Uzun bir yol bu, kovuktan keşfe giden

Orta Dünya'da şöhret, kibir, açgözlülük gibi kavramlara felsefi açıdan nasıl yaklaşabiliriz? Bir yanda Bilbo, Gandalf, Thorin ve Gollum; diğer yanda Aristoteles, Platon, Nietzsche, Kant... Ve daha fazlası Hobbit ve Felsefe kitabında...

Sıcak ve rahat kovuğunda oturmuş piposunu tüttüren bir Hobbit'i düşünün... Ufak tefek bedenini arkaya yaslamış, üzeri tüylerle kaplı ayaklarını uzatmış, altı ana öğününden artık hangisi sıradaysa onun vaktinin gelmesini bekliyor. Şimdi bu Hobbit'in felsefeyle arasının nasıl olduğunu düşünün.

Olsa olsa kovuğunun eşiğinden çok da uzaklaşmamaktaki erdemden dem vururken hayal edebilirsiniz onu, değil mi? Yaşadığı yörenin ötesiyle “karşılıklı uzak durma” anlaşması yapmış gibi görünen bu sevimli insansı varlığa Aristoteles'in, Platon'un, Aquinolu Thomas'ın, Hume'un, Kant'ın ve çağdaş filozofların penceresinden bakmak aklınıza gelir miydi? Hobbit ve Felsefe tam da bunu yapıyor: J.R.R. Tolkien'in Orta Dünya adını verdiği o muhteşem hayal âleminin kapısını açan romanı felsefenin süzgecinden geçiriyor.

Bilirsiniz, Hobbitler mizaçları itibarıyla böyle beklenmedik şeylerden pek hazzetmezler... Ama nihayetinde Tolkien'in öyküsünü anlatmaya değer bulduğu o ilk Hobbit, yani Bilbo Baggins de yakınları tarafından delilikle itham edilme pahasına kovuğunun konforlu kucağından çıkarak kendini bilinmeyenin, bir beklenmedikler silsilesinin kollarına atmıyor mu? Bilbo'nun Hobbit ölçütleriyle hayli pervasız bu hareketi hem onun dünyasını büyütüyor, hem kendisini daha önce mümkün olmadığı kadar derinlikli bir şekilde keşfetmesini sağlıyor... Hem de işte bu kitapta görüldüğü gibi enteresan felsefi, sosyolojik ve edebi okumaların önünü açıyor.

Duruma uygun şekilde kitabın editörleri Gregory Bassham ve Eric Bronson giriş yazısında “Hobbit”in dünyasına pencereyi Platon'un mağara alegorisiyle açıyorlar. Yani dünyası gölgelerden ve yankılardan oluşan bir mahpusun, mağarasının dışına çıkıp çok daha büyük bir dünyayla tanışmasını ve bunun sonucunda değişmesini, mağarasına döndüğünde ise değişmiş olan gerçeklik algısı sebebiyle mağara halkı tarafından “zedelenmiş” görülmesini anlatan o meşhur örnekle. Elbette ana hatlarıyla Bilbo'nun yolculuğunu epey çağrıştıran bu giriş sadece ilk bölümde söz edilecek konulara uzanan sağlam bir köprü inşa etmekle kalmıyor, kitabın genel dili ve havası hakkında da bize iyi bir fikir veriyor.

Bu kitapta zorlu akademik felsefe metinlerinden çok Tolkien'in romanının çeşitli açılardan çözümlemesi gibi işleyen, hatta doğrusunu isterseniz yer yer felsefeden çok edebi analize yakın duran birçok yazı bulunduğunu hemen söyleyelim.

Daha önce Türkiye'de “Matrix”, “Seinfeld” ve “Simpsonlar” konulu kitapları da çıkan bu serinin amacı klasik anlamda felsefe metinleri üretmekten çok, felsefenin belli başlı bazı kavramlarını ve ekollerini bu eserlerin tanınmış ismi vasıtasıyla daha çok insana ulaştırmak, yani bir bakıma felsefe için etkili bir “halkla ilişkiler kampanyası” yürütmek gibi görünüyor.

Heyecan verici ve aydınlatıcı

 

Bunun sonucunda da karşımızda yazarların kâh “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinden dem vurduğu, kâh çocuklarının ilk “Hobbit” okuma serüveniyle ilgili bir anekdottan yola çıktığı, kâh oyunların hayattaki yerine ya da şansın ne menem bir şey olduğuna yelken açtığı, büyük bölümü epey kolay okunan var.

Bu bakımdan Hobbit ve Felsefe öncelikle Tolkien'in eserlerinin ve dünyasının hayranlarına hitap edecek bir kitap. Özellikle bazı yazarların sadece “Hobbit”teki olaylara değil de genel olarak Orta Dünya'nın tarihine yaptığı göndermeler ve olan bitenin “arka plan”ıyla da beslenen çıkarımları şüphesiz Tolkien hayranlarının yüzüne kocaman bir tebessüm yerleştirecektir.

Bu fantezi başyapıtlarına farklı farklı açılardan yaklaşmak, onlarda yeni yeni veçheler ve gerçeklikler bulmak söz konusu hayranlar için nicedir eskimek bilmeyen bir fikir egzersizi olabilir ama onlara bir de felsefecilerin merceğiyle bakmak, biraz Bilbo'nun güvenli Hobbit yöresi Shire'ın sınırının dışına adım atmasına benziyor: Heyecan verici ve kaçınılmaz şekilde aydınlatıcı.

O adımı bir hatırlayalım: Çıkın Çıkmazı'nda rahat bir hayat süren Bilbo Baggins, bir gün Büyücü Gandalf'ın beraberinde gelen cücelerin kovuğuna doluşmasını takiben kendini de şaşırtan bir hamle yapar, normalde tüylerini diken diken eden o iğrenç “serüven”lerden birine atılır.

Neler gelmez ki başına? Troller, Goblinler, korkunç bir ejderha, büyük bir savaş, aman! Önceden hayal bile edemeyeceği böyle tehlikeler karşısında Bilbo her anlamda kendini aşar ve zekâsının, becerisinin ve şansının da yardımıyla hem paçayı hem de yoldaşlarını kurtarmayı adeta bir sanata dönüştürür.

İyiler güzel, kötüler çirkin mi!

Şanstan ve sanattan söz etmişken... Tolkien'in hayranları onun eserlerinde gücün ve ihtirasın yozlaştırıcı etkisi, doğa ve sanayi çift kutupluluğu ya da seçimin önemi üzerine çok şey okumuştur muhtemelen. Gördükleri ilgi açısından bu temalar o kadar ön plandadır ki, kitaplardaki diğer kavramları gölgede bırakır.

Kitaba farklı farklı (ve kimi sıradışı) temaları açısından yaklaşan Hobbit ve Felsefe bu duruma çare oluyor. Mesela Philip Tallon'un “Küçük Şirin Saçmalık” yazısını ele alalım: “Hobbit” romanında sanat ve güzellik üzerine bir inceleme sunuyor Tallon bu yazıda. Arkentaşı'nın emsalsiz güzelliğinden Gandalf'ın incelikli öykü anlatıcılığına ve Gollum'un “kıymetlisi” Güç Yüzüğü'ne varıncaya kadar “Hobbit”in dünyasında güzel şeylerin sahip olduğu yerden yola çıkıyor ve Orta Dünya'da “sırf eğlence için” yapılan şeylerin öneminden söz ederek “sanat için sanat”ın çalkantılı sularına dümen kırıyor.

Dahası Tolkien kitaplarında zaman zaman eleştiri konusu olan iyilerin güzelliklerle, kötülerin çirkinliklerle ilişkisi konusuna da lafı hiç dolandırmadan giriyor. Randall M. Jensen'in “Hobbit”te şansın yeri üzerine incelemesi bu mefhumun doğasını ve ahlaki önemini tartışırken, hemen arkasından gelen Grant Sterling imzalı yazıysa adeta bayrağı ondan alıp şansın huzurunda özgür iradenin olup olamayacağını tartışıyor.

Bir başka ilgi çekici inceleme olan “Ve Yol Böylece Sürüp Gider: Bir Hobbitin Taosu”nda Michael C. Brannigan, Bilbo'nun macerasına Taocu bakış açısıyla yaklaşıp, onun hem güvenli bir ortama hem de maceraya duyduğu özlemde bir ying ve yang dansı görüyor.

Tolkien eserlerinde çok önemli bir tema olan “sahip olma tutkusu”nu ise kişiyi bu Taocu uyumdan koparan bir etki olarak ele alıyor. Amy Kind ise “Hobbit'in İçyüzü: Kurguların Çelişkisinde Bilbo Baggins”de Kendall Walton, Colin Radford ve Martha Nussbaum gibi çağdaş filozoflar üzerinden, kurmaca karakterlere verdiğimiz duygusal tepkilerin doğasını ele alıyor.

Hiç şüphesiz Tolkien'in eserlerinin en büyük başarılarından biri de kolaylıkla özdeşleşebileceğimiz, anlayabileceğimiz ve kendileri için endişelenebileceğimiz kahramanlara sahip olması. Hayali karakterlerle kurduğumuz duygusal bağları incelemek için çocukcasına masum, barışçıl ve meraklı Bilbo'dan daha iyi bir çıkış noktası olur mu?

Elbette bu ilginç başlıklar, Tolkien'in evreninde alıştığımız temaların es geçildiği anlamına da gelmiyor. Güç, kibir ve tevazu, cesaret ve karar verme yetisi gibi konular üzerine de yazılar var Hobbit ve Felsefe'de. “Büyünün ve Makinelerin Efendisi” başlıklı bir yazı da Tolkien'in büyü ve teknoloji üzerine yorumlarını ele alıyor.

Hobbit, Yüzüklerin Efendisi'nin aksine, daha çok çocuklara yönelik bir romandır ve anlatımıyla, bugünün çok faal Tolkienvari fantezi geleneğine kıyasla masallara daha yakın durur. Ancak bu durum, Hobbit ve Felsefe'ye ilgiye değer tartışma konuları bulmada bir kısırlık çektirmemiş besbelli.

Aksine, onca sıradışı konu bir yana, Tolkien'in bu ilk Orta Dünya romanının tam da ruhunu yakalayan ilk yazı, yani editörlerden Gregory Bassham'in yazdığı “Maceracı Hobbit”, kitabın en parlak noktalarından birini oluşturuyor. Yazının başında sözünü ettiğim o ustalıkla kurulmuş köprüden geçiyor ve yazıya Sokrates, Seneca, William James, Aristoteles ve hatta Theodore Roosevelt gibi kişilerin bakış açılarını konuk ederek, maceranın kişinin kendisini tanımasında ve erdemli biri hale gelmesinde ne kadar önemli olduğundan bahsediyor.

Bir roman olarak “Hobbit”in en cazip yönü de bu değil midir zaten? Dışarı, o bilinmeze adım attığımızda olacaklara dair korkuyla, o adımı atmadan pek bir yere gidemeyeceğimiz bilincinin “dansı”. Ve bu dansın büyülü heyecanı. “Hobbit ve Felsefe” de bize, tam olarak felsefeyi değilse bile, “Hobbit”in büyüsünü yeniden keşfetmek için iyi bir fırsat sunuyor.

Bu yönüyle de fantastik eserler ile ilgili doyurucu incelemeler okuyamamaktan haklı olarak şikâyetçi fantezi severlerin kaçırmaması gereken, ama genel olarak Hobbit'in öyküsüne aşina ve o kapıdan dışarı adım atmanın heyecanını anlayan herkes için de hayli keyifli ve aydınlatıcı olabilecek bir yolculuk teşkil ediyor.