Mute Destanı’nın kahramanları Ürdün'de yatıyor
Hafta sonu iki günlüğüne Ürdün’e gitmek nasip oldu. Yakın zamanda Kenya ve Fas gezilerini sizlerle paylaşmış ve pek çoğunuzdan olumlu tepkiler almıştım. Ürdün gezimizi de diğer seyahatlerimiz kadar uzun olmasa da sizlere aktarmak, Ürdün’ü bir nebze olsun tanıtmak niyetindeyim…
Bu geziye katılmamız için aynı zamanda gazetemizin de yazarı olan sevgili dostum Celal Güneş’ten davet aldığımda ilkin iş yoğunluğundan dolayı gitmeyi düşünmedim. Birkaç gün sonra Celal Bey telefonla tekrar arayınca ‘peki’ deyiverdim…
Konya’dan özel bir uçakla tam 186 kişi bu seyahate iştirak etti. Tamamının isimlerini burada zikretmem imkansız, ama yazımız içerisinde bazı isimlerden bahsedeceğiz. Katılımcıların çoğu cemaatle bir şekilde tanışıklığı olan, sohbetlere katılan veya cemaatin kimi kuruluşlarında mütevelli olarak hizmete katkıda bulunanlardan oluşuyor. Geziye gazeteci olarak Merhaba Gazetesi’nden yakın dostum Mustafa Arslan’la birlikte iştirak ettik, zannediyorum yoğun çalışmalarından fırsat bulursa Mustafa Bey de geziyle alakalı bir yazı yazar ve onu da zevkle okuruz…
Cumartesi sabahı daha sabah namazı vakti bile girmemişken Konya hava alanında toplanmaya başladığımızda enteresan bir geziye şahitlik edeceğimizi hissetmiştim. Uçağımız saat 7’de kalkacakmış, ama kalabalık bir heyetin işlemleri uzun sürer diye bize ‘uçak saat 6’da kalkacak’ denmiş meğer. Bu yüzden iki buçuk saatlik bir uykuyla gelebilmiştim hava alanına. Bu uykusuzluk, gezi boyunca sürdü maalesef…
Bir Türk charter firması olan Freebird Havayolları’na ait A320’yle sabah 7.30 gibi kalkan uçağımız bir saat 15 dakika sonra Ürdün’ün başkenti Amman’a ulaştı. Amman’a 18 sene evvel 1993’te sıcak bir Temmuz akşamında gitmiştim. Aradan geçen onca senede hava alanı neredeyse hiç değişmemiş. Yakın zamanda vizeler karşılıklı kaldırıldığı için birkaç dakikalık pasaport işlemlerinden sonra ülkeye giriş yaptık. Heyet kalabalık olunca doğal olarak hava alanı dışında bir miktar bekledik ve iki gün boyunca bizi gezdirecek olan 4 otobüse doluştuk. Hava bina içinden güneşli gibiydi, ama dışarı çıkınca durumun sanıldığı gibi olmadığı anlaşıldı. Türkiye’dekine benzer bir soğuğa beş on dakika sonra yağmur eşlik etmeye başladı. Arap ülkelerini zihninde hep sıcak olarak tahayyül edip yazlıklarla gelenler ayazda kaldı tabi…
Seyahatimiz kısa olduğu için hiç vakit kaybetmeden bizim Mute Destanı olarak bildiğimiz, Mute savaşının gerçekleştiği bölgeye doğru hareket ettik. Dört otobüsün her birine buradaki Türk okulundan (Uluslararası Hamidiye Okulu) birer öğretmen arkadaşımız rehberlik etti. Bizim otobüsümüze cemaatin Ürdün sorumlusu Faik Bekar refakat etti. Yeri gelmişken Faik Bey’i kısaca tanıtmak isterim size. 1973 Muş doğumlu. 1994’te Amman’a üniversite eğitimi için gelmiş ve o günden bu yana burada ikamet ediyor. Ürdün’den evlenip kısmen oralı olmuş. Bize Ürdün’ü anlatırken kendi ülkesinden bahseder gibiydi. Cemaatin diğer ülkelerdeki sorumluları gibi bu ülkeyle alakalı tüm işlerde de onun imzası var. Yakın zamanda Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a ve evvelki sene de Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e Ürdün’de bu arkadaşımız refakat etmiş gezilerinde. Allah yolunu açık etsin…
Amman Alia Havaalanı şehrin bir hayli dışında olduğu için şehre hiç girmeden doğruca Kerek şehrinin Mezar ilçesine gittik. Bir buçuk saat kadar yol aldıktan sonra öğrendiğimize göre epeydir yağmur yağmayan bölgeye yoğun yağmur altında vardık. Şehir kısmen dağlık bölgenin tepelerine yayılmış. İki, üç bilemediniz nadirattan dört katlı binalardan oluşuyor yapılar. Yollar dar ve kimi yerler çamur deryası. İlk bakışta en dikkat çekici özellik ise istisnasız tüm binaların kolon demirleri üste bir kat daha çıkmak için sarkık bir şekilde duruyor. Yani tüm binalar çatısız. İnşaat demirleri her binanın süsü gibi duruyor çatılarda…
İlçenin ismi buradaki önemli mezarlardan dolayı Mezar konmuş. Otobüsümüz Mute savaşının gerçekleştiği merkez noktaya durduğunda heyecanımız artıyor. İmam Hatip’te okuduğumuz zamanlar band tiyatroları revaçtaydı. Mute Destanı da en beğendiğimiz kasetlerden biriydi. İşte yıllar sonra buraya gelmek ve mübarek sahabelerle cennet’te komşu olmak için dualar ediyoruz. Heyetimizde bulunan Sait Koçer hoca dua ediyor ve tüm eller amin demek için göğe yükseliyor. Kimimiz sert esen rüzgar ve yağan yağmura rağmen sıcacık göz yaşlarıyla ısıtıyor yüreğini, kimimiz hatıra fotoğraflar çektiriyor…
Otobüslerimize binerek hemen aşağıda Mute savaşı komutanlarından Zeyd bin Harise, Cafer bin Ebu Talib ve Abdullah bin Revaha’nın 200-300 metrekare arayla bulunan mezarlarına gidiyoruz. Her bir kabrin yanına şehit komutanların adına Ürdün Krallığı tarafından birer mescid yaptırılmış. Bu mescidlerden en büyüğü olan Cafer bin Ebu Talib’in makamı yanındaki mescidi öğlen namazımızı ifa ediyoruz. Ardından Sait Koçer hoca bir Kur’an ziyafeti çekiyor ve ardından da ellerimizi bir kez daha dua için kaldırıyoruz…
Yeri gelmişken kısaca Mute Savaşı’nı ve sırayla şehit düşen komutanların hayatlarını aktaracağım sizlere:
Mute Savaşı
Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselatü vesselam, 629 yılında büyük devletlerin hükümdarlarına elçiler göndererek İslam'a davet ediyordu. Bu elçilerden biri de Haris bin Umeyr Bizans İmparatorluğu'na bağlı Busra (Havran) valisine gönderildi. Ancak Busra valisi Şürahbil, elçiyi şehid etti. Bunu haber alan Efendimiz (sav), Şürahbil'in üzerine ordu gönderilmesine karar verdi. Müslümanlar 3 bin kişilik bir ordu oluşturdular. Ordunun komuta edilmesi konusunda Rasulallah, şu şekilde talimat verdi:
"Zeyd bin Harise’yi kumandan tayin ettim. Zeyd bin Harise şehit olursa yerine Cafer bin Ebu Talib geçsin. Cafer bin Ebu Talib şehit olursa, Abdullah bin Revaha geçsin. Abdullah bin Revaha da şehit olursa, Müslümanlar aralarından münasip birini seçip onu kendilerine kumandan yapsın."
İslam Ordusu'nun Medine'den hareket ettiğini duyan Şürahbil, Bizans İmparator'u Heraklius'a haber gönderir. Bu arada kardeşi Sedus komutasındaki bir birliği de Müslümanları karşılamak üzere Vadi'l Kura'ya gönderir. Burada yapılan çarpışmada Sedus öldürüldü ve ordusu bozguna uğratıldı. İlerleyen İslam Ordusu Şam'ı geçti. Bu sırada Bizans İmparatoru Heraklius'un 100 bin kişilik bir orduyla üzerlerine geldiğini haber alan Müslümanlar, nasıl davranacakları konusunda değerlendirme yapmaya karar verdiler. Müslümanların çoğu, Medine’ye haber gönderilmesi ve gelecek olan cevaba göre hareket edilmesini söyledi. Ancak bu savaşta şehid olacak olan Abdullah bin Revaha'nın şu konuşması, herkesin fikrini değiştirdi ve savaşa karar verildi: “Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir, yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Ya şehid, ya gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi?”
Mute Meydanı'nda yapılan çarpışmada, Peygamber Efendimizin ismini saydığı üç sahabe de şehid oldu. Bunun üzerine komutayı Halid bin Velid eline aldı. Halid bin Velid'in, yaptığı şaşırtıcı bir taktikle. Bizans Ordusu'nda bir anlık panik havası yaratıldı. Müslümanlar, bundan yararlanarak sert bir taarruzla Bizans Ordusu'nu kısmen de olsa bozmayı başardı. Bizans Ordusu'nun 30 kata varan sayı üstünlüğünü göz önünde bulunduran Halid bin Velid, savaşa daha fazla devam edilmesini rasyonel bulmayıp Medine'ye dönme kararı aldı ve o gece geri çekildi. Bu savaşta Müslümanlar 600 şehit verirken (kimi rivayetler sayının çok daha az, hatta 12 kişi olduğu yönünde) Bizans ordusu 3 bin 300 kayıp verdi.
Zeyd bin Hârise
Cafer Bin Ebi Talib (r.a)
Câ'fer b. Ebi Talib Habeşe hicret eden Müslümanların Necâşî karşısındaki temsilcisiydi. Hicret'in sekizinci yılında vuku bulan Mute gazvesine katıldı ve Başkomutan Zeyd b. Hârise şehit düşünce, onun yerine sancağı eline aldı. Zırhını giyerek atına bindi. Düşmanın ortalarına kadar ilerledi. Kurtulamayacağını anlayınca, önce attan inerek, atını düşmanın yararlanamaması için saf dışı etti. O düşmanla çarpışırken, 'Cennet de, ona yaklaşmak da ne güzeldir. Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur' diye mırıldanıyordu. Bu sırada düşman tarafından vurulup, bir eli kesildi. Sancağı diğer eline aldı. O da vurulup kesilince, sancağı koltuğunun altına kıstırdı. Aldığı yaralarla yere düştü ve şehit oldu. Abdullah b. Ömer der ki: 'Câ'fer b. Ebi Tâlib'i şehitler arasında aradık. Bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası bulduk.' Hz. Cafer'in iki kolunun da kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah ona Cennet'te iki kanat takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur: 'Câfer'i, Cennet'te meleklerle birlikte uçarken gördüm.' Bundan sonra, kuş gibi kanatlanıp Cennet'te uçtuğu hadisle sabit olan Câ'fer'e 'çok uçan Câfer' anlamında 'Câfer-i Tayyâr' lâkabı verilmiştir.
Abdullah Bin Revaha
|