İslam geleneğinde âlim, ilim, amel ve ihlas üçlüsünü her yönüyle temsil eden kimsedir. Bu bağlamda âlimin bilgilenme ve bilgisini izhar etme açısından zâhir, bildiklerini gündelik hayatında yaşama açısından bâtın boyutları vardır. Özellikle, temsil Müslümanlığının manevi hayata güç katmasıyla birlikte “veli” ve “velâyet” gibi manevi yükselişler, âlimin toplumsal hayattaki otoritesine güç verir. Günümüzde, ilmiyle âmil, dindarlığında samimi, siyasi şuur olarak bütün dünya Müslümanlarının içinde bulunduğu durumu iyi analiz edebilen ve insanlığın içine düştüğü çıkmazlardan kurtarılmasında projeler geliştiren çok yönlü âlimlere ihtiyaç vardır. İşte ilmi otoritesinin yanında manevi otoritesini iyi kuran âlimler, velayet noktasında büyük işler başarabilirler.
İslam düşünce geleneğinde velâyet; muhabbet, dostluk, yardım ve vekâleten birey ve toplumun sorumluluğunu yüklenmek demektir. Bu unvana kimlerin layık olduklarını Hz. Peygamber’den gelen şu rivâyetten anlıyoruz: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah akla gelir.”( İbn Mâce, Sünen, “Zühd”, 4).
Çünkü onlar, tahkiki iman ile Allah’a bağlanmışlardır. Mümkün olduğu ölçüde Allah’ı ve sıfatlarını bilirler, itaate devam ederler, seherlerde istiğfar ile meşgul olup, gündelik hayatlarının tüm alanlarında isyanın her türlüsünden kaçınırlar. Şehvetlere ve lezzetlere dalmaktan uzaktırlar. Bunların dünya malına, kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için sevmek (el-hubbu fi’llah) ile birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler.
Allah’ın velî ve âlim isimlerini yaşam tarzı haline getiren âlimler, helal ve haram konusunda müteyakkızdırlar.
İlahi ahlakla bütünleşmiş olan gerçek âlimler, günaha büyük ve küçük diye bakmaz, kime karşı işlendiğine bakar, bu sebeple olabildiğince seyyiattan korunmaya ve hasenata sarılmaya çalışırlar. Çünkü onların dünyasında değil şüpheli ve haram olana, mekruhlara bile büyük tepki vardır. Onlar, günahları saatli bomba gibi görürler ve tevbe ile kısa zamanda etkisiz hale getirilmesi için uyarıda bulunurlar.
Allah’ın kendilerine verdiği akıl nimetini iyi kullanan gerçek âlimler, Allah’ın razı olduğu şeylere sonsuz muhabbet duyarlar, O’nun razı olmadığı şeylere de muhalefet ederler.
İyi âlimler, Yaratan’a derin saygı, yaratılana şefkat duyarlar.
Sulehâ-i sâlihînden olan âlimler, kendisi için değil, başkaları için yaşarlar. Maneviyat alanında meydana getirilen büyük yıkım ve tahribatlar karşısında nesillerin terbiye ve eğitimleriyle meşgul olmaktan asla geri durmazlar. Onlar, “ölmeden önce ölünüz”, “ölmeden önce kendi nefsinizi hesaba çekiniz” nebevî kavliyle hareket ederler, hiçbir dini sohbet görmemiş, bir âlim, bir mürşid, bir Allah dostu ile görüşmemiş, böyle zatların yakın semtine uğramamış, maneviyat âleminden feyiz almamış, bu neş’elerden, manevi zevklerden mahrum yaşamış gençlerin hali ne olacak? diye düşünürler. Bu noktadaki sorumluluklarını hayata geçirme yolunda gayret gösterirler.
Cenâb-ı Hak, bütün bir yeryüzünü ilim, amel ve ihlasla donanmış mücadeleci âlimlerden eksik etmesin!...