“Uzun Vuran Gölgem” ve Berna

Seyit Küçükbezirci

                    

Karşımdaki masada Berna… Tarih öğrenimi görüyor, tarih öğretmeni olmasına üç beş ay var. Dönem ödevini hazırlıyor; Anadolu Selçuklularına müthiş sarsıntılar geçirten “Babailer’in isyanını” enine boyuna kağıda döküyor… Ara veriyor; çocukluğunun anılarını yazıyor şimdi… İki saattir yazıyor, sanki karşımda yok gibi… Geçenlerde “-Sen de yaz” demiştim… “-Yazacak neyim var ki” demişti; “Çocukluğunu yaz, yaşadığın gençliğini yaz” demiştim.. “-Büyük sevinçlerini yaz, büyük hüzünlerini yaz” demiştim..

 

ZİHNİM BİR SİNEMA SALONU, SEYİRCİSİ SADECE “BEN…” “SEYİT’İN SERÜVENİ” FİLMİNDEYİM.

             Konya diz boyu kar içinde.. Aralık’ın sekizi.. “Özdemokrat Gazetesi’nin” birinci sayfasında adım basılı. Birinci sayfada, hem de..  “Yazarımız Seyit Küçükbezirci’nin Konya Folkloru tefrikasını yayında yayınlamaya başlayacağız” deniliyor.. Bir evin taş merdivenindeki karları elimle temizleyip oturuyorum… Kalbim güm güm. Sevinçten güm güm; bir hoşum. On kez mi, yirmi kez mi okuyorum, Özdemokrat’ın birinci sayfasındaki duyuru… “Yazarımızın Seyit Küçükbezirci’nin.. Ben de yazardım artık.. Alâaddin Caddesi’ni boydan boya kaç kez yürüdüm, kim bilir; herkes beni gösteriyor gibiydi; “Bak bu  Seyit Küçükbezirci” diye..

            Berna’nın çocukluğunu yazmaya başladığı ilk yazısını önümde, şöyle başlamış:

“Bir nazlı kuşa benzer

Çocuk dediğin,

Ev ister, ekmek ister,

Öpülmek okşanmak ister.”

 

Mevsimlerden kış, aylardan Şubat karakış denilen bir ayda dünyaya gelmişim. Evin dört numaralı ve en son çocuğu benim. Aslında annem beni hiç doğurmak istememiş; hatta düşürmek için bir kuyuya atlamış;  ama onları hiç bırakmak niyetinde değilmişim.

 

Annem doğum yaptığında hava çok soğukmuş; babam hemen bir traktör odun döktürmüş eve, “kızım hastalanmasın” diye. Bu arada evde doğmuşum, o zamanlar ebe gelirmiş eve, annemde beni evde doğurmuş. Doğmadan önce annem beni istemese de evin en çok sevileni benim; en küçük olunca…

 

ZİHNİM BİR SİNEMA SALONU; SEYİRCİ SADECE “BEN”.. “SEYİT’İN SERÜVENİ” FİLMİNDEYİM.

            Özdemokrat Gazetesi’nde yüzlerce insanın ilgisine, takdirine ulaşıyor; “Folklorcu Seyit Küçükbezirci”.. On altı yaşında, yaşı bir avuç insanca biliniyor; Onu görmemiş taktirkarları, yaşını başını yeni bir araştırmacının zuhuru biliyorlar.

            Özdemokrat dar geliyor; Yeni Konya’ya geçiyor; haftalık “Köşe Bucak Konya’yı” yazmaya başlıyor… Şehrin gazete okurları, yüzlerce abone Seyit Küçükbezirci’yi gıyaben biliyor, bilmemsine… Ama; “ Merhaba arkadaşları” Filiz, Kurtuluş, Bilge, İnci, Gülay bilmiyor olabilir… Yazılarının gazetelerini, bir bir adlarını yazıp okul adreslerine gönderiyor; kimin gönderdiğini yazmadan.

Berna’nın çocukluğunu yazmaya başladığı ilk yazısını okumaya devam ediyorum. Yaşam öyküsüne şöyle devam ediyor:

 

Ben ilkokul birinci sınıftayken ablam dördüncü sınıftı. Bazen ablamın sınıfına giderek ziyaret ederdim ve ablamın öğretmeni bana şarkı söyletirdi. Demet Akalın’ın “erkek dediğin sarmalar sarmalar sarmalar; kadın dediğin çalkalar çalkalar” şarkısını yıllarca iyi ezbere bildiğim tek şarkıydı ve ben hep onu söylerdim. Büyüyünce pek öyle Demet Akalın hayranlığım kalmadı.

 

Çocukluğumdan bu yana hep güvenilir bir tarafım oldu. Bana herkes güvenirdi. Çocukken her şeye gülerdi; babam bana bu yüzden hep kızardı; fakat büyüyünce o gülmelerde kalmadı. Aklıma geldi, bir gün ablamla kaçamak incir toplayıp yemeğe gitmiştik; o kadar çok yemiştim ki hastalanıp yağa yapışmıştım. Annem de bana kızamayıp o yatağı toptan çöpe atmak zorunda kalmıştı.

 

ZİHNİN BİR SİNEMA SALONU; SEYİRCİ SADECE “BEN”İM; “SEYİT’İN SERÜVENİ” FİLMİNDEYİM

            Film 1962’nin 6 Şubat’ında başlıyor; Şehir Postası Gazetesi’ni yayınlıyoruz;

Yıl: 1 - Sayı: 1

            Pürçüklü Sokak, yani, bütün Konyalı’nın söyleyişi ile “Matbaacılar Sokağı”…

Bir “acı bahar” günü… Yirmi yaşındayım, “resmen” Genel Yayın Müdürü’yüm… Allah’ın günü, “köşe yazısı” yazıyorum: “Dün-Bugün-Yarın”…  İltifat cimrisiyim; aklım fikrim acı eleştirilerle toz kaldırmak.. O zamanki deyimimle “Put Yıkmak”…

Bir gün bir genç geldi; yazdığı şiiri getirmiş.. Yüzüne bakmadan; “Tamam, koy bir bakayım” diyorum.

            Şiir günler sonra elime geçiyor, yayınlanmayı bekleyen yazılar arasında. İsteksizce göz atıyorum.. Aman Allah; bir mısra, ki bayılıyorum… “ Zindan Kale’de Tatar Mahalleleri/ Bir kız var japone kollu”… Yazanı da: Yalçın Dikilitaş..

            Hemen yayınlıyorum, Yalçın’ın şiirini ayırıyorum: “Türk şiirine, japone kollu, Zindan Kale Tatar Mahalleleri’ni sokan şair diyorum; “ Yalçın söylenmemişi söylemeye çalışan, söylerken de güzel söyleyen bir şair” diyorum…

            Yalçın, şiirinin yayınladığı Şehir Postası’nı matbaadan alıp giderken bisikletini unutuyor, matbaanın önünde…  O, unutup gittiği bisikletini, iki yıl, yalvarmadan sonra babasına o gün aldırmış…

            O günkü gazeteyi, ilk şiirinin olduğu gazeteyi, otuz yıl sonra, bir bayram ziyaretinde Yalçın Dikilitaş bana gösterdi.

            Berna’ya “Yaz” deyişimden sonra yazmaya başladığı “Çocukluğum anlatısından bir bölüm, daha…

“Babam bizimle çok fazla oturup vakit geçirmezdi. Bazı zamanlarda çift işle ilgilendiği bile olurdu. E; kolay mı dört çocuk hepsi okuyor. Hepsinin masrafı ayrı ayrı. Sanırım annemi hiç düşünmezdi; çünkü bilirdi annemin kuru soğan kuru ekmeğe talim edeceğini… Annemde gerçekten öyle birisi…”

 

BU GÜNDEN OTUZ YIL SONRA, ACABA?... ACABA?...

            Berna, yüksek öğrenimini yakında tamamlayacak, tarihçi olacak.. Berna benim “asistanım”… Binlerce kitabımın, tonlarca Konya gazeteleri ve dergileri.. Arşivimin tasnif için göz nuru döküyor.

Ben, yani Seyit Küçükbezirci… Gölgem uzun vuruyor.. “Uzun Vuran Gölge” şiiri rahmetli Gültekin Samanoğlu’nun bir şiiri; şiir kitabının da adı…  Gölgeler uzun vurur; ikindileri… İşte ben o vakitteyim…

Yahya Kemal gibi, “Bu son fasıldır ömrüm, nasıl ikindileri… İşte ben o vakitteyim.. Yahya Kemal gibi “Bu son fasıldır ömrüm, nasıl geçersen geç” diyorum.. Mehmet Akif’in dediği gibi: “ Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince/ Günler şu hülyayı da er geç silecektir…”  Biliyorum .. İyi biliyorum…

            Berna, onunla ilgili yazım otuz yıl sonra birilerine; “Gazetede adım ilk kez yazıda çıktı” diyecek mi ? “İlk yazısının üstündeki “Berna” yazısını on kez heyecanla okuyacak mı? AMA, BEN BERNA’YA “ YAZI DÜNYASINA HOŞGELDİN BERNA” DİYORUM.

  

 

Yorum Yap
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.