Az önce Galip’in odasında otururken yazıyı yazıp bugün gazeteye göndermeliyim dedim. Murat dedi ki: abi insanın kendini tanıyıp bilmesi üzerine yaz. Galip de insanın içindeki derin boşluktan söz eder misin diye ekledi. Derken Selman içeri girdi. “Cennet Kuşu Televizyon Ve İnternet” kitabı basıldı dedi ve birkaç tane numune bizlere de verdi. Galip’in masasına geçip yazıyı yazıyım istedim, sonra da kendi odamda yazmanın daha uygun olacağını düşünüp odama geçtim. Fatih masa üstüne imzalanacak evraklar bırakmış. Önce onları imzalamaya koyuldum. Bu arada bir arkadaşı da muayene edip reçetesini yazdım.
Ölümle benim aramdaki perdeleri yazdım, yukarıdaki satırlarda, bir saatlik süreçte.
Sabah G’nin e-mailini okudum. Annemi kaybettiğimde diyordu: defin işleminden sonra insanlar gündelik yaşantılarına devam ettiler. Birkaç saat sonra gülmeye başladılar. Yemekler yenildi. Onları görmemek için başka odaya geçtim. Orda da çocuklar oynuyordu. Kim gerçekten ne kadar acı çektiğimi anlayabilir ki?
Sonra O da ölümle kendi arasına perde çekmek zorunda kalacak. Yaşamanın başka yolu yok. Bu zorundalıktan da öte bir seçim ve tercih.
Bu yıl en iyi yabancı film dalında Oscar alan “in a beter world” filminde şöyle söylüyordu Anton, annesini kaybetmiş ve onu çok özlüyorum diyen Chiristian’a: insanlar yakınlarını kaybettiklerinde, ölümle aralarındaki perde kalkar. Sonra yeniden o perde çekilir ve yaşam devam eder.
Yaşadığımız acılar göreceli olabilir mi?
Olabilir.
Normalde beynimiz fizyolojik olarak acıyı kısa sürede sonlandırmaya yönelik çalışır. Hemen kendini tamir etme yoluna gider. Zihinsel olarak biz ona acı çekmeye devam et talimatı vermediğimiz sürece, çok kısa sürede kendini onarır. Belki 12 saat gibi bir sürede. Modern psikoloji yasın 1 yılı aşabileceğini söylerken Mesnevi’de eğer yanlış hatırlamıyorsam karalar giyinmenin 3 gün sürdüğü söyleniyordu. Yas kabullenmeyle biten bir süreç. Kabullenme ne kadar uzarsa yas da o kadar uzuyor ve 2 yılı aşınca da patolojik hale geliyor. Kabullenme nelerle ilgili? Dayanıklılıkla, olgunlukla, doğru bilgiyle, önceki kayıplarla, destekle, temel güven duygusuyla, kaybın şekli ve biçimiyle, kaybın bizdeki anlamıyla, öğrenilmişliklerle…
Eğer yaşadığımız toplumda kayıplardan sonra insanlar düğün yapar gibi eğlenselerdi ve bunu öğrenseydik tavrımız bu mu olacaktı? Bazı toplumlarda cenazeden sonra taziyeye gelenlerin ev sahiplerini döğdüğünü işitmiştim. Bu onların suçluluk duygularına iyi geliyormuş. Öğrenilmiş bir kalıp. Ölüme yüklenilen anlamla da çok ilgili kabullenme.
Acılar göreceli olabilir mi demiştim? Ardından da olabilir dedim. Örnek veriyim. Bir kayıp nedeniyle acı çeken birisinde, ya da aşk acısıyla gelen bir delikanlıda veya genç kızda aniden gelişen şiddetli bir diş ağrısı diğerini unutturur mu? Unutturur o süre içinde. Şiddetli bir gaz sancısı, apandisit ağrısı?
Para kaybeden, köpeğini yitiren birisi birden daha yakın birisinin kaybını öğrense diğeri önemsizleşir mi? Evet.
Göreceli o zaman.
Bu yüzden eskiden taziyelerde Allah acınızı unutturmasın derlermiş. Yani daha büyüğüyle karşılaşıp bunu unutmayın gibi.
Göreceli ise acılar ve insan acıdan kaçınma eğilimindeyse acı çeken insana ne demeli?
Öncelikle acıdan tamamen kaçma şansı olmadığını ve acının da yararsız olmadığı bilgisini ulaştırmalıyız onlara. Sonra da acısının yüzde yüz geçici olduğu bilgisini. Acıyla karşı karşıya kaldığı zaman hemen hızlıca bunun geçeceğini hatırlatmalı kendisine. Geçecekse madem geçinceye kadar dayanabilirim demeli. Bunun bana bir zararı yok. Hatta faydalı bile demeli.
Fakaaattt hepsinden daha önemlisi. Acıyı değil, onu vereni görmeli.
“Bir kuyuda kova ile çekilen su, ipe illettir. İpi görüp de çıkrıkçıyı görmemek ise zillettir”
Öyle söylüyor Hz Pir. Ve diyor ki bir darlık, gam geldiği zaman hemen istiğfara başla. Hemen özür dile.
Gönderen de geçirecek olan da O.
Aman onsuz yaşamayı tercih etme. İster külhanda, ister sarayda. Aman onsuz olma. Yazın da onunla ol. Kışın da. İyiyken de kötüyken de.
Onsuzluk acıdan daha acı.
İnsanın kendini tanımasından da, içindeki derin boşluktan da söz edemedik. Edeceğiz ama. Murat’da Galip’de endişelenmesinler.
Niyazım şudur ki: Ellerimizden tutsun. Dilimiz onu söylesin. Gönlümüzde sadece o olsun. Sevdirsin. Huzur versin. Kendisiyle huzurda kılsın bizi. Çocuklar üzülmesin.
“Yazık dedi sana çocuk...!!!
Boşuna fırça sallıyorsun bu kalbe dedi,
Kuş tüyü olsa elindeki fırça, parlatamazsın sen bu aşkı dedi...
Bak dedi bak. Yüreğim deki nasıra bak. Kaç fırça eskitti bu eller...
Üzülme dedi çocuk...!!!
Sorun senin fırçanda değil. Kurum bağlamış yüreklerde,
Çabalama dedi. Sadece değerli olan taşları parlatabilirsin dedi.
Fırçam elimde kaldı yüreğim bir kayanın dibinde...(Ersen Öztürk)”