Önceki yazılarımda da söz etmiştim, Kuş Ali günümüzün gerçek yörük beylerinden biridir. Oba olarak modern modern araçları da kullanıyorlar ama o hala develerinden vazgeçmedi. Göçerlik hayatı sona erinceye kadar da vazgeçmeyecek.
Onu her mayıs ayında Ermenek dolaylarında karşılarım. O artık sahilden yaylalara doğru geliyordur. Bir kere de yaylada ziyaret ederim. Onun kara çadırının yanına çadırımı kurar, bir iki gün kalırım.
Kuş Ali daha önce Taşkent yaylalarında kalıyordu, iki yıldır Hadim’in Umurlu yaylasında kalıyor. Umurlu, küçük yoksul bir köy. Günümüzde köyde sadece yaşlıları görmek mümkün, merkeze uzaklığı 120 km. O bölgedeki köyler de Umurlu gibi küçük, yoksul köyler. Çakallar, Dülgerler, Ağaççı, Göynükışla gibi. Sanırım Ağaççı tümüyle terkedilmiş. Bütün yoksunluklarına karşılık bölge güzel insanlar yetiştirmiş. İyi şair Kamil Uğurlu, iyi yönetici Ahmet Sorkun bu bölgenin yetiştirdiği değerlerimiz.
Cumartesi günü o bölgeye çalışan küçük bir otobüsle yola düştük. Düştük ama gidişimiz de, gelişimizde tam bir maceraydı. Bindiğimiz otobüse Karaman Yolu çıkışında üç teneke on numara yağ doldurdular. Onca tehlikesine rağmen bunu neden kullandıklarını sorduğumda, aldığım cevap, herkes kullanıyor, oldu. Dönüşümüzde içi, tepesi köy ürünleriyle dolu bir minibüsle geldik. Şoför bütün yolcuları tek tek evlerine dağıttı ve bu yüzden şehrin batı yakasında gezmediğimiz mahalle kalmadı.
Bademli ’den sonra Umurlu köyünden Hasan adlı bir arkadaş ulaştırdı yaylaya. Kuş Ali, eşi Hatice hanım ve torunları, Seher çadırdaydılar. Biz muhabbet ederken çocuklar da geldiler çadıra. Kimi keçi, kimi koyun, kimi deve gütmeye gitmişlerdi. Kuş Ali’yi ilk tanıdığımda on çocuğundan dokuzu yanındaydı.
Yuvadan uçan gitti, torun sahibi oldu Kuş Ali. Küçükken Ayşe cadımın kızı İlknur dedesi ile nenesinin yanından ayrılmazdı. Şimdi Meryem’in kızı Seher ayrılmıyor onlardan. İlk gün barışamadık Seher ile ama ertesi gün iyi arkadaş olduk, gitmeyin, burada kalın, diye yalvarmaya başladı.
Gerçek bir yörük anası Hatice Hanım. Yörük kızlarının çoğu gibi o da Kuş Ali’ye kaçarak evlenmişler. Hatice Hanımın annesi Emine’ye, yıllar önce Başara tarafına göçerken Altınapa Barajının batı yakasında yıldırım çarpmış, Değirmen köy mezarlığına gömmüşler anneyi. Zamanla su altında kalmış mezar. Bu hikayeyi birkaç kere anlatmış, acaba mezarlığı taşısak olur mu? Diye, sormuştu Hatice Hanım. Yazın mezarı ziyaret etmişler. Sular çekilince ortaya çıkmış mezar taşı. Sonra anasını rüyasında görmüş Hatice Hanım. Sızlanıyormuş, sular altında kaldım, diye. Bir avuç ceviz uzatmış kızına, bunları ver, çocuklar yesin, diye. Sonra babası Mustafa’yı rüyasında görmüş Hatice Hanım. Yeşillikler içinde, yeşil boyalı bir evde oturuyormuş babası. Babası ile annesi birbirlerini çok severlermiş. Emine’mi yanıma salmıyorlar, diye, sızlanmış babası.
Umurlu Yaylası ulu ardıç ağaçlarıyla kaplı, Muhteşem bir yayla. Biz de çadırımızı iki ulu ardıcın altına kurarak iki gün kaldık. Pazartesi sabahı saat üçte uyanarak Umurlu Köyüne indik. Uzun bir bekleyişten sonra geldi dolmuş.
Yol boyu, göç yoluna düşmüş yörük çadırları ile doluydu. Güz geldi, havalar, özellikle geceleri soğumaya başladı ve onlar sahilin yolunu tuttular.