Meclis başkanı İsmail Kahraman’ın “laiklik” ve “Anayasa’da İslam” çıkışı, halen tartışılan ve kimi İslamcı yazarlara göre doğru, kimilerine göre de yanlış olarak değerlendirilen bir çıkış. Bu ayrışma, konuyu henüz zihinlerimizde tam olarak oturtamadığımız ya da oturduğunu zannettiğimiz ve “laiklik dinsizliktir” günlerinden bu güne bir değişime uğradığımız sonucunu ortaya koyuyor. CHP’nin meseleye bakışı, tüm meselelerde olduğu gibi iğfal edici bir bakış. O sebeple böylesi önemli bir konu, CHP ya da Türkiye’de kendilerinden başka insan yaşamadığını zanneden “uç laik azınlık” ve onların ürettiği korku üzerinden değerlendirilmemeli. Mümkün olan en geniş perspektif yakalanmaya çalışılmalıdır.
Yazıya girişimiz bu bağlamda olsa da konumuz, İsmail Kahraman’ın çıkışının zamanlaması ya da anlamlı/anlamsız oluşu değildir. Bu durum oldukça görecedir. O sebeple hangi tarafta olursak olalım hem doğrusu hem de haklısı oldukça fazla. Ben yazımı İsmail Kahraman’ın bu çıkışı üzerinden gündeme gelen ABD merkezli PEW Araştırma Merkezince yapılan bir anket üzerinden devam ettirmek istiyorum. Anketin doğruluğu, ait olduğu ülkenin manipülatif kudreti değerlendirilerek sorgulanabilir. Ama anket, yapıldığı ülkeler açısından incelenmeye ve üzerinde yoğunlaşmaya değer ipuçları barındırıyor.
Ankete göre Türkiye’de,
“Müslüman mısınız?” sorusuna %96’sı “evet” cevabı vermiş. Oysa bu %96’nın ancak %13’ü “Kur’an ülkemizdeki yasalar üzerinde etkili olsun” cevabı vermekte. %38’i “yasalar hazırlanırken İslami değerler benimsenmeli ama Kur’an’ın öğretilerine göre düzenlenmemeli” derken, %36’lık bir kesim ise “Kur’an’dan hiç etkilenmemelidir” cevabını vermiştir.
Tüm bu sonuçlar Türkiye’de insanımızın din konusunda ne denli kafa karışıklığı yaşadığını ortaya koymaktadır. İman ve kabul konusunda sorunu olmayanlar, uygulamaya gelince hayır diyorlar. Teslimiyete evet diyenler, temsiliyete hayır diyorlar. Kalbinde durmasına rıza gösterenler, bedenine hükmetmesini istemiyorlar.
Anketin devamında gelen bilgilerle bu sonuçları birleştirdiğimizde anlıyoruz ki suç, bu insanlarda değil. Çünkü anket, bu oranların 2012 sonrası bu değerlere ulaştığını ortaya koyuyor. Daha öncesinde iman ve iman edilen değerlerin uygulanmasını kabul konusu arasındaki makas bu kadar açık değil. 2012 öncesi insanlar, inandıkları değerlerin aynı zamanda yöneten değerler olmasına da sıcak bakıyor.
Değişen ne ki toplum, kalbinde taşıdığı bu inancın hayatına müdahale etmesine sıcak bakmıyor. Batının ürettiği ve yönettiği islamafobi algısının bunda tabi ki etkisi var. Bu fobi artık batıyı aşarak bizim de sahillerimize kadar ulaştı. Kendi insanımız kendi dininden korkar hale geldi. Tepkileri hikmetten yoksun kimi örgütler, bu fobiye hem kaynaklık etti hem de beslemeye devam ediyor. Bunları yine ve yeniden konuşmanın bir anlamı yok. Çoğu proje olan bu örgütler, çocuklarımızı kandırmaya, coğrafyamızı talan etmeye/ettirmeye, kendi dünyalarında icat ettikleri din üzerinden toplumları şu veya bu diye ayrıştırmaya devam edecekler. Ama asıl sorun, birey birey temsiliyet sorunudur. Bugün Türkiye’de inanan insanlar ile inkâr ettiği iddiasında olanlar arasındaki fark nedir? Bizim, düşüncemiz, davranışlarımız ve diğer insanlara dönük planlarımız açısından inanmadığı iddiasında olanlara göre ayırıcı tanımız nedir? Hangi kuşatıcı tutumumuz bizi, İslam Peygamberinin getirdiği dinin asil bir müntesibi yapıyor?
İkircikli kişiliklerimiz dinimize de sirayet etti. Bir tarafta statik din yorumlarıyla toplumu kilitleyen bir anlayış, diğer yanda bir anlamda bu duruma reaksiyon olarak modernizmi dinin özüne kadar müdahale eden bir araca dönüştürmüş diğer bir anlayış. Çözümü olmayan sorunlar üreten bu ikili, toplum içinde din üzerinden oluşturdukları kafa karışıklığı ile maalesef toplum ile din arasındaki “uygulamalı alanı” talan ettiler.
Sonuç olarak;
İhtiyaçları ile inançları arasında sıkışıp kalan toplum, kalbinde inancını, bedeninde de ihtiyaçlarını taşımaya karar verdi.