Sayın Üzülmez, röportaj başlıklarına geçmeden önce özel yaşamınıza ilişkin merak edilen birkaç soruyla başlamak istiyorum. Bulunduğunuz görevler nedeniyle, yoğun bir tempoda çalıyorsunuz. Bu yoğunluk içinde, uykuya günde kaç saat vakit ayırabiliyorsunuz?
Düzenli uykum ortalama günlük beş saattir ancak 6 saat uyumaya imkan bulduğum zaman vaki değil. İstisnalar hariç düzenli olarak saat 24:00'te yatarım. Sabah erken kalkarım. Spor yaparım. Bana en çok Pazar günleri uyumak işkence gibi gelir. Tatil günüm neredeyse hiç yok
denebilir. Sürekli yoğun bir tempo içerisinde çalıştığımız muhakkak. Konya'da kaldığım dönemlerde Pazar günlerini aileme ayırdığım haftalar olabiliyor. İş ya da özel hayatıma ilişkin olarak kendi ağzımdan bir değerlendirme isterseniz, beğendiğim en iyi tarafım, asla eve iş götürmüyor oluşumdur. Evden çıkınca evi, Oda'dan çıkınca Oda'yı unuturum. Bulunduğum mekâna göre yoğunlaşırım. Böyle bir yapım var. Bazı insanlar 'ben uyuyamam'derler ama ben bu yaklaşımım nedeniyle yastığa yarım metre kala uyurum.
Aileniz sizin bu tempolu çalışmanızdan şikâyetçi mi?
Çok şikâyetçi. Ama onlar da alıştılar. Üç çocuğum İstanbul'da okuyor. Onlarla bazen İstanbul ziyaretlerinde yemekte bazen de telefonla kısa da olsa görüşüyorum. İlkokula giden küçük çocuğum var. Onlar bazen telefon açıp 'baba ne zaman geleceksin?'diyorlar. Beni çok özlüyorlar. Ama bulunduğum görevleri bir sosyal sorumluluk olarak algılıyorum ve ona göre hareket ediyorum. Ailem de beni anlayışla karşılıyor.
Peki Sayın Üzülmez, bu yoğunlukta kitap okuma fırsatı bulabiliyor musunuz? En son okuduğunuz birkaç kitabın ismini öğrenebilir miyiz?
Son zamanlarda kitap okuyacak zamanı bulmada sıkıntı çekiyorum. Okuyamıyor olmam gündemden uzak kaldığım olarak anlaşılmamalı. Bunun çaresini buldum. Ben konumum itibariyle hem ekonomiye, hem iktisada hem de magazine zaman ayırmak durumundayım. Kısacası her türlü kitabı okumak zorundayım. Odamızda araştırma uzmanları var. Onlara görev verdim. Araştırma uzmanlarımızın haftada en az bir kitap okuyarak, okudukları kitabın özetini bana sunma mecburiyetleri var. En son 'Euro İslam'adlı bir kitap okudum. Fırsat bulsam roman okumak isterim. Kendime has olarak önem atfettiğim dini kitaplar da var, onları da okurum. Kitap okumak bir ihtiyaç şüphesiz. Değirmene buğday vermezseniz un üretemez, insan da böyledir, kitap okumazsa kendisini bir adım ileriye götüremez.
Hüseyin Üzülmez, üniversite yıllarında, bu günlere geleceğini biliyor muydu, ya da Hüseyin Üzülmez'in gençlik yıllarında hayata dair projesi neydi?
Bir defa şunu ifade edeyim ki, ben bulunduğum yerlere hiçbir zaman tepeden inme gelmedim ve tabiri caizse tam da tırnaklarımla kazıyarak geldim. Ben sadece Üniversite yıllarımda değil lise dönemlerimde de Türkiye'nin geleceği yönünde kafa yoran bir insandım. Üniversite yıllarında bu mücadelem biraz daha yoğunlaştı. Ülkemiz için neler yapabiliriz, ülkemiz nasıl gelişir, diye çok defa ciddi çalışmalarım oldu. Belki Ticaret Odası Başkanlığı gibi somutlaştırılmış bir hedefim yoktu. Çünkü hayatta ne olacağını bilemezsiniz. Ama ilk hedefim, Türkiye'yi daha ileriye götürmekti. Sosyal bir insandım. Üniversite yıllarında ülkenin gelişmesi ve ilerlemesi için neler yapabilirim diye sürekli kafa yoran alternatifler üreten bir yapıdaydım, bu bugün de böyle. Takım ruhuna inanan ve ekiple çalışmayı seven bir kişiyim. İlk defa 1992 yılında KTO meclis üyesi olarak görev aldım. Ama o dönemin Ticaret Odası başkanının yanlışlarını görünce böyle önemli bir kurumun başındaki insana arkadaşlarımızla dedik ki, 'Siz yanlış yapıyorsunuz. Şayet ben sizi bu makamdan indirmezsem Allah bana bunun hesabını sorar'. Kendi arzularımızla değil koyduğumuz düşünce ve çalışmalarla toplum bizi buralara kadar getirdi. Arkadaşlarımızla çalışma stratejimizi belirleyerek yola koyulduk, nihayetinde 4 ay sonra KTO Başkanı oldum. Tekrarlıyorum. Ben geldiğim hiçbir göreve tepeden inme gelmedim. Yine o dönemde Odalar Birliği'nin Konya'da bir toplantısı oldu ve beni de 1995 yılında TOBB Yönetim Kurulu'na almak istediler. Şu an Odalar Birliği Başkanımız Rıfat Bey dahil olmak üzere kendimizi yakın hissettiğimiz arkadaşlarımızla bir çalışma yürüterek 4 yıl mücadele verdik. Fuat Miras bir gün bana dedi ki "Biz seni nasıl tutacağız. Bir gün Edirne'de bir gün başka yerdesin". Seçim sürecine girildiğindeyse o dönemin TOBB Başkanı Fuat Miras bana telefon açarak 'Beni desteklemezsen aday olmayı düşünmüyorum'dedi. Yaptığımız görüşmeler neticesinde vereceğimizi taahhüt ettiğimiz desteğin karşılığı olarak çalışma ekibimizle birlikte TOBB yönetimine girdik ve bu kadrolarda Anadolulaşma sürecini başlattık.
Neredeyse çocukluk yıllarınıza ulaşan bir çizgide ve bugün de devam eden dostluklarınız, kendinize yakın bulduğunuz ancak aktif çalışma ekibiniz de hiç yer almadığı halde bir anlamda dışarıdan sizi gözlemleyerek belirlediğiniz yol haritalarınızda yardımcınız olan sürekli görüştüğünüz dostlarınız var mı?
Ben ulaşılmaz bir insan değilim. Kapım herkese açıktır. Benim disiplinli çalışmam, ciddi davranışlarım neticesinde beni tanımayanlar beni soğuk bir kişi olarak görürler. Ama benimle bir kez bir araya gelen insan benim ne kadar sıcak olduğumu anlar. Dostlarıma büyük önem veririm. Ve sorduğunuz anlamda uzun yıllardır görüştüğüm dostlarım hep oldu bugün de var. Dostlarımla, arkadaşlarımla az da olsa, beş dakika da olsa görüşürüm. Halini hatırını sorarım. Onların fikirlerini sabırla ve heyecanla dinlerim. Eğer yoğunluğum nedeniyle hiç yüz yüze görüşme fırsatı bulamıyorsam bir telefon açıp hem gönüllerini alır hem de fikirlerinden istifadeye çalışırım.
Şimdi de görev yaptığınız TOBB'a geçelim istiyorum, yıllardır TÜSİAD'ın ülke ve hükümet üzerinde büyük bir etkinliği söz konusuydu ve bugün kısmen de olsa bu etkinlik sürüyor. Ancak son yıllarda ve özellikle bu hükümet dönemiyle beraber TOBB'un hükümet nezdinde ağırlığı ve itibarı TÜSİAD'a oranla daha belirgin olarak gözlemleniyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bu soruya Konya Ticaret Odası'nda yılar önce yaşanan bir örneği aktararak cevap vermek istiyorum. Bizden önceki KTO yönetimi uzun yıllar Konya'da görev yapmış ama halktan, tüccardan sanayiciden kopuk bir tavır sergilemiş. Ve bu sebeple hiçbir şekilde başarıya ulaşamamış. Bir Oda asli görevlerini yerine getirmezse, halktan kopuk hareket eder ve üyeleri adına söylemesi gereken sözlerden yürütmesi gereken çalışmalardan uzaklaşırsa, birileri gelir ve odanın yerini doldurur. Türkiye'de TÜSİAD gerçek işlerinin dışında görevlerini yapmayıp, tabanından kopuk, hükümet yıkmak, hükümet kurmak gibi işler yapıp hatta bir siyasi partinin arka bahçesi gibi hareket ederken, TOBB yönetimi 2001 yılından itibaren Anadolulaştırma hareketiyle yeni bir süreç başlattı. Tabanıyla bütünleşerek, hükümetin yanlışlarını ortaya koyarken doğruları da destekledi. En nihayetinde Hükümet bu sorunları çözeceği için, hükümetle kavga etmenin bir anlamı yok. Biz burada hükümete bir danışmanlık fonksiyonu yüklendiğimizi düşünüyoruz. Hükümetin doğru yaptıklarına doğru diyerek bu doğruyu desteklemek ancak hükümetin yaptığı yanlışlara da doğru zemin ve zamanlarda siz yanlış yapıyorsunuz uyarısında bulunarak ona doğrusunu gösterecek hazırlıkları, çalışmaları yapmaktır bizim görevimiz. Bu anlayış hükümetin, iktidar sahiplerinin ve dolayısıyla bu ülkenin önünü açacak bir anlayıştır. Bizim diğer yapılanmalardan bu temel farklılığımızı gören halk da bizim yapmış olduğumuz çalışmaları iyi niyetli ve memleket için kıymetli olarak değerlendirmektedir ki, bu süreçte TOBB itibar kazanmaktadır. Ve yine bu sayede TOBB'a toplumdan büyük bir ilgi söz konusudur.
Ankara'da geçtiğimiz dönemler içerisinde bir TOBB üniversitesi kuruldu. Yürütülen bu proje kapsamında önümüzdeki günlerde Konya'da da bir TOBB üniversitesi kurulması düşünülüyor mu? Sizin böyle bir girişiminiz var mı?
Konya'ya bahsettiğiniz üniversiteyi kurma çalışmalarımız bir yıldır devam ediyor. Tarihte üniversiteler şehri olan Konya'ya bir üniversite de biz kazandırmak istiyoruz. Ama sadece üniversite kurmak değil burada önemli olan. Konya sanayisini daha ileriye taşıyacak nitelikte ve kalitede bir üniversite kurmanın mücadelesini veriyoruz. Bakın bugün itibariyle Selçuk Üniversitesi'nde 80 bin öğrenci eğitim görüyor. Sadece kendi üniversitemizde değil, Türkiye genelinde üniversitelerin tamamında okuyan öğrencilerin kendilerine güvenleri maalesef yok. Ve neredeyse bütün üniversitelerimizde geçerli olan bir durum var ki, bugün Türkiye'de üniversite-sanayi iş birliği geliştirilememiştir. Bu sebeple kaliteli eleman yetişmiyor. Biz buradan hareketle ihtiyaçları tespit ederek Konya için gerekli olan üniversiteyi kurmak istiyoruz. Eğer YÖK'ten gerekli izin alınabilirse, kurulacak üniversite de makine mühendisliği bölümünde okuyan bir öğrenci, makineyi ve tezgahı bilecek. Ayrıca öyle bir yabancı dil eğitimi alacak ki, dünyayı ve teknolojik gelişmeleri takip edebilmek bir sorun olmaktan çıkacak. Tarımla ilgili bölümde okuyan bir öğrenci ise giyecek kıyafetlerini tarlanın içine girecek. Kısacası bilimsel teorik bilginin yanı sıra pratik kabiliyetleri de geliştirmeyi amaç edinmiş bir üniversiteyi bu şehre kazandırarak ulaşmaya çalıştığımız şey, bu üniversite sayesinde sanayicilerimize kalifiye iş gücü fırsatı sunabilmektir. Bugün Konyalı işverenin öncelikli sıkıntılarından biri de budur. Çünkü İstanbul'dan bir kalifiye elemanı kendisine sunduğunuz imkanlarla bu şehre çekebilmek ve bu şehirdeki çalışma şartlarını onun için cazip kılabilmek mümkün olmuyor.
Hazır söz üniversitelerden ve YÖK'ten söz açılmışken, son günler de kamuoyunu fazlasıyla meşgul eden bir diğer konu da bazı rektörlerin kimi konularda hükümete tavır almaları ve devam eden gerginlikleri tırmandırmaları. Özellikle bir üniversitede gerçekleştirilen diploma törenine başörtülü oldukları gerekçesiyle öğrenci velilerinin alınmayışıyla başlayan tartışmalar bugün de sıcaklığını koruyor. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim şahsi görüşüm yaşanan bu tür manzaralar son derece çirkindir. Bu ülkenin insanları yine bu ülke için oğlunu şehit verecek kadar mukaddes, vatan birliğine inanmış insanlardır ve bu durumda vatandaştırlar da, oğlunun kızının diploma törenini yaşantısının ve inancının gereği giyindiği şekliyle takip etmek istediğinde vatandaş değiller midir ki başörtülü diye üniversiteye almayacaksınız. Bu dünyada yaşanabilecek en büyük yanlışlıklardan ve görülebilecek kayda değer ilkelliklerden biridir. Bir de siz bu olayların vuku bulduğu yerlerin bu ülkenin yarınlarda söz sahibi olabilmesi için bilim üretecek, bilgi üretecek yerler olduğunu düşünürseniz durumun vahameti gün gibi ortaya çıkıyor. Aynı zamanda bugün dahi yaşanabilen bu ve benzeri olaylar, bu meselelerle anılan üniversitelerin ne yazık ki hala toplumla barışmadığını gösteriyor. Bütün bunların üzerine bir de biz çıkıp AB'ye gireceğiz diyoruz. Bu şartlarla -kusura bakmayın- bizi AB kabullenemez, içine sindiremez, birliğe almaz. Avrupa'da İnsanlar düşüncesini eyleme dökmediği sürece serbesttir. Bir düşünce özgürlüğünden ancak böylelikle bahsedilebilir. Bugün Türkiye'de biz de bunu istiyoruz. Yaşanan mağduriyetlerin ve dökülen gözyaşlarının müsebbiplerini ahlak dışı hareketlerin sahipleri olarak görüyorum. Ben 1997'de TOBB Genel Kurulu'nda bir konuşma yaptım. Arkadaşlar dedim 8 yıllık eğitimi eğer tartışacaklarsa en son siyasilerin tartışması lazım. 8 yıllık eğitim siyasi değil aslen ekonomik bir tartışma alanıdır. Önemli olan yönlendirmeli eğitimin hayata geçirilmesidir. Ayrıca aynı konuşmada din eğitimi konusunda da isteyen her vatandaş dini eğitiminin doğrusunu devlet eliyle öğrenme hakkına sahip olmalıdır, vatandaşlara kendi dini eğer devlet eliyle öğretilmeyecek olursa, Ali Kalkancı gibi adamlar çıkar ve bu durumdan bütün toplum zarar görür dedim. Tabi Genel Kurul salonunda o tarihte yer alanların yarısı beni yuhaladı, diğer yarısı da ayakta alkışladı. Ama yuhalayanlar daha sonra gelip benden özür dilediler. Bugün biz bu ülkede üzülerek söylüyorum ki çocuklarımıza yarınlarda bu ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz gençlerimize şekilci dayatmaların öne çıktığı tali konularla örülen ağı delip içini asıl konularla dolduramadığımız bir eğitim veriyoruz. Bu sebeple beyaz yakalı işsiz dediğimiz insanlar işsiz ve güçsüz olarak sokaklarda boş geziyor. Hem sanayide hem tarımda hem de hayvancılıkta üniversite mezunlarından yeterince verim alamıyoruz. Geçmişten gelen popülist politikalar nedeniyle bugün bu hale geldik. Üniversite mezunları alışmış, masa başı devlet memuru olmaya başka bir şey yapmıyor. Ama kusura bakmayın, veterinerin ahıra girmesi, makine mühendisinin o masadan kalkarak makinenin başına geçmesi, ziraatçının ise tarlaya inmesi gerekiyor. Ancak böyle eğitim verirsek ve kısırlaştırıcı istismara dayalı ya da prim veren yaklaşımlardan siyasilerimiz ve dahası üniversite hocalarımız ısrarla kaçınırlarsa ancak bu ülkede eğitim ve ekonomi daha ileriye gider ve böylelikle hep birlikte kalkınırız.
Az önce konuştuğumuz konu siyasetçilerin gündemini işgal etmeyi sanıyoruz bir müddet daha sürdürecek fakat siyasilerin bir diğer gündem maddesi de kimi çevrelerin zorlamasıyla kamuoyunun tartışmaya başladığı erken seçim meselesi. Erken seçim eksenli yürütülen tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz. Türkiye, erken seçime hazır mı?
Şu an için erken seçimi ihtiyaç olarak görmüyorum. Erken seçim yapılırsa bunun faturasını vatandaş öder. Onun için erken seçimi gerektiren bir yapı da yok ortada. Baykal, erken seçim diyor, ama anketlerde Baykal'ın durumunun vahim olduğu alenen görünüyor. Baykal'ın erken seçim isteyebilmesi için anketlerde kendisini ön planda göstermesi gerekir. Ama tabi Türkiye'de siyasetin kuralı budur, öyle ya da böyle muhalefet bir şekilde erken seçim istemek durumundadır. Ancak Türkiye'nin şu an erken seçime ihtiyacı yok. Erken seçim olursa bunun zararını ve külfetini halkımız çeker. Türkiye önümüzdeki günlerde ekonomisi rayına oturtmuş, sosyal barış ortamını kurmuş, Avrupa Birliği yolunda emin adımlarla yürüyen bir ülke olmaya neredeyse mecburdur. Bütün bu söylediklerimiz istikrarın önemini vurgular. Erken seçim tartışmalarına ilişkin olarak belirtmek isterim ki şu andaki siyasi istikrarın hayati önemi vardır ve devam etmesi gerekir. Bu sebeple Türkiye'nin şu an seçime gitmesi doğru olmaz.
Muhalefetin seçim ısrarının gerekçesi sizce ne olabilir?
Bizde muhalefet her zaman seçim ister. Bizde bir deyim vardır. Yenilen pehlivan güreşe doymaz. Ama bugün için ihtiyaç yok, yarın belki olabilir. Türkiye şartları uygun olduğu zaman seçime gitmeli.
Kimi çevreler; bu tartışmayı Cumhurbaşkanlığı seçimine bağlıyorlar, siz buna katılıyor musunuz?
Olabilir Sayın Baykal, daha seçimden 6 ay sonra 'Bu meclis Cumhurbaşkanı seçmemeli'dedi. Haklı olarak rakip bir partiden cumhurbaşkanı seçilmesini istemiyor. Bu da gayet normaldir.
Sayın Üzülmez, Konya gündemine gelecek olursak. Geçtiğimiz haftalarda iki AK Parti hükümetinde de Tarım Bakanı olarak görev yürüten sayın Sami Güçlü'nün bir görev değişikliği söz konusu oldu. Mevcut hükümette Konya artık Bakan düzeyinde temsil edilemiyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben de Sayın Başbakan'la görüştüğümde bunu ifade edeceğim. Konya gibi büyük bir şehrin ve iktidara 14 milletvekili vermiş bir ilin bakan düzeyinde mevcut hükümette mutlaka yer almasının gerekliliği aşikardır. Bir il tam tamına 14 sandalyeyle sizin arkanızda durmuş, önünüzü açmış ve size destek vermiş. En kısa zaman zarfında yeni bir kabine revizyonuyla hükümette bir değişiklik yapılarak mutlaka Konya'dan bir milletvekilinin Bakan olarak değerlendirilmesini arzu ettiğimi Konyalı bir işadamı olarak kendilerine ifade edeceğim. Gerekçeleri fazla siyasi nedenler olduğu için burada detaylarıyla birlikte tartışmak istemiyorum.
Samimi bir ortamda düşüncelerinizi paylaştınız. Yoğunluğunuz arasında vakit ayırdınız. Gündemi değerlendirdiğiniz ve düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için size teşekkür ediyorum.
Ben de yayın hayatına başladığı günden bu yana farklı bir çizgi takip eden gazeteniz memleket'e ve size teşekkür ediyor, başarılar diliyorum...