Orta Asyadan başlayarak, tarihin çeşitli dönemlerinde Türklerin kurduğu uygarlıklara ait sanat eserlerini bir araya getiren, Türkler: Bin Yılın Yolculuğu adlı sanat sergisi, 22 Ocak tarihinden itibaren İngilterenin başkenti Londrada Kraliyet Sanat Akademisinde ziyarete açıldı. Resmi açılışı Türkiye ve İngiltere Kültür Bakanlarının katılımı ile yapılan ve 3 ay süre ile açık kalacak olan sergide, 600 ile 1600 yılları arasındaki 1000 yıllık döneme ait olan ve 11 ülkedeki müzeler ile koleksiyonlardan derlenen, paha biçilmez eserler yer alıyor.Yukarıdaki haber pek çok televizyon kanalının ve yazılı basının gündeminde haftalardır. Nihayet Avrupanın göbeğinde Türkler konuşuluyor diyoruz. Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız başta olmak üzere pek çok siyaset ve kültür adamı bu serginin Türkiyenin tanıtımı için önemli olduğunu söylüyor. Daha çok turist gelecek, yalnızca doğa değil kültür turizmi de hak ettiği yere oturacak diyorlar. Oysa ben bu sergiye çok daha başka bir açıdan bakıyorum. Londrada Kraliyet Sanat Akademisinde bundan önce hangi sergiler varmış biliyor musunuz? Burada daha önce Maya, Aztek ve İnka medeniyetlerine ait ürünler sergilenmiş. Peki bu toplumlar şimdi nerede? Tabii ki ölü! Bizim bildiğimiz başka bir şey daha var, Portekiz, İspanyol, İngiliz denizciler tarafından keşfedilen! bu kadim toplulukların yine aynı sömürgeciler tarafından katledildiği. Avrupalılar önce bir medeniyeti yıkarlar sonra o medeniyete ait ürünleri müzelerinde sergilerler. Onlar aynı zamada çok iyi arşivcidir. Dosyalama, tasnif işlerini de Avrupa keşfetmiştir zaten. İnsanları ve medeniyetleri, sınıfa, tasnife tabi tutarlar sonrada onlar için en güzel cenaze törenini düzenler ve müzede sergilerler Makine medeniyetini kuranların insani olan hiçbir şeye tahammülü olmamasından daha doğal ne olabilir ki.. Londrada Kraliyet Sanat Akademisindeki Türkler: Bin Yılın Yolculuğu adlı sergiden de bu anlamda şüphe duymadım desem yalan olur. Demek ki, Türkler de müzelik oldu diye geçirdim içimden. Ya da çok yakında müzelik olacak. Avrupa kendine benzemeyen toplumları ya benzetiyor, ya yok ediyor. Yok olmamak için mi ABye giriyoruz. Demek ki benzeyeceğiz? Peki Avrupalı gibi olan, onun gibi yaşayan, hayatı onun gibi algılayan bir Türke Türk diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Kendisine yabancılaşmıştır artık. Giyim tarzından, yemeğinden, dininden, anasından, babasından utanan ikinci kuşak Alamancı durumuna düşen bir haymatlos vardır karşımızda. Böyle bir psikolojiye sahip bir toplumun geçmişine, kendine ait olan kültürüne yabancılaşarak Avrupalılarla bir TÜRK sergisi açmasından daha doğal bir şey de yoktur. Diyeceksiiniz ki biraz abartmadın mı, bu kadar dramatik mi bu sergi konusu? Elbette hayır. Ama müzelik bir millet haline geliyor oluşumuzu seyretmek, işte asıl dramatik olan bu! Hiçbir direnç noktamız yok. Kolumuzu kanadımızı yavaş yavaş kırıyorlar. Her şeye OKEY diyoruz. Tamam demeyi bile unuttuk!