Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Babam “inatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedeme çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin” diyordu. Keşke... Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. "Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak" der, sonra da göz ucuyla babama bakardı...
Uzun Hikâye’nin okuyucuyu zaten kavrayan bir dili vardı…
***
Sonra sinema filmi geldi…
Size Uzun Hikâye’yi anlatacaktım…
İzledim, beğendim, siz de gidin diyecektim…
Araya neler neler girdi…
-Kaderin yayı kurulu durur. Vakti gelince boşalır…
Bulgaryalı Ali, Savcı Bey’e söylüyor bunu…
Oysa neler yaşıyor, başından neler neler geçiyor Bulgaryalı Ali’nin…
Sosyalist diyorlar ona, namaza da gidiyor…
***
Bir kere Uzun Hikâye’yi izlemek için elimizdeki en güçlü neden:
Senaryonun bir Mustafa Kutlu hikâyesi olması… Filmi Osman Sınav’ın yönetmesi…
İki usta bir araya gelince ortaya muhteşem bir yapıtın çıkması da kaçınılmaz oluyor.
Sonra nedenler çoğalıp gidiyor.
Kenan İmirzalıoğlu’nun ‘samimi’ oyunuyla seviveriyorsunuz Ali’yi…
Ne de olsa Ali mert, hak hukuk deyip duran birisi.
Sonra âşık; öyle ki alıp kaçırmış, bunun için bir sinemayı ateşe vermiş.
Peşinde kayınbiraderleri var mıdır bilemiyoruz ama…
O istasyondan bu istasyona yer değiştirip ‘tavır’ değiştirmeyen bir duruş Ali…
***
Osman Sınav’la film hakkında yapılan bir söyleşi…
Diyor ki:
-Uzun Hikâye 11 yıldır aklımızdaydı aslında. Hatta kitabı okuması için taa o zamanlar vermiştim Kenan’a. Yıllarca kitaptaki ruhu yakalayamadık senaryoda. Bazı filmler böyledir, 8-10 yılda bir çıkar. Bu benim 10 yılda bir yapabileceğim bir film. Bu durum oyuncular için de geçerli. Bazı roller hayatta karşılarına bir kere çıkar. 11 yıl önce çekecektik diyoruz ya. Şimdi düşününce her şerde bir hayır var. İyi ki şimdi çektik. Çünkü şimdi her şey yerli yerine oturdu, nasıl denir, oldu!
***
Uzun Hikâye’yi sinema filmi olarak görmesek de kuşkusuz, güzel bir yapıt olarak değerlendirmeye devam edecektik. Fakat elbette sinemanın ‘ayrı’ bir büyüsü var.
Bazen, bu büyü yakalanamayabiliyor. Kitaptan aldığınız tadı filmden alamıyorsunuz.
Oysa filmin ana oyuncularından yardımcı oyuncularına kadar bir özveri var bu filmde.
***
Bu öyküyü, Mustafa Kutlu öyküsünü film olarak izleyiciye sunmak birilerine vefa borcuydu.
Nitekim Osman Sınav da böyle söylüyor:
-Ben memnunum Uzun Hikaye’yi yapmış olmaktan. Benim açımdan neredeyse vazifeydi. Mustafa Kutlu ile aramdaki ağabey kardeş ilişkisinde, ona karşı vefa borcumdu. Onunla konuşabiliyorken bunu yapmış olmak benim için önemli bir şey. Eminim ki 30 yıl sonra da ‘iyi ki bu işi yapmışım’ diyeceğim.
***
Gerçekten de iyi iş.
Sonra bu filmde ‘sinemaya ezanın da’ girebildiğini görüyorsunuz.
Samimiyetin sinemaya en güzel yansımalarından biri Uzun Hikâye…
***
Tavsiye ediyorum, bu filme gidilsin.
Hatta okumayanlar kitabını da edinsin.