Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği konferansta Doç. Dr. Birgül Alıcı Animasyon sinemasının gelişim süreci ve Türkiye’de Animasyon Sineması konusunu anlattı. Youtube ve Facebook üzerinden canlı yayınlanan konferansı Zafer Karakuş yönetti. Sözlerine animasyonun tanımını yaparak başlayan Alıcı “Animasyon dediğimiz zaman hareketsiz nesnelerin, objelerin hareket ettirilmesi; bunu televizyonda sinemada görüyoruz ama birçok platformda da hareketsiz duran nesnelerin, çizimlerin, objelerin hareket duygusu yanılsaması yaratacak şekilde aktarılmasını anlıyoruz” dedi. Alıcı’nın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
ANİMASYONUN İLK ÖRNEKLERİ
Animasyonu biz ilk defa mağara duvarlarında görüyoruz. İspanya Altamira mağarasını örnek vermek gerekirse bir yaban domuzuna sekiz dokuz bacak çizerek onun hareketini vermeye çalışılmış. Günümüzde de animasyonların prensibinde bu, yani hareketin yanılsama duygusu yatıyor. Mağaradaki bu resimdeki sekiz dokuz bacak, domuzun bu kadar bacağı olduğu anlamında değil; onun hareketlerini veriyor. Dikkat ederseniz animasyonda da kare kare hareket ettirme prensibiyle bunun fotoğraflanması veya çizilmesi ve hareket yanılsaması oluşturarak aktarılmasını görüyoruz. Dolayısıyla animasyonun ilk örneklerine mağara duvarlarındaki çizimlerde rastladığımızı söyleyebiliriz.
UZUN BİR GELİŞİM SÜRECİ VAR
Animasyonun tarihi sürecinde nasıl animasyon film üretimine geldik? Bu birden oluşmadı. Bizim büyülü fener dediğimiz, Milattan Önce 2. Yüzyılda Çin’de gaz lambası ve mercek yardımıyla görüntünün aktarılması, yani boyanmış resmin yansıtılması denemesi karşımıza çıkıyor. Daha sonra kamera Obscura dediğimiz buluşla; kutunun içinde bir yüzeye dışarıdan yansıtılan görüntüyü bir delik açarak yansıttığımızda dıştaki görüntüyü yüz seksen derece ters görüntü oluşturacak şekilde yansıtıldı. Bunun bulunmasından sonra Thaumatrope dediğimiz; mesela kuş ve kafesin ayrı görseller şeklinde yer aldığı sonra bunların ip yardımıyla kuşun kafeste olduğunu fark ettiren ve aslında göz yanılsaması olan deneyler yapıldığını görüyoruz.
BUGÜNKÜ ANİMASYON SÜRECİ NASIL BAŞLADI?
Daha sonra 1832'de Oseph Antoine Ferdinand Plateau tekrar eden çizimler ve parça parça ortaya çıkan hareketlerde Fenakistiskop dediğimiz aleti geliştirdi. Ve daha sonra, bizim bir anlamda oyuncaklar dediğimiz icatlarla, bugünkü animasyona giden süreç başladı. Bunların içinde günümüze en yakını olan, her sayfaya bir görüntünün çizildiği ve bunun sayfalar değiştikçe hareketli algılandığı Flip Book görselini 1868 yılında John Barnes Linnett icat etti.
FOTOĞRAF TÜFEĞİ 1882’DE İCAT EDİLDİ
Fotoğraf icat edildikten sonra bu alandaki çalışmalar hız kazandı ve resimlerin yerini fotoğraflar aldı. Emile Reynaud 68 tane fotoğraf makinasını yerleştirip atın hareketini bu makinalarla fotoğraflayıp bunları peş peşe vererek Praxinoscope dediğimiz buluşuyla hareketlilik duygusu oluşturmuştur. Sonra Eadweard James Mubridge 1877’de 24 makineyle 24 poz çekerek geliştirmiş. En son 1882’de Etienne Jules Marey fotoğraf tüfeği dediğimiz saniyede 12 fotoğraf çekebilen makineyi icat etmiştir. Bütün bunlar aslında birbirini besleyen buluşlardır. Sonra Emile Reynaud’un 1889’da bulduğu Optik tiyatro var ve beyaz perdeye aktarma yönünde bir yenilik katıyor. Edison’un geliştirdiği Kinetoscope sinemanın temelini atmış ama Lumière Kardeşler Sinematograf cihazını geliştirip 1895 tarihinde Indian Du Grand Cafe'de gösterim yaparak sinemanın mucidi kabul edildi.
ÇİZGİ FİLM ANİMASYONUN BİR DALI
Animasyon filmle çizgi film çok karıştırılıyor. Çizgi filmi animasyon zannedenler var. Aslında çizgi film animasyonun bir dalıdır. Çizgi filmde çizimler hareketlendiriliyor. Ama animasyonda birçok tür giriyor işin içine. Canlandırma film daha başkadır.
Teknoloji sayesinde animasyon çok çeşitlendi, yelpazesi genişledi, Önce Miki Fareler, daha sonra 1920’li yıllarda endüstri anlamında animasyondan söz edilme adına kıvılcımlar görüyoruz. 1930’larda Hot Disney’in popülerleşmesi Türkiye’deki animasyon sinemalarında gösterilmesi, karikatür sanatçılarımızın ilgi duyup ticari anlamda bu alana yönelmesiyle gelişen bir süreç var. 1930’larda Dünyada Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerden başlayan uzun metrajlı animasyon film denemeleri var.
DİJİTALLEŞME ANİMASYONU DA GELİŞTİRDİ
Rotoskop tekniği, kâğıda çizim derken bilgisayar teknolojisinin 1990’larda gelişim göstermesiyle ilk uzun metrajlı üç boyutlu animasyon filmine geçtik. Dijital teknolojiye geçtik. Bu sayede türlerimiz genişledi. Çok farklı teknolojiler kullanılmaya başlandı. Dijital teknolojiyle cep sineması başladı. Dijitalleşme, DVD teknolojisinin gelişmesi evde de artık sinemanın izlenmesine imkân verdi. Artık sinemaya gitmeden de her türlü sinema izlenebiliyor.
ANİMASYONU KARİTATÜR SANATÇILARI GELİŞTİRDİ
Animasyona devlet desteği olmadan, karikatür sanatçıları kafa yorarak başlamışlardır. Buna da sinemada ilk olarak reklam animasyonlarıyla başlamıştır. Fakat batıya öykündükleri için, kendi sinema dilimizi oluşturma ve geliştirmede yetersiz kalıyorlar. Animasyonun Türkiye’de gelişmesine çok katkıları var ama kendi dillerinde ve kültürlerinde değil de batıdaki hicvi, batıdaki dili kullanmaları, bizdeki Japon animelerinde olduğu gibi daha kültürel bir çizgi yakalayamamış olmaları noktasında çok eleştiri almışlardır.
YALÇIN VE ARAL AVRUPA’DA EĞİTİM ALDI
Yalçın Çetin, Oğuz Aral gibi karikatür sanatçıları bu alana ilgi duyup kendilerini geliştirmek için eğitim almak üzere Avrupa’ya gittiler. 1951 yılında Amerika’dan dönen yapımcı Turgut Demirağ Evvel Zaman İçinde’yi yaptı ve bu eser ilk uzun metrajlı animasyon filmimiz olarak kabul edilir. Sonra 1960’larda animasyon üretimimiz gelişme gösteriyor. TRT 1968’de yayına geçtiği animeler için onun öncesinde festivallerde, yarışmalarda gösteriliyordu.
TÜRKİYE’DE DEVLET DESTEĞİ 2000’Lİ YILLARDA BAŞLADI
Her ülke animasyonlarla kendi kültürünü yayarken neden biz de aynı şeyi, yapmıyoruz diye sormak lâzımdı. Türkiye’de 2000’li yıllarda tek başına hükümetlerin kurulduğu dönemde yerli yapımların desteklenmesi konusunda önemli mesafeler aldı. Artık çizimlerle uğraşılmadığı, birçok aletin kullanılmadığı, uzun maliyetli süren yaşanmadığı, birçok şeyin bilgisayarla yapılabildiği bir sürece girdik. 2004 yılında çıkarılan teşvik kanununa animasyon filmleri de dâhil edildi. 2011 yılında da televizyon kanallarına yüzde 20 oranında yerli animasyon yayınlama zorunluluğu getirdi. Geri ödemesiz destekler, üniversitelerde animasyon eğitimlerinin yaygınlaşması, yayın zorunluluğu gelişime katkı veriyor.
ANİMASYON ÜRETİMİMİZ ÇOK DÜŞÜK
Türkiye’nin animasyon üretiminde dünya pazarındaki payı yüzde sıfır onda bir kadardır. Türkiye’deki yerli üretimlerin yüzde 58’ini yerli sinema alırken animasyon üretimi yüzde üç oranında kalıyor. Yani oldukça düşük bir animasyon sineması üretimimiz var. Bu noktada istekli olan gençleri de teşvik etmek gerekiyor.