Attila İlhan şiirleri genelde bir hüzün uyandırır benim içimde. Hemen hemen her şiiri bir yerinden tutuverir gönlümü. Bazı şiirleri ise daha duygulu, daha yakıcıdır. Ben Sana Mecburum, Ayrılık Sevdaya Dahil, Aysel Git Başımdan gibi şiirleri beni hemen yakalar ve tatlı bir hüzne sevk eder. Ama öyle bir şiiri var ki daha ilk mısraında yüreğimin bir ucundan yanmaya başladığını hissederim; Üçüncü Şahsın Şiiri. Bende bu şiiri adı: Üçüncü Şahsın Yediği Kurşunlardır. Bu şiirde Üstat mısra dizmez, resmen mısra mısra kurşun sıkar.
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu ağlardım
Şu söyleyiş, şu canlanan sahne, şu üçüncü şahsın dramı ne kadar da sahici ve kederle dolu görüyor musunuz sizler de? Seven bir yüreğin sevgilisinin gözlerinin gözlerine değmesiyle gelen felaketi ne kadar hazin ve yakıcı... Sevgilinin kalbinde yer alamamak ne acı, üstelik onun çöp gibi bir oğlana kendisini tercih etmesi, hayırsıza gitmesi, nasıl bir cümle kurup da bunu anlatmalı bilemiyorum. Ancak şairimiz kurşun sıkmayı burada bırakmıyor.
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felaketim olurdu ağlardım
Maçka, limandaki gemiler ve kuş gibi gülen ağaçlar... İnsanın aklını alan rüzgâr, sessizce yakılan sigara ve aynı anda yanan parmak uçları... Bir kadın kirpiklerini nasıl eğer? Adama bakınca içini üşütecek kadar nasıl boş bakabilir? Ve bir insan bunları içinde nasıl duyabilir? Hadi duydu diyelim, buradan nasıl bir şiir çıkarabilir? İşte Attila İlhan olmak böyle bir şey olsa gerek... İnsanların güleceğinden çekinmeyen, sevdasının peşinde soğuk sıcak demeden giden bir adam, ağaçların kuş gibi kendine güldüğünü duyabilecek kadar da hassas bir gönle sahip. Üçüncü şahıs olmak her zaman felaket... Ve felaketin son sahnesi:
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu ağlardım
Ne roman gibi biten akşam ne kan içinde yatan Jezabel ne de limandan giden gemi... Bunlar bitebilir, ölebilir, gidebilir. Ama yok mu o senin kalkıp ona gitmen? İşte en büyük felaket. Üstelik benzin mum gibi gidişin, sabaha kadar kalışın, hayırsızın birine sevdalanışın ey sevgili! Cenazeye benzeyen, çöp gibi birine tutuluşun neden? Hele seni kollarına alışını düşünmek yok mu? Bin yıl süren bir ölüm hali... Gel vaz geç de diyemem, çünkü benim senden vaz geçmem nasıl mümkün değilse, senin de ondan vaz geçmen öyle imkânsız.
Sevgilinin kalkıp gitmesi bir aşık için yeterince bir kederdir, ancak onun kalkıp da başka birine gittiğini görmek, işte bu büyük bir felakettir ve nefes almanın, can vermekten zor olduğu zamanı gösterir. Ayrılıklar da sevdaya dahildir ama böylesi değil.
Sevgiyle kalın.