Türkiye çok kritik bir dönem ve süreçten geçiyor. Doğu Akdeniz'de kriz kapıda. Sular gittikçe ısınıyor, 200 savaş gemisi şu an bu sularda yüzüyor.
Bir yandan daha da sıcak ve buhranlı günler bekleniyor, diğer yandan dünyayı okumak isteyenler işe buradan başlıyor.
Doğu Akdeniz'de zengin doğalgaz kaynakların yer aldığına ilişkin bilimsel öngörülerin ortaya çıkması, Akdeniz'in jeopolitik konumunu bir anda değiştirdi ve önemini artırdı. 1500 kilometrelik sahil şeridine sahip Türkiye'yi de hedef ülke haline getirdi.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi ise Ada'nın yegane sahibi gibi davranmaya devam ediyor. Doğalgazı bulduğu zamandan bu yana hızlı bir şekilde silahlanıyor. Askeri ittifaklar kuruyor, farklı ülkelerle çok sık askeri tatbikatlar icra ediyor.
Yapılan bu tatbikatlara da, "intikam" ve Türk kesiminde yer alan "Salamis" gibi isimler vererek Türkiye düşmanlığı sergiliyor.
Oysa Türkiye, en başından bu yana Rum kesiminin tek taraflı petrol ve doğalgaz faaliyetlerini kabul etmediğini Birleşmiş Milletler nezdinde dile getirmişti.
Rum kesimi, hidrokarbon faaliyetlerini geliştirmede yeni planlamalara giderken, Türkiye'de kendi kıta sahanlığı içinde ve Kıbrıs Türkleri'nin de haklarının olduğu bir yetki alanında sondaj yapmaya karar verdi.
Barbaros Hayrettin Paşa gemisiyle başlattığı arama ve tarama faaliyetlerini, Kıbrıs Türk kesiminin ruhsat vermesiyle, ada açıklarına gönderdiği Fatih sondaj gemisiyle sürdürdü. Tabi Türkiye'nin sondaj yapması, sadece Rum kesimini değil, aynı zamanda Avrupa Birliği, Amerika, İsrail, Yunanistan ve Mısır'ı da büyük çapta rahatsız etti. Adeta ortalık ayağa kalktı.
Üstelik Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin dışişleri bakanlığı, "biz Fatih sondaj gemisinin mürettebatı için uluslararası bir tutuklama kararı çıkması yönünde uğraşacağız" diyerek, Avrupa Birliği'nde görüşmeler yapacaklarını vurguladı.
Avrupa Birliği ise Ankara’ya çağrı yaparak, ‘Kıbrıs’ın egemenlik hakları ihlal edilmemeli’ çağrısı yaparken, yüksek temsilcisi de, "Türkiye söz konusu bölgeyi terketmez ise gereken tedbirleri almak durumunda kalabiliriz" şeklinde tehditkar bir açıklama yaptı.
Bu tedbirleri Türkiye, "askeri ve ekonomik" yaptırımlar olarak okuyabilir...
Anlaşıldığı üzere Türkiye'nin, Akdeniz bölgesinde kendi başına petrol ve doğalgaz arama yapması hiçbir şekilde tasvip edilmiyor. Çünkü Türkiye’den korkuluyor. Nedeni ise belli, Türkiye'nin güney sınırında, boylu boyunca muazzam bir doğalgaz rezervlerinin olduğu iddia ediliyor.
İşte Türkiye'nin beka meselesinin, tam da Doğu Akdeniz'e uyarlanabilecek bir pozisyonda olduğu şimdi daha rahat görülebilir.
Türkiye'nin egemenlik haklarından ve hakkı olan hayati çıkarlarından vazgeçmesi ve Kıbrıs konusunda gösterdiği duruşundan rücu etmesi bekleniyor. Fakat Türkiye, kendi haklarına başkalarının konmasına rıza gösterecek bir ülke değil.
Ayrıca kendi kıta sahanlığı içinde izin ve ruhsat almadan yapılacak olan aramalara göz yumacak bir ülke de değil. Hatta kendisinin uluslararası yasalardan doğan hakkını arayacak ve mütecaviz girişimlere muhakkak mani olacak, lüzumu durumunda da çatışmadan kaçınmayacak bir ülkedir.
Antalya ve Mersin'in hemen altında, Kıbrıs'ın etrafında, 200 kadar savaş ve uçak gemileriyle dönüp duran bu ülkelerin, Türkiye'yi engellemek ve vurmak dışında bir gayeleri yoksa bu kadar yığınağın ve savaş hazırlıklarının niye yapıldığı, hiçbirinin bölgeye sınırı olmadığı halde Akdeniz'de ne aradıkları doğrusu merak konusudur?
Esasında Türkiye, şu an için her bakımdan çok ciddi bir tehdit altındadır.
Dövizin yükselmesi, enflasyonun artış göstermesi, birçok mamülün ithalatında sıkıntılar yaşanması, bölücü örgüt PKK'nın yakın zamanda artan terör eylemleri ve IŞİD'in lideri Bağdadi'nin Türkiye'yi tehdit etmesi birer tesadüf değil, aynı merkezden düğmeye basılması durumudur. Büyük hedefe ilerlerken içeride kargaşa ve kaos oluşturma projesidir.
ABD merkezli oynatılan tüm bu oyunlar, aynı zamanda milli duruş sergileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı, tasfiye etme planının birer parçasıdır.
Esasında Amerika için Türkiye'yi kimin yönettiğinin zerrece bir önemi de yoktur.
Onlar için önemli olan sadece bölge üzerinde yaptığı tasarrufları onaylayıp, destekleyen, çıkarlarına hizmet eden ve kendilerinin yapacağı paylaşıma rıza gösteren bir yönetimin Ankara'da olmasıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu profile uyum sağlayan ve itaat eden bir lider değildir. ABD yönetimi, işte bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tasfiye etmek istemekte, ülkemizde yaşanan türbülanslar, işte bu nedenle meydana gelmektedir.
Şu anda Türkiye, tamamen dışarıya odaklanması gereken bir dönemden geçiyor. Çünkü etrafı olduğu gibi ateş çemberi. Mevzu bahis olan ise vatan savunması. Bu durum, Türkiye'nin 82 milyon nüfusuyla birlik olmasını gerektiriyor. İçeride bütünlük sağlandığı takdirde yedi düvele karşı mücadele verilebilir, ayrışma ve tefrika olduğu takdirde ise yaklaşan tehlike bertaraf edilemeyebilir...
Oysa Türkiye'nin şu anki gündemi İstanbul'da yapılan yerel seçimlerin tekrarı.
Türkiye'nin bu seçim süreciyle bile içeriden nasıl karıştırılabileceğinin ince hesapları yapılıyor. Bu durumdan bile ‘Gezi’ benzeri olaylar çıkartılmaya, ülke içinde karışıklıklar meydana getirerek Türkiye'ye bir müdahale pozisyonu aranıyor.
Ne yazık ki muhalefet partilerinin bir kısmı bu bilince sahip değil. Yaptıkları bazı açıklamalar da tutarlı değil. Misal, YSK, bir çete ve terörist olarak nitelendirilebiliyor. 'Türkiye'de hukuk yoktur' denilerek başarısız devlet telkininde bulunuluyor.
Bu türden yaklaşımlar; bölgesel güç olan ülkemizin, dünyanın en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğunda, nasıl bir küresel güce dönüşeceği, Batı dünyası tarafından iyi bilindiğinden, NATO'nun, Türkiye'ye müdahalesine bile yol açabilir...
Şu an için yapılması gereken, toplumsal barışa katkı sağlanması, birlik ve beraberliğin korunmasıdır. Yaklaşan tehlikeler ancak böyle bertaraf edilebilir.
Unutmayalım; "su uyur, düşman uyumaz."