İslam Dünyası, yaklaşık 2 milyara yakın genç bir nüfusa sahip.
Bu coğrafyada 10’dan fazla dil kullanılıyor. 25 farklı ırk/millet yaşıyor.
Petrol, madenler, uranyum, altın, tarım ürünleri, gaz, orman ürünleri bakımından zengin. Fakat kendi siyasi, ekonomik ve kültürel geleceği bakımından hiçbir özgül ağırlığı yok.
İslam Dünyasını çekip toparlayacak güçlü bir liderlikten mahrumiyet var. Asıl mesele bu.
Batı ülkeleri 19.yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’yı yerli işbirlikçilerle birlikte tarih sahnesinden bertaraf ettiler. Osmanlı, İslam coğrafyalarında sömürgeci güçler önünde bir bariyer, bir duvar işlevi görüyordu. Duvarlar yıkıldıktan sonra, aç kurtlar gibi İslam coğrafyaları üzerinde siyasi ve ekonomik sultalarını işletmeye başladılar, bu sömürgeciler.
Osmanlı hinterlandında hammadde kaynaklarını daha rahat sömürebilmek için cetvelle sınırlar çizdiler ve Müslüman halkları birbirine düşürmek istediler. Üç kadim problem hep gündemde oldu: Cehalet, Yoksulluk ve Derin İhtilaflar. Bu üç problem Müslüman halkları bilgi, bilinçten mahrum ettiği gibi omurgasız hale getirdi. Artık sömürgecilerin Müslüman bünyede istedikleri şekilde operasyon yapmalarını kolaylaştırdı.
Batı’nın kalkınmasının arka planında sömürge politikaları yatmaktadır. Sömürgeleştirdikleri ülkelerden çıkardıkları servetleri kendi ülkelerine taşımışlardır. O ülke vatandaşlarını ucuz iş gücü olarak kullanan bu ülkeler, aynı ülkeleri pazar haline de getirmişlerdir. Bir taşla iki kuş vurma politikasını işletmişlerdir. Bugün için de bu sömürge politikaları bitmiş değil.
Batı, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı niçin sevmiyor? Onların sömürü tekerlerine çomak soktuğu, Müslüman halkları dünya 5’den büyük demek suretiyle uyandırdığı için. Mazlum Afrika ülkelerine gidip, biz sizi sömürmeye gelmedik, kazan kazan politikası uygulamaya geldik, dediği için. İşte güçlü Türkiye olduğu zaman mazlum ve mağdur konuma düşürülmüş bu ülkeler, Türkiye’nin himayesiyle kendi ayakları üzerinde durmayı öğreneceklerdir. Kendi kaderlerine kendileri hükmedeceklerdir. Bu, Batıya topraklarımızdan defol demek anlamına gelmektedir.
Sömürgeci ülkeler, sadece İslam halklarının yeraltı yerüstü hammadde kaynaklarını sömürmekle kalmıyorlar, onların direniş iradelerini de eğitim, siyaset, sosyal hayat ve kültürlerine müdahale etmek suretiyle felç ediyorlar. Bu zihinlerin sömürgeleştirilmesi manasına gelir. En tehlikelisi de budur. Artık mankurtlaştırılan zihinler, av olmaktan kurtulamayacaklardır.
Çare nedir?
İslam âleminin ümidi Türkiye’dir. Yusuf Karadâvî hocanın dediği gibi, Türkiye kaybedilirse bütün bir İslam âlemi kaybedilir. Türkiye kazanırsa, bütün bir İslam âlemi kazanır. Bu sebeple, Türkiye bağımsız, ekonomisi güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilen, büyük bir medeniyetin varisi olduğunun şuurunda olan bir ülke haline geldiği zaman bizim çağımız başlayacaktır. Onun için Türkiye’nin önüne olmadık bariyerler örülüyor. Milletimizde bilgi ve bilinç geliştikçe bütün bariyerler aşılacak ve yeryüzüne bu aziz millet eliyle yeniden adalet, merhamet ve şefkat güneşi doğacaktır. “Dünyanın kalbini dinleyenler” böyle bir dünyanın kurulma seslerini duyabilirler.