Ürkek güvercin

yazar-8

Anne-baba! Bana ruhumu doyurmayı öğretmediniz. Hayatın gerçekleri karşısında ürkek yabani bir güvercinim ben.

Bir insanın yaşantısını kolaylaştıracak her şeye sahibim. Fazlalığından birçoğunu kullanmaya bile fırsat bulamadığım onlarca elbiselerim,  bilgisayarım, en iyisinden cep telefonum, bisikletim, arabamız, evimiz her şeyimiz var. Cüzdanımdan hiç eksik olmayan, dilediğimce harcadığım paramda var.

Peki, ruhumun kıyılarına tüm gücüyle çarpan, ardında köpükler bırakarak çekilen deniz benden ne istiyor? Büyük bir özlemle bitmez tükenmez bir açlığı yaşıyorum.  Dur anne! Koşma mutfağa çeşit çeşit yiyeceklere ihtiyacım yok, açlığa susayan bedenim değil anlamıyor musun?

Bakmayın gazetelerin üçüncü sayfalarındaki her biri toplumun bağrında bir yaraya dönüşmüş haberlere uzak gözlerle. Loş, pislik kokan bir cafe köşesinde ciğerlerine çektiği esrarın sarhoşluğunu yaşayan gençlerden biri benim. Şehvet tuzağına düşürülüp, bir aşk yanılgısı ile hayalleri hoyratça koparılan, en değerli hazinesini yitiren gözü yaşlı o genç kız benim.

Korkuyorum. Oysa korkmamayı öğrettiniz bana. Korkmamaktan korkuyorum. Tüm hatalarımın baş sorumlusu hiçbir şeyden korkmamak oldu.

Her gün yeni bir maske ile çıkıyorum karşınıza, her gün yeni bir yüzünüzü görüyorum. Ellerim yüzümde hıçkırıklar içindeyim, gözyaşlarına boğuluyorum. Ellerimi yüzüme perde yapıyorum ruhumu neyle örteyim anne! Bir lav gibi yakarak geçtiği yeri içime akan utancımı nasıl saklayım? Benliğimi çepeçevre saran boşluğu ne yapayım?

Varlığınız, varlığım bunalım, yoruyor beni. Kendimle baş başa kalmalıyım odama kaçıyorum. Başında saatler geçirmeye bayıldığım bilgisayarımın, klavyesinde ki tuşların üzerindeki parlaklık kenarlarındaki grilik gözüme takılıyor. Oralı olmuyorum. Dün yağan yağmurun izler bıraktığı odamın penceresinde başım. Kötülükleri örten kötülükleri besleyen karanlığı seyre bırakıyorum kendimi. Karanlığı delen ışıklarıyla, yatağında kıvrılarak akıp giden bir ırmak gibi araba kümeleri seyrediyor. İçimde bir şelale çağıldıyor Allah’ım! bu şehir neden bu kadar duyarsız? Açık pencereden süzülen bir esinti yüzümü okşayarak tüm bedenimi kuşatıyor. Rüzgarın etkisiyle birbirine çarpan, apartmanın önündeki çınar ağacının yapraklarının hışırtıları, uzaktan bir sarhoş bağırması, nerden geldiği belirsiz bir köpek havlaması ve bir gurup gencin kahkahaları birbirine karışıyor.

Bıraksam kendimi boşluğa bütün sancılarım biter. İçime çektiğim her nefes kanımı temizlemek yerine kirletiyor.  Fakat boşluğun sonuna erdiğimde ne ile karşılaşacağım? Başını sonunu bilmediğim bir yolculuğa nasıl çıkarım? Korkuyorum.

Gazetelerin üçüncü sayfasında yeni lakin çok bilindik bir haber olurum belki. Dünyayı bir makam, mevki ve mal, mülk edinme yeri olarak gören çocuklarını da bununla besleyen anneler-babalar, yabancı umarsız gözlerle, kendi evlatlarının çalkantılarından habersiz haberimi okurlar. Bir dudak büküş, küçük bir acıma hissi hızla geçip gider yanlarından. Bir gazete yaprağından çıkar da hayatın gerçeği alıverirler kendi çocuklarının ciğer yakan haberlerini.

Ahh! Fırtınaya tutulmuş ruhumu dinginleştirecek bir duam olsaydı dilimde. O’na avuç açmalıyım, af dilemeliyim. Tövbe edecek kelimeleri ben neden bilmiyorum?

Anne-baba! Bana ruhumu doyurmayı öğretmediniz. Hayatın gerçekleri karşısında ürkek yabani bir güvercinim ben.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.