Vahye dayanmayan söz, hevâ ve hevesten ibarettir. Toza toprağa benzer, havada yok olur gider. Böyle diyor Mevlânâ mesnevî adlı muhalled eserinde. Ve O, ekliyor, Kur’ân’ı okur da dediğini tutmazsan, peygamberi görüp onlara uymamışsın demektir.
Şimdi sürekli konuşanlar olarak kendimize soralım: Bizim söylem dünyamız ne kadar vahye dayanıyor. Konuşmalarımızın içerisinde ne kadar ayetler yer alıyor yahut ne kadar ayetlerin doğrultusunda cümleler sarf ediyoruz? Ayetlerle konuşabilmek için ayetlere vukufiyet gerekir. Peki, bizler ne kadar ayetlerle tanışıyoruz?
Vahye dayanmıyorsa sözlerimiz, heva ve hevesten konuşuyoruz demektir. Heva ve heves kaynaklı sözlerin ise toz duman olacağını söylüyor Hazret. Bugün din adına konuşanlarımızın bile, uzun konuşmalarında ayet ve hadislerin çokça yer aldığını söylemek zor. Ayet hadisli konuşmalar, klasik vaaz üslubu diye eleştirilir çoğu zaman. İtiraf etmeliyiz ki bizim söylem dünyamızı vahiy inşa etmiyor. Şayet söylem dünyamızı vahiy inşa etseydi, eylem dünyamız da vahyin doğrultusunda olurdu. Oysa eylemlerimizin çoğu da vahiyle uyuşmuyor. Vahiyle yönetilmeyen söylem ve eylem dünyalarımız, günahlı söylem ve eylemlerce işgal edilmiş durumda.
Elbette vahiyle konuşmak yetmez, önemli olan vahiy doğrultusunda amel edebilmektir. Yoksa bolca ayet ve hadis konuştuğu halde yapıp ettikleri ayet ve hadislerin ruhuyla bağdaşmayan nice insan var. Unutmayalım ki şeytanın ve Belam gibilerinin de vahiy kültürü bir hayli fazlaydı. Ama onların o bilgileri, kendilerini sapmaktan alıkoyamadı. Onun için önemli olan, vahiy bilgisini vahiy doğrultusunda eyleme dönüştürebilmektir.
Onun için Hz. Mevlâna, 25 bin beyitten fazla olan Mesnevî’sinde bin beş yüz kadar ayeti doğrudan yahut işaret yoluyla ele alıp işlemiştir. Bu yüzden onun Tevhid Dükkanı diye adlandırdığı Mesnevî adlı eseri, Mağz-ı Kur’ân/Kur’ân’ın özü yahut Keşşâfü’l-Kur’ân/Kur’ân’ın sırlarını açıklayan diye anılmıştır. Ama o Kur’ân ile konuşan adam, Kur’ân konuşmak için değil, onu doğru anlayıp yaşamak için Kur’ân ile konuşur ve söyler.
Mevlânâ, her gece Kur’ân’ı hatmetmeden uyumayan zamanının ünlü Kur’ân okuyucusu Sâineddin Mukrî için şunları söyler:
“Evet, o sadece cevizleri sayıyor, onun özünden haz almıyor. Çünkü Allâh’ın kelamı dört esas üzerine kurulmuştur: Avâm tabakası için ibâre, havâs için işâret, veliler için latifeler ve peygamberler için hakikatler. Aziz, daima ibâreyle meşgul, fakat onun sırlarından mahrumdur.”
“Nasıl oldu da çatlamadın?”
“Eğer onun dudağından dökülen sözler kalbine aksetseydi, onun kalıbı tuzla buz olurdu!”
Bildiklerini yaşamayanlar, ekmek satanlar gibidir. Ekmeğin lezzetini ise; onu satanlar değil, yiyenler bilir.