Ürdünde iki gün - 2

Adem Alemdar

Lut Gölü, Ürdün ve İsrail’e(!) hayat veriyor…


AKTİSAD tarafından düzenlenen ve 186 kişilik kalabalık bir heyetle gittiğimiz Ürdün seyahatimizi kaldığımız yerden anlatmaya devam ediyoruz. Mute savaşının yapıldığı meydanı ve bu savaşta şehadet şerbetini içen komutanlarla şehit askerlerin kabirlerini ziyaret ettikten sonra vakit bir hayli ilerlediği için gecikmiş öğlen yemeğini yemek üzere Kerek şehrinde geniş bir restorana yanaşıyor otobüsümüz. Tabi bir anda 180 kişiyi doyurmak kolay değil, bir saatten fazla sürüyor yemek molası ve ikindi namazının ardından Lut Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz…

Şoförümüze hızlı gitmesini söylüyoruz ki Lut Gölü’nü gün batmadan görebilelim. Neyse ki gün batarken çıplak gözle gölü görmek nasip oluyor. Bu yolculuğa çıkmazdan evvel kafamda oluşturduğum hayali Lut Gölü yerle bir oluyor, yerine gerçeği geliyor. Küçük volkanik bir tasvir varken kafamda; gerçekte kocaman bir derya vardı. Öyle ki uzunluğu 84 kilometre genişliği ise 17 kilometre olan ortalama derinliği 146 metrelik bir gölle karşı karşıyaydım. Yüzeyi Akdeniz’in seviyesinden 400 metre, dibi ise 800 metre daha aşağıda olan bu göl, yüzde 30’un üzerindeki tuzluluk oranıyla da şaşırtıcı. En tuzlu denizlerin bile yüzde 3 civarında tuzluluk oranında olması ne demek istediğimi anlatır sanırım. Doğal tuzluluk çok olunca insanı da içine çekmeyen bir yapı var karşımızda. Yüzme bilmiyorum diye tasa etmeyin, burada asla batmıyormuşsunuz...


Göl kenarına inip yüzmek istiyorduk, bu amaçla mayomuzu da yanımıza almıştık, ama gel gör ki sıkıştırılmış programın kurbanı oldu hayallerimiz. Maalesef hava karardı ve akşam vakti kimsenin gözü buraya inmeyi kesmedi. Öte yandan akşam yemeğine Amman’a yetişmemiz gerekiyordu. Çünkü heyetimize topluca yemek ikramı yapacaktı Darül İman Müesseseleri’nin Kurucusu Şeyh Hüsnü Hasan Hayrettin El Şerif…

Lut Gölü’nü yakından görmekle yetinmiştik, ama bu da önemliydi bizim için. Gölün kenarında cep telefonlarımız karşı kıyının operatörlerine geçince İsrail’le ilgili durumu öğrenmek icap etti. Ürdün’ün işgalci İsrail devletiyle sınırını oluşturuyor bu göl. Daha doğrusu bu taraf Ürdün, karşı taraf Filistin. Haberlerde Batı Şeria diye duymaya alıştığımız 1967’den evvel Ürdün’e ait topraklar 67 savaşından sonra İsrail’e geçmiş ve kukla Arap liderleri de bunu seyretmişti…

İsrail ve Batı dünyası Lut Gölü’ne Ölü Deniz diyor. Bu göl tabi bugünkü konumuyla çok önemli, ama altında muazzam bir tarih yatıyor. Lut Aleyhisselam’ın kavmi burada helak oluyor. Milattan yaklaşık 2 bin sene önce burada Sodom ve Gomorre adında oldukça müreffeh şehirler vardı. Kimi rivayetlere göre burada yaşayan nüfusun 400 bin olduğu söylenmekte. Refah içinde yaşayan bu insanlar Lut peygamberin imana çağıran tebliğlerine kulak tıkadıkları gibi sapkın ilişkilerle sınır tanımayan cinsel heveslerin peşinde koşuyorlardı. En sonunda Lut Peygambere yakışıklı insan sıfatında misafir olarak gelen 4 meleği de sapkın isteklerinde kullanmak isteyince Allah Resulünün duasıyla bir gece ansızın evleri yurtları başlarına yıkılıyor, büyük bir deprem oluyor ve gökten taşlar yağmaya başlıyor. Lut Peygamberin eşi dışındaki ailesi hariç herkes helak olup gidiyor…


Bugün araştırmacılar Sodom ve Gomorre şehirlerini Lut Gölü’nün derinliklerinde aramaya devam ediyorlar. Bir alman araştırmacı 1951 senesinde Kur’an’da geçen hadiseye yakın bilimsel bulgulara ulaştığını açıklıyor. Kayıkla Lût Gölü’nün alt ucunda gezildiği zaman, güneş ışınları da suya uygun bir biçimde yansıyorsa, insan şaşılacak bir manzara ile karşılaşıyormuş. Şöyle ki: Kıyıdan biraz ötede suyun içinde orman ağaçlarının belirdiği görülüyormuş. Derinlerde yeşil renkte görülen ağaç gövdeleri ile ağaç artıklarının çok eski olması gerekir. Bir zamanlar bu ağaçların yaprakları yeşerdiği ve çiçek açtıkları zaman, ihtimal ki Lût (as.) da buralarda sürülerini otlatmıştır. Anlaşılan helak, bir bahar mevsiminde gelmiştir…

Günümüzde Ürdün için hayati önemi var bu vadinin. Çünkü gölün kenarında ve devamındaki Ürdün nehrinin kıyısında iklim yumuşak ve su olduğu için tarım yapılabilmekte. İsrail’de karşı kıyıda aynen Ürdün gibi bu verimli arazileri kullanmakta; belki de dünyaya sattığı envai çeşit tohumları burada yetiştirmekte. Bir Müslüman olarak İsrail’in buraları işgal etmesi kanıma dokunuyor. Dahası bu işgal devletinin buraya; bir çıban gibi kurulmasına göz yuman şehvet ve dünya düşkünü Arap liderlere lanet etmemek elde değil. Nüfus bakımından Ürdün kadar olan bu küçük Siyonist devlet, maalesef koca dünyayı elinde oyuncak gibi oynatarak gelmiş bugünlere. Görünen o ki, Türkiye’den başka bir güç de bu şımarık ve lanetli millete dur diyemeyecek…

 

Bugünkü Ürdün toprakları Hz. Ömer (r.a.) döneminde İslam devletine katıldı. 12. yüzyılda bir süre Haçlıların işgali altına girdi. 1187’de Haçlılardan kurtarıldıktan sonra sırasıyla Eyyubilerin, Fatımilerin ve Memlüklerin elinde kaldı. Memlüklerden sonra 1517’de Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim tarafından alınarak Osmanlı topraklarına katıldı. 1831-1840 yılları arasında Mısır’da Osmanlıya başkaldıran Mehmed Ali Paşa’nın hakimiyetine geçti. Bu ara dönem dışında Ürdün toprakları 1917 İngiliz işgaline kadar Osmanlıların elinde kaldı. İngilizlerin Filistin ve Ürdün topraklarını işgal etmesine, kendisine Arap yarımadasının krallığının verileceği vaatlerine kapılan Şerif Hüseyin de yardımcı oldu. İngilizler, 1921’de Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Abdullah’a Ürdün Nehri’nin doğu tarafındaki topraklarda yarı bağımsız bir emirlik kurdurdular. Bu emirlik İngiltere’nin kontrolü altındaydı. İngiltere 1946 Londra anlaşması gereğince Ürdün’ün bağımsızlığını tanıdı. İngilizlerin Ürdün üzerindeki çıkarlarını koruma görevini üstlenmiş olan Abdullah’a da Ürdün krallığı payesi verildi. Kral Abdullah, 1951’de yine İngilizler tarafından öldürtüldü. Yerine oğlu Talal geçti. Fakat daha sonra akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle Talal’dan, krallığı bırakması istendi. O da 1952’de makamını oğlu Hüseyin’e devretmek zorunda kaldı.

Kral Hüseyin ülkede bir denge politikası uygulamaya çalıştı. Başlangıçta parlamenter sisteme dayalı bir krallık rejimi kurmak istedi. Fakat kendi yetkilerinden taviz vermek istemediğinden ilk seçimlerden sonra oluşturulan parlamentolar sembolik bir demokratik kurumdan ibaret kaldı. Kral 1967 Arap-İsrail savaşının hemen ardından parlamentoyu kapattı. Bu parlamento ancak 9 Ocak 1984’te bir araya gelebildi. Genel seçimler ise ancak 8 Kasım 1989’da yapılabildi. Ürdün kralını böyle bir seçim yapmaya da 18 Nisan 1989’da patlak veren olaylar zorladı. Ürdün yönetiminin Nisan 1989’da, IMF ve Dünya Bankası’nın istekleri doğrultusunda parasını % 50 oranında devalüe etmesi bir hafta süren geniş çaplı bir halk ayaklanmasına yol açtı. Kral halkını ancak bazı vaatlerle yatıştırabildi. Bu vaatlerin arasında serbest seçim yapılması da vardı. Bu doğrultuda 8 Kasım 1989’da gerçekleştirilen genel seçimlerde 80 kişilik parlamentoya, İslami hareketten 22’si Müslüman Kardeşler’den 11 kişi olmak üzere 33 kişi girebildi. İslami hareketin sonraki yıllarda daha da güçlenmesi üzerine yönetim seçim sistemini değiştirdi.

Ürdün, İsrail yönetiminin işgali altında bulunan topraklarla en geniş sınıra sahip ve en çok sayıda Filistinliyi barındıran bir ülke olması itibariyle sürekli İsrail tehdidi altındadır. Ekonomik yönden dışa bağımlılığı bu tehdidi daha da etkili kılmaktadır. 1967 savaşından önce Filistin’in Batı Yaka bölgesi Ürdün yönetimindeydi. Savaşta Ürdün bu bölgeyi İsrail’e bıraktı. Ağustos 1988’e kadar bu bölge İsrail işgali altında olmasına rağmen Ürdün’ün bir parçası gibi görülerek o bölgede çalışanların ücretleri Ürdün tarafından ödeniyordu. Ancak Kral Hüseyin 1988 Ağustos’unda aldığı bir kararla onların ücretlerini kesti. Ürdün yönetimi Batı Yaka üzerinde herhangi bir hak iddia etmiyor ve İsrail’e karşı yelkenlerini indirmiş durumda. Ürdün’ün Körfez Savaşı’nda Irak‘ın yanında yer alması karşı cephede yer alan Arap ülkeleri tarafından yalnız bırakılması sonucunu doğurdu. Ürdün’ü söz konusu savaşta Irak’ın yanında yer almaya biraz da bu ülkeyle olan çıkar ilişkileri zorlamıştı. Çünkü Amman yakınlarındaki Zerka’da bulunan petrol arıtma tesislerinde Irak’tan gelen ham petrol arıtılıyor ve Ürdün petrol ihtiyacını tamamen buradan karşılıyordu. Ama Ürdün’ün Irak’ın yanında yer alması petrol kaynağının kesilmesini önleyemedi. Irak’a uygulanan uluslararası ambargo dolayısıyla bu ülkenin Ürdün’e petrol pompalaması önlendi. Ürdün Körfez Savaşı’ndaki tutumu yüzünden içine düştüğü yalnızlıktan kurtulabilmek için bazı dostluk operasyonlarında bulundu ve bu operasyonlar büyük ölçüde başarılı oldu. İsrail’in çıkarlarını koruyan ABD de Ürdün’ün bu konumundan yararlanarak onu İsrail’le şartsız barış yapmaya zorladı. Ürdün yönetimi ABD’nin baskısına boyun eğmek ve kendinden istenenleri kabul etmek suretiyle uluslararası platformda yalnızlığını kısmen giderdi. Ancak bu kez kendi halkını karşısına almak zorunda kaldı. Öte yandan bazı siyasi meseleler dolayısıyla Irak’la da arası açıldı.

Ürdün’ün en önemli iç problemi Filistinli mülteciler sorunudur. İsrail’in 1967 savaşında Filistin’in Batı Yaka bölgesini işgal etmesi üzerine bu bölgede yaşayan Filistinlilerin çoğu Ürdün’e iltica etmek zorunda kaldı. Bunların çoğu hala mülteci kamplarında yaşamaktadır. Bu kamplarda yaşayan mültecilerin çoğu da işsizdir. Ürdün, belki Ortadoğu Arap ülkeleri içinde vatandaşlarına en geniş özgürlükleri tanıyan bir ülkedir. Ama ülke yönetiminin dış politikada ABD ve İsrail çıkarlarını gözetme gereği duyması halkın tepkisine ve bir yönetim-halk uzlaşmazlığına yol açmaktadır.

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.