Geleneksel Ufuk Turu Toplantıları’nın on üçüncüsü bu yıl yurtdışında; Balkanlarda, Evlâd-ı Fatihan’da, Kosova’da gerçekleşti.
Önceki yıllarda olduğu gibi Ufuk Turu Toplantıları’nın hâfızası(kaydedicisi), kitaplaştırıcısı olarak çorbada tuzumuz bulunsun kabilinden biz de katıldık.
Bu toplantılarla ilgili öne çıkan bilgi ve mesajları geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da ilerleyen günlerde fırsat buldukça yazılarımda ele almaya çalışacağım.
Şunu belirtmeliyim ki “Ufuk Turu Toplantıları” başlarken; oldukça mütevazı, kutlu bir hayır hareketi olarak “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû… ayetince; dağılmayın, parçalanmayın, birlik-beraberlik içinde olun ve Allah(cc)’ın ipi(Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed’in Sünneti)ne sımsıkı sarılın…” emri doğrultusunda hareket ederek “bir elin nesi var, iki elin sesi var” anlayışı, “Birlikten kuvvet doğar” düşüncesi ve “Acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır” felsefesiyle, topluma mesaj vermek ve bu birlikteliği insanların hayrına devam ettirmek amacıyla bir araya gelmiş üç beş ihlaslı dernek ve vakfın “Bismillah”ıyla başladı. O Bismillah’ın bereketiyle de kök saldı, çoğaldı… Nihayet bu yıl Türkiye ve Balkan ülkelerinden iki yüzün üzerinde dernek ve vakfın katılımıyla Konya Sivil Toplum Kuruluşları Platformu olarak Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın mali desteği ve o tarihteki Başbakanımız Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun himayelerinde Ufuk Turu Toplantılarının on üçüncüsü 19-23 Mayıs 2016 tarihleri arasında Kosova’nın Başşehri Priştine’de başarıyla gerçekleştirildi.
Toplantılar Platform üyesi yüz altmış civarındaki Konya Sivil Toplum Kuruluşunun ev sahipliğinde, Türkiye’nin yirmi beş şehrinden kırk beş ve Balkanların sekiz devletinden kırkın üzerinde sivil toplum kuruluşunu temsilen gelen yaklaşık iki yüz yetmiş katılımcı ile icra edildi.
Bildiğiniz gibi Birinci Ufuk Turu’muzda “Avrupa Birliği ve Türkiye”, ikincisinde “Dış Politika ve Türkiye”, üçüncüsünde “Eğitim”, dördüncüsünde “Sivvil Toplum”, beşincisinde “Değişim”, altıncısında “Birlikte Yaşama Kültürü”, yedincisinde “Yeniden Yapılanma”, sekizincisinde “Değerlerin Dönüşümü ve Ahlâkî Çözülme”, dokuzuncusunda “Değişen Dünyamızda Aile”, onuncusunda “Türkiye ve Geleceği”, on birincisinde “Küresel Hareketler ve Sivil Toplum”, on ikincisinde “Türkiye’nin Geleceği ve Yeni Ufuklar”, Kosova’da gerçekleştirilen on üçüncüsünde ise “Medeniyet Buluşması” konuları birbirinden değerli uzman, bilim adamı ve akademisyenlerce masaya yatırıldı.
İlk günden bugüne bu hareketin içinde yer alan başta İcra Kurulu Heyeti olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarına ve bu hareketi destekleyen, maddî ve manevî katkıda bulunan tüm resmî ve gayrî resmî kişi ve kurumlara, hassaten de bu işin lokomotifliğini üstlenen Lâtif Selvi ve Muhsin Görgülügil kardeşlerime teşekkür ediyor; Allah(cc), emeklerine karşılık cömertliğiyle muamele etsin diyle dua ediyorum.
Bilindiği gibi Balkanlarda coğrafî faktörler sebebiyle farklı kültür, dil, etnik ve dinî gruplar bir arada ve içiçedir. Balkanlar âdeta doğu ile batı kültürleri arasında bir geçiş kuşağı, bir kültür köprüsü konumundadır. Yüksek ve sarp dağlar ulaşım ve beşeri ilişkileri zorlaştırmış, tarihî süreçte yaşanan savaşlar ve göçler de nüfus dengesini sürekli değiştirmiştir.
Bölge nüfusunun etnik yapısında Slav, Türk, Arnavut ve Rumlarla birlikte çok sayıda küçük etnik topluluklar yer alır. Dinî yönden ise İslamiyet ile Hıristiyanlığın, Ortodoks ve Katolik mezhepleri birbiriyle bir mozaik oluşturur. Dinî sıralamada, en büyük grubu Ortodoks Hıristiyanlar yani Yunanlılar, Bulgarlar, Romenler, Sırplar, Karadağlılar ve Makedonlar oluşturur. Müslümanları ise Türkler, Arnavutlar ve Boşnaklar oluştururken Katolik Hıristiyanları da Hırvatlar ve Slovenler oluşturmaktadır. Bu farklılıklar bir zenginlik gibi değerlendirilerek bir arada yaşama hoşgörüsüne dönüştürülemediği ve global güçler tarafından sürekli karıştırıldığı için tarih boyunca birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Ve hâlen de getirmeye devam edecektir. Ne zaman ki Osmanlı zamanında olduğu gibi âdil bir şemsiye bu bölgeyi idareye talip olup kanatları altına alırsa, işte o zaman sorunlar çözülür diye düşünüyorum.
Bölgede en büyük etnik grubu Slavlar, en büyük dinî grubu da Ortodoks Hıristiyanlar oluşturuyor. Osmanlı Döneminde Balkanlarda yaşayan Ortodoks Hıristiyanların ortak mâbedi İstanbul’daki Fener Kilisesi iken 1830’dan itibaren, bağımsızlıklarını kazanan Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya, ayrı ayrı kendi ma’betlerini (kiliselerini) kurdular ve bu işi bir millî soruna dönüştürdüler…
Slav kökenli Ortodoks Hıristiyanlar, tarihî ve kültürel bağları sebebiyle Rusya’nın güdümündedir. Hırvatistan ve Slovenya gibi Katolik Hıristiyan ülkeler ise sırtlarını İtalya ve Almanya’ya dayamışlardır.
Yakın tarihte bölgede çıkarılan savaşlar, iç ve dış göçler, ekonomik ve siyasî sıkıntılar sebebiyle nüfus artışı durmuş, bazı ülkede ise yerinde saymaya, hattâ azalmaya başlamıştır.
Yeni Türkiye yönetimi, bölgedeki Türklerin, Boşnakların, Arnavutların ve Müslüman unsurların kendi bölgelerinde bağımsız yaşamaları, ekonomik ve kültürel haklarını elde etmeleri konusunda gerekli siyasî ve ekonomik girişimleri Dışişleri nezdinde elinden geldiğince yapmaktadır.
Bölgedeki ülkeler, Soğuk Savaş sonrası dönemde 1990’lı yıllardan itibaren Avrupa Birliği’ne tam üye olma sevdasındadır. Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Slovenya AB’ye tam üye olurken Türkiye, Makedonya, Hırvatistan, Sırbistan ve Karadağ ise müzakere sürecinde oyalanan aday ülkeler konumundadır. Avrupa Birliği, Balkanların siyasî, ekonomik ve kültürel dokusunu etkiliyor. Yeni Türkiye anlayışı, Balkan ülkelerinin AB üyeliğini destekliyor. Çünkü 1945-1990 arası Soğuk Savaş döneminde Balkanlarda yönetimi elinde tutan baskıcı, yıkıcı, içe kapalı darbeci rejimler, sadece insanları katletmekle kalmamış, muhteşem külliye ve ma’betleri, tarihî ve kültürel mirasları da tahrip etmişlerdir. “Bir sen eksiktin!” diyebileceğimiz ABD de son yıllarda Paralel Yapı’yı da kullanarak Kosova başta olmak üzere Balkanlarda cirit atma, hegemonyasına alma telaşına girmiştir.
AB üyeliği ile sivil toplumun güçlenmesi, sınırlar arası geçişlerin kolaylaşması, insan hakları ve özgürlükler alanında kaydedilen ilerlemeler, Balkan ülkelerinin Türkiye ile olan ilişkilerini olumlu yönde etkileyeceği kanaati hakimdir. Nitekim, etnik, dil ve dinî yönden birbiriyle yan yana, iç içe yaşayan fakat tamamen farklı değerlere sahip olan toplulukların bir arada barış içinde yaşaması ancak ortak bir üst irade ile mümkün olabilir. Osmanlı Devleti bunu 1389’dan 1912’ye kadar 500 yılı aşkın bir süre bölgede barış ve huzurun teminatı olarak başarıyla temsil etmiştir.
Kim ne derse desin Yeni Türkiye, Balkanlardaki Türk azınlığın yanı sıra, Bosnalı Boşnak Müslümanlar ve Arnavutlar’ın da tarihî ve doğal müttefiki konumundadır. Etnik, dinî, tarihi ve kültürel bağları sebebiyle Yeni Türkiye, Balkan Coğrafyasının olmazsa olmazı, ayrılmaz bir parçasıdır. Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar İstanbul’un kapsama alanında yer alan Balkan coğrafyası, gelecekte de Yeni Türkiye’nin siyasî, ekonomik ve kültürel bağları sebebiyle hayatî derecede ilgilenmesi gereken önemli bir bölgedir. Nitekim et tırnaktan ayrılmaz.
13. Ufuk Turu Toplantılarının Kosova’da gerçekleştirilmesi de yangına su taşıyan karınca misâli; “daha âdil ve özgür bir dünya, güçlü Balkanlar ve güçlü Türkiye” amacına yönelik, karınca kararınca mütevazı, kutlu bir hayır hareketidir. Asrın Akıncıları görevini üstlenen katılımcı sivil toplum kuruluşları ve üyeleri de üzerlerine düşeni yapmakta kararlı olduklarını deklare etmişlerdir.
Allah(cc), yâr ve yardımcımız olsun.
(Devam edecek)