“Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz”

Mustafa Yiğit

“Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz”


Yukarıdaki replik “devrim” filmine ait…

İlk Türk otomobili yapan mühendislerden biri söylüyor filmin en can alıcı yerinde…

Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, “bizim de bir otomobilimiz” olsun diyor…

“Niye biz yapamayalım ki!” Diyor Cemal Paşa….

Bürokrasideki kıymeti kendinden menkul bürokratlarımız hemen karşı çıkıyor…

“Biz yapamayız, ne bilgi birikimimiz ne sermayemiz yeter” diyorlar…

Ancak otomobil emrinden vazgeçiremiyorlar Cemal Aga’yı…

Ve ilk Türk otomobili “devrim”  için çalışmalara başlıyorlar Türk mühendisler…

Mekan,  Eskişehir vagon fabrikasıdır…

Gece gündüz demeden çalışıyorlar mühendislerimiz…

Bu sırada bürokrasimiz de boş durmuyor tabii..

Sürekli engel çıkarıyor…

Ödenekler kesiliyor, bugün olduğu gibi o zaman da satılık kalemler “Türklerden adam olmaz, bırak otomobili çivi bile üretemeyiz” şeklinde yayınlar yapıyorlar…

Ve ilk Türk otomobili yapılıyor…

Hem de bütün imkânsızlıklara, engellemelere rağmen…

Eskişehir’den Ankara’ya kadar getiriliyor trenle…

Ancak bu sırada yine bürokrasi hazretlerine takılıyorlar, “ trende tehlikeli olur, benzini otomobillere az koyun” şeklindeki talimata uyarak  otomobillerin birkaç km. gidebileceği kadar benzin bırakıyorlar devrimin deposunda..

Tam halkın huzuruna çıkacakken, devrimin benzini yetersiz kalıyor, “devrim” tekliyor, sonra da duruyor…

Ve başlıklar atılıyor büyük puntolarla gazetelere…

“Devrim” yolda kaldı…

Bundan sonra da,  Türk otomobili projesi tarihin tozlu sayfalarında bir anı olarak kalıyor…

Bu hikâye Türkiye’nin siyasi tarihinin en dramatik hikâyelerinden biridir maalesef.

Kendi insanına ve kendi birikimine inanmayan sistemin kurbanı olan “yetenekli” beyinlerin yok olup gittiği Türkiye gerçeğinin hikayesidir “devrim”…

Bugün de dünden farklı değildir aslında…

Buna küçük bir örneği  kamu yönetiminden verirsem herhalde daha anlaşılır olacak…

Hem okuyan hem de çalışan bir kişi bu ülkede en kötü muameleye tabii tutulur mesela…

Hatta bu muamele bizzat devletin mevzuatında bile vardır…

Kendin bir branşta çalışmaktasın, mesela iki yıllık bir laborantlık, ya da iki yıllık bir hemşirelik bitirerek laborant ya da hemşire olmuşsun…

Üstüne  başka bir bölümü okuyorsun, dört yıllık bir fakülte, mesela sanata eğilimin var, ya da dile, o bölümlerden birini okuyorsun…

Bin bir zorlukla, maddi manevi imkansızlıklar içinde okulu bitirdin..

Gururlusun, mutlusun…

Ailen  de, seninle gurur duyuyordur…

Etrafındakiler, “ne çocuk ama, hem çalıştı ailesine baktı, hem de okudu…” diye seni yere göğe sığdıramaz..

Ancak bu eğilimlerini değerlendireceğin, okuduğun okulun hakkını vereceğin imkan maalesef sana verilmez..

Ne özelde ne kamuda bu konuda planlama olmadığı için yine kurumunda eski işini yapmak zorundasındır…

En azından kurumuna intibakını yaptırmayı düşünürsün…

Hiç değilse, derece, kademe gibi özlük hakları açısından bir faydası olacağını düşünürsün bitirdiğin okulun…

Peki ne olur…

Diplomanı götürürsün kurumuna, oradan şöyle bir cevap alırsın, “emsallerini geçtiğin için intibakını yapamıyoruz” derler…

Yani “sen hem çalıştın hem de okudun, hatta benim bütün engellemelerime rağmen okudun, ama seninle aynı mesleği yapan adamlar okumadı ve seni bu yüzden cezalandırıyorum,” der mevzuat hazretleri…

“Senin başarını cezalandırmak bu sistemin en önemli görevi” der mevzuat hazretleri…

İşte bu yüzden sadece devrim değil, her şey yolda kalır bu ülkede…