Haksöz dergisi yazarlarından Hamza Türkmen’in yazımızın başlığıyla aynı adlı kitabı Ekin Yayınları’ndan çıktı. Kitap, Kur'an merkezli bilinç düzeyini yükseltme ve vahyi değerleri sosyalleştirme çabalarını “içeriden” ele alan bir çalışma olması açısından önemli. Aksi takdirde konu, “öteki”nin insafına kalıyor ve o zaman da karşımıza nesnellikten uzak saptamalar, saptırılmış kavramlar ve Batılı mefhumlar çıkıyor.
Eserde, Osmanlı’dan devralınan İslâm kültürünü “beyaz”, Türkiye Cumhuriyeti dönemindekini ise “siyah” görme kolaycılığına gidilmediği açık. “Köklerimizde ıslah veya öze dönüş hareketinin derinliği var.” denilerek, bu köklerin “İslâm’a salt bir tarz-ı siyaset olarak yaklaşma pragmatizminden koruyucu bir nitelik” taşıdığı belirtilmekte.
Türkmen, Kur'an’ın hükümlerinin tarihselliğini vurgulayan ve Kur'an meallerinde daha tutarlı bir iç dizaynın, yeniden yapılacak bir düzenleme ile sağlanabileceğini öne süren Ömer Özsoy’un yaklaşımını “Bu yaklaşım Kur'an-ı Kerim’i İznik Konsili’nde belirlenen İncil konumuna düşüren bir densizliktir.” cümlesiyle dışlamakta.
Kitapta, korunmuş olan Kur'an’ın evrensel mesajına tabi olanların “Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına hiçbir muhayyerlik yoktur.” (Ahzab, 33: 36) ayetinin bağlayıcılığına uygun hareket eden kimseler olduğu vurgulanmakta.
Yazar, Battal Gazi ve Danişmentlilerin; fetih yoluyla değil, tebliğ, eğitim, diyalog ve yardım yoluyla bulundukları bölgenin halklarını İslâmlaştırma çabalarını “tarihimizin ışık veren meşaleleri” şeklinde takdim etmekte.
Türkmen, “Bin yıllık tarih” şeklindeki, dindarlığa sinmiş milliyetçi söylemi de şöyle tenkit ediyor: “Bizim tarihimiz ‘bu toprakların çocukları’ ile değil, ‘bu ümmetin çocukları’ ile başlar. Zira toprak tartışması izafidir. Ama sürekliliği olan, yaşanması ve yaşatılması gereken tevhidi değerler ise, hayat soluğumuzdur.”
Eserde modernleşme ile Batılılaşma arasındaki farka da işaret edilmekte. Modernleşmenin, Batılılaşma teorilerine göre daha az rahatsız edici bir kavram olduğuna, ilkinde “teknoloji ve endüstri düzeyini yakalama hedefinin”, ikincisinde ise Batılılaşma adayı olanları/görülenleri kültürel olarak geri kabul etme imajının ön plana çıktığına dikkat çekilmekte. Batı’nın neresi olduğu konusunda Türkmen’in yaklaşımı şöyle: “Bugün kapitalist üretim ve tüketim süreçlerinin hakim olduğu tüm sistemlere Batı denmektedir. Bu nedenle artık Batı, çok daha geniş bir coğrafyadır.”
Türkmen; İslâm dünyasındaki gelenekçi tutumların iç, modernist tutumların ise dış hastalıklara tekabül ettiğini ve Müslümanların ıslah görevinin, günümüz kullanımıyla devrimci bir bilinç ve devrimci bir eylem olduğunu söylemekte. Yani bir bakıma devrimciliği, ıslahatçılıkla eşitlemekte.
Yazarımız, İslâmcılık kavramını tanımlanırken, şu üç konunun dışarıda bırakılamayacağını vurgulamakta:
- Algılayış farklılıklarına rağmen İslâmi kimliğe aidiyetin önceliği.
- Müslümanlar adına ötekinin veya hasmın belirtilmesi.
- Kısa veya uzun vadede toplumsal inkılâba ve iktidara yönelme azmi.
Kitapta, İslâm’ı ve İslâmi kültürü bir alt şube halinde Batılı kurum ve oluşumlara eklemlemek isteyenlerle (İslâm’ı, ulusun/”milletin” bileşenlerinin bir öğesi durumuna düşürenlerle) birlikte mesai tutan veya paralelleşen İslâmcılık eleştirilerinin, güven verici olmadığı ifade edilmekte.
Türkmen, İslâm kültürünü üretilmiş olan zaaflardan arındırmaya çalışan her ıslah çabasını, İslâm’ı korumak adına, “din”e aykırılıkla suçlamayı, mümessillerine bir kulp takmayı “sığ, hakkaniyet ölçüsü gelişmemiş ve özeleştirisini yapmaktan aciz kişi ve çevrelerin” genelde spekülatif kurguları olarak görmekte. “Ancak İslâmcılığın tartışılmaz bir olgu olduğu da savunulmamalı.” diyen yazar, adil ve ölçülü bir İslâmcılık eleştirisini, daha sahih bir anlayışa ve istikamete imkân sağladığı sürece gayet faydalı bulmakta. Türkmen’in ifadesiyle, “çıkar amaçlı İslâmcılık” ile “din temelli İslâmcılık”ı aynı kategoride görme yanlışına düşmemek gerek.