Avrupa ve biz Değişmeyen gündemimiz Hiç bitmeyecek türkümüz!Ne yalan söyleyeyim ben de kendimi bu gündemin dışında tutamayanlardanım.Bu nedenle de son günlerde yaptığım en önemli iş seyahatname okumak. Özellikle Avrupalıların Doğu Seyahatlerini okuyorum. Herkes akın akın Avrupaya giderken ben Avrupadan Doğuya gelenlerle hasbihal eyliyorum. Niçin Doğuya gelen Avrupalıları okuyorum?Onların algılamalarını, bilinç altlarını bu seyahatnameler aracılığıyla daha rahat görebiliyorum da ondan.Ama peşinen söyleyeyim ki, hepsi aynı değil. Yukarıdaki başlıkta aslında bana değil, bu seyahatname yazarlarından birine ait. Salomon Schweigger adlı bir Almanın kaleminden çıkmış. Dönemin pek çok batılı düşünürü gibi onun da akademik kariyeri kilise okullarında başlar. İlk ve orta öğretimini çeşitli kilise okullarında yaptıktan sonra, 1572de Tubingen üniversitesinde ilahiyat okur. Schweigger 16. yüzyılda Türkiyeye gelir. Osmanlı topraklarını gezer. İstanbula gelişi Avusturya Dükası Sinzenronffa ait bir heyet sayesindedir. Schweigger heyetin vaizidir. Ama yalnız din adamı değil, aynı zamanda bilgin bir hümanist olarak da çevresinde ün yapar. Almancaya yapılan ilk Kuran tercümesinin de Ona ait olduğu söylenir. Seyahatnamesinde o dönemde pek çok Hıristiyanın sorduğu soruyu Schweigger de sorar:Türkler Neden Yenilmezler?Bu mühim sorunun cevabını Eski Ahitten pasajlarla süsleyerek anlatır. Ona göre bunun birkaç temel nedeni vardır:Her şeyden önce Türkler, pek çok Avrupalının gözünde Enak ve Samson gibi dev cüsseli yaratıklar soyundan gelme, iri yarı, gözü pek cengaverlerdir. Türklerin oturduklar şehirlerin tırmanılması imkansız, göklere kadar uzanan surlarla çevrildiği ve onların Golyat tarzında tepeden tırnağa silahlarla donatılmış olduğu düşünülür. Ancak herkes bilmelidir ki bu inanış doğru değildir. Türklerin Hıristiyan alemine karşı bu büyük zaferleri kazanmalarının gerçek sebeplerinin başka şeyler olduğunu bilmelidir Her şeyden önce şu hususu belirtmek isterim. Ulu Tanrı savaşlarda Hıristiyanları cezalandırmak ve ıslah etmek için Türkleri vasıta olarak kullanmakta, onlara bu zaferleri bahşetmektedir. Her ne kadar Türkün kuvveti çok büyük ise de, bu , Hıristiyanın hiçbir zaman Türkü yenemeyeceği demek değildir. Ne var ki, Hıristiyan alemi bir türlü bu zaferi sağlayamıyor; çünkü Tanrı bütün kudretini Türklere veriyor..O halde yapılacak iş, Tanrının Türklere bu teveccühü ne için yaptığını anlamaya çalışmaktır. Evet, Tanrı Türkü ucu çivilerle kaplı bir değnek, bir kırbaç, güçlü bir sopa, bir balta yahut da kötülükleri ve günahları temizleyecek bir süpürge olarak kullanmaktadır (İşaya 10,14 Eski Ahit)Babilde olduğu gibi, pek çok günah işledik ve Tanrıya itaat etmedik; birinci sebep budur. Bu sebeple Tanrı Türkü koruyor ve Türk durmadan zaferler kazanıyor. Bütün bunlarla birlikte Türklerin inançlarına bağlılıkları çok etkilidir bu zaferlerde Scweiggere göre. Türkün muzaffer olmasının ikinci sebebi ise Türklerin İslamiyete olan sarsılmaz inançlarıdır Halbuki biz Hıristiyanlarda dinimize karşı böyle sağlam bir inanç yoktur. Yine dönemin Avrupalılarının, gücü simge için söylediği Türk gibi güçlü tabirinin de Türklerin bu başarısında hiç de yabana atılır bir şey olmadığını Scweigger açık yüreklilikle söyler. Türklerin cesaretleri herkesçe malumdur. Cesareti yanında onların çok büyük bir meziyetleri daha vardır: itaatkarlık. Şeref ve itibar kazanmak için bütün zeka, tecrübe, bilgi ve cesaretlerini kullanarak birbirinden daha üstün olmaya çalışıyorlar. Türklerde şeref ve itibarı kazanan, kişinin kendisidir. Zira vezir, paşa, beylerbeyi v.s. gibi mühim mevkilere gelmiş kişiler, hiçbir suretle şu veya bu soya mensup olmakla övünmezler. Aksine asıl şeref ve itibar o kişinin şöyle konuşmasındandır: Babam köylü, işçi yahut da sığır çobanı idi. Ben bu şerefli mevkie kendi gayretim, bilgim ve cesaretim sayesinde geldim. Türkler işlerini adalet üzerine yürütürler. Hak edenler hak ettiğini alır. Yine Schwegger göre, Türklerin askerlik anlayışı üzerinde durmadan geçilmemesi gereken önemli bir husustur. Türkler askerlerini yalnız savaş halinde değil, sulh halinde de devamlı olarak silah altında ve her zaman savaşa hazır bir durumda tutuyor. Oysa Türklerde olduğu gibi, bizde askerin mutlak savaşa katılma mecburiyeti yok Bütün bunlardan sonra şöyle bir tespitte bulunuyor ve asıl önemli noktaya geliyor.Aslında Hıristiyanlar da cesur ve yüreklidir. Hatta Türkleri yenebilirler bile. Ama ah diğer bir çok işler doğru dürüst yürüse. Schweggerin diğer işler dediği ne biliyor musunuz peki? Avrupanın sosyal bir devlet olamayışı!Savaşta yaralanan, kolu kopan bir Hıristiyan, savaş sonrasında ömür boyu dilenci olarak kalmasa, Türkler gibi savaş sonrasında da aynı müreffeh hayatı sürebilse, devleti sahip çıksa! Türklerin yöneticileri halktan kopuk kimseler değildir. Türklerin gelenekleri, padişahların surlar ve burçlar arkasında yaşamasına izin vermez.Eski Isparta şehirleri de böyleydi, sursuz açık şehirlerdi. Türkler de sınırlarını surlar ve kale burçları ile korumuyorlar. Onlar güçlerini taştan duvardan değil yumruklarından alıyorlar. Bunun için ne kadar övünseler azdır.***Yukarıdaki cümleler bugün bize ne kadar dramatik geliyor değil mi?Neden başka devletler tarafından üçüncü dünya ülkesi şeklinde bir muameleye tabi tutuluyoruz diye düşünürken biz de içimizden şimdi aynı şeyleri söylemiyor muyuz? Her birimiz 400 yıl önceki Schwegger gibi düşünmeden edemiyoruz..Tamam onlar gibi vahşi kapitalizmin yollarından geçmedik, o yüzden üçüncü dünyanın ortasına düştük. Ve çok şükür ki bu acımasız süreci yaşamadık, yaşatmadık. Ama biz kapitalizm öncesi de zenginleşmiştik.Tarihimizde bunu bir çok defa yaşamıştık. Her zenginleşme kapitalist bir dünya kurma sayesinde olmamalı. Vicdanlı bir dünyada da müreffeh bir toplum yaratılabilir. Biraz içimize dönelim. Kendimize çeki düzen verelim. Biraz vefa, biraz güleryüz, biraz sevgi..Ve Sarsılmaz bir iman!Herkesi ve her şeyi kapsayan bir adalet!Yılmaz bir cesaret!Türkleri yenilmez kılan ve gelecekte de yenilmez kılacak üç şey!NOT: Salomon Schweiggerin makalesini okumak isteyenler için Dünya Edebiyatından Seçmeler-Kültür Bakanlığı Temmuz 1977 sayı:3