ki "Siz maaş almadan 10 ay bir yerde çalışır mısınız veya çalışabilir misiniz?" Sessizlik... "Bir de bu eski çalışanımız acaba bu kadar zaman ne yemiş, ne içmiş, kirasını nasıl ödemiş, nasıl tahammül etmiş bu kadar uzun zaman maaş almadan çalışmaya lütfen sorar mısınız?" dedim... Yine "vermeyecek olsam maaşını değil, sigortasını yatırmam. Sigortasını gününde yatırmışım, maaşını niye vermeyeyim" de dedim...

Hakim bey bana maaşı yatırdığına dair banka dekontun var mı dedi. Yok dedim, henüz şimdiki sistem olmadığından maaşların elden verildiğini söylesek de kâr etmedi. Gözümüzün içine baka baka belgemiz yok diye aleyhimize karar verdi. Sıra maaşın miktarına geldi, elimizdeki sözleşmede asgari ücret yazıyor olmasına karşın hakim elemana sordu maaşın kaç paraydı diye. Söz aldım ve dedim ki, Hakim bey biraz evvel belgen yoksa sus diyordun. Şimdi belgem var, bu sefer de inanmıyorsun. Asgari gösteriyormuşuz da aslında fazlasını elden veriyormuşuz. Olabilir, bu sizi niye ilgilendiriyor, hani siz kanunlar çerçevesinde ve belgeye göre karar verirdiniz şimdi niye belge önemsiz bir kağıt oluverdi, kanun nereye gitti. Cevap yok!

         Bu bizim dava "belge" yüzünden kaybedildi, peki şuna ne dersiniz...

Bir döküm atölyesine iş için başvuruyor tanıdığım biri. Patron, "tamam gel başla" diyor. Elemanımız iş bulduğunu arkadaşına anlatınca arkadaşı beni de götür, alırsa ikimiz birlikte çalışalım diyor. İki kişi fabrikaya varıp patrona ikimizi de alır mısınız diyorlar. Patron da, ekonomik kriz içerisindeyiz, iki kişiye iş veremem, ancak siz kabul ederseniz bir süre sigortanızı yatırmam ve o şartla ikinizi birlikte alabilirim diyor. Elemanlar derhal kabul ediyorlar ve başlıyorlar çalışmaya...

Bir zaman sonra patron işleri düzeltip iki elemanın da sigortalarını başlatıyor ve uzun yıllar burada çalışılıyor. 5-6 sene sonra bizim tanıdık, kendi işini kurmak için işten ayrılıyor, diğeri de çok geçmeden başka bir yere geçiyor. O ikinci olarak patrona rica ile işe aldırılan kişi yıllar sonra falanca işyerinde şu kadar çalıştım, lakin sigortamı yatırmamış diye mahkemeye başvuruyor. Tabi doğal olarak işçi olduğu için kazanıyor. Bizim tanıdığa sordum sen düşündün mü hiç mahkemeye vermeyi, bak elinden tutup götürdüğün ve kendi sigortanı bu çocuk da ekmek yesin diye feda ettiğin kişi böyle yapmış diye. Ben şerefsiz miyim, adam bize durumu anlattı, biz de kabul ettik, söz verdik. O arkadaşın yaptığı şerefsizliktir dedi.

Kanuna göre işveren suçlu. Peki, "abi iş ver açım" diye yalvaran, "sigortamı da yatırma, maaşımı da az ver razıyım" diyen alçak haklı mı? Fazladan işçiye gerek olmadığı halde kış günü açta açıkta kalmasın diye garibanın elinden tutmak hangi vicdanın kabul edeceği bir suçtur!

Adalet ve hakkaniyet esas olmalı her işimizde. Hayatın doğal akışına uygun olmalı verdiğimiz kararlar. Hakimler mahkeme salonlarında yarı tanrı gibi kanunları uygularken kendilerini karşısındaki iki tarafın da yerine koyabilmeli. Yazılı olmasa bile verilen sözleri de dikkate alabilmeli. Göz var izan var demiş atalarımız, bir de "hakikat görene, köre ne" demişler...

Tanıdığım bir hakime bu ve benzeri bazı hakim kararlarını sordum, gülerek "kanun ne derse onu yapıyoruz" dedi. Ben de sizin hiç mi inisiyatifiniz yok, yorum yapamaz mısınız dedim "yapamayız" dedi. E öyleyse hakime ne gerek var, herkes belgelerini koyar ortaya belgesi olmayan kaybeder. Robotlarla da yürütürüz biz mahkemeyi dedim. Yorum yapamayız dedi, ama patronunu şikayet eden işçilerin davalarında yorumun kralını yapmaktan geri kalmadıklarını cümle alem biliyor...

         Allah'ın kanunları, kulların hakları önemli değil de bilmem hangi ülkeden tercüme edilerek getirilen ve sonra defalarca kez sağı solu değiştirilip yürürlükteki hale getirilen kanunlar önemliyse, hangi adaletten bahsedeceğiz! Adalet dediğimiz şey adalet terazisinde tartılarak ölçülür, kararlar hakkaniyetle verilir olmalı oysa. Felsefi açıdan bakarsak kanunlar sadece mazlumları daha fazla ezmek için uydurulmuş ucubelerdir. Mazlum dediğimde işçiyi zalim dediğimde işvereni anlamamızı sağlayan algımızın da insani ayarlarımızın da Allah'sızlar tarafından kasten bozulduğunu söylemeliyim. Çünkü zulüm kimden gelirse zalim odur.

Devletimizin de milletimizin de bekası adaletli bir sistemle mümkündür. Devletin her kademesinde; vergi alırken de, ceza keserken de, hak arayana hakkı verilirken de hakikat aranmalı, adalet terazisi ölçümüz olmalıdır. Yazının başlığındaki Türk mahkemeleri vurgusu dikkati çekmek için kullanılmıştır. Hiç bir şey toptan iyi veya toptan kötü değildir, vesselam...

***

Yıl sonu para geri dönmesin harca gitsin!

Resmi kurum ve kuruluşlara devlet her yıl tahmini bir bütçe ayırır. Özel bir faaliyet yoksa, inşaat veya tamirat gibi yüklü para giden projeler de üretilmemişse veya gerek görülmemişse sene sonu yaklaşırken bu devlet kurumlarımızda bir telaş başlar. Tahmini bütçede öngörülen ama harcanmayan paranın çarçur edilmesi gerekir! Çevre düzenlemesi, boya kına artık aklınıza ne gelirse o para Ankara'ya geri gönderilmez, oraya buraya sıvanır bitirilir. Sebebini sorsanız, 'geri giderse seneye daha az gelir bunlara bu kadarı yetiyormuş' diye derler. E iyi ya, bu kadarı yetiyorsa bu kadarıyla iktifa edin, olmazzz! İlla fazla gelmeli ve sene sonunda itina ile çarçur edilmeli!

Her yıl bu vakitler makam odaları, makam araçları, halılar, kilimler, mobilya takımları, hatta tuvalet mermerleri işte bu yüzden değiştirilir...

Bir de devletin yani milletin parasını olmadık yerlere sıvayan abilerimiz kalkıp ikindi namazı kılar ya az sonra işte o zaman sigortam atıyor. Ülen arkadaş kendine tamam da bir de bize Müslüman ol. Lüzumsuzsa o paraya el sürme ve geri yolla. Namazını da kıl, ancak kul hakkını namaz temizlemez bilesin!

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.