Ölümünün 81. yılında vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u anarak başlamak istiyorum bu yazıya. Yazıda onu anlatmak haddimiz değil, ancak değinmek istiyorum. Yapabildiğimce…
63 yıllık ömrüne neler sığdırmamış ki…
Görev için Anadolu’yu karış karış dolaşmış. İrşat heyetinin başında Milli Mücadelenin ne kadar önemli olduğunu anlatmış vatandaşlara. Sevr Anlaşmasının getireceği dayatmaların neler olduğunu halkla paylaşmış.
Adım adım gezmiş, çözümler üretmeye çabalamış.
Arkadaşı hayatını kaybedince onun 3 evladını büyütmüş. Akif’in kendisinin zaten 5 evladı varken hem de. Evde 8 çocuk beraber büyümüş… Yokluk içerisinde öz evladı gibi bakmış…
Kimseyle şahsi bir kavgası yokmuş.
“Ben doğduğumdan beri aşığım istiklale” diyen bir Şair. Ezanı hiç oturarak dinlemeyen, dini değerlere olağanüstü hürmet eden birisi…
İttihadı İslam düşüncesine sahip. Yani İslam Birliği.
Akif, yazdığı satırlarda hepimizi ayrı ayrı başka âlemlere götürür. Özellikle şehitler için kaleme aldığı şiirler tüyler ürpertir. Onun için Mehmetçik sevgisi o kadar kıymetli ki…
Vatanı büyük bir yürekle sever Akif… Belki de üzerinde fazla söz söylemeye gerek yoktur tam da bu yüzden. Değil mi?
Cenazesinde resmi erkândan hiç kimse yoktur. Taziye dahi gönderilmiyor. Bir çelenk dahi gönderilmiyor… Üniversite öğrencilerinin birbirlerine haber verip kısa sürede toplaşmalarıyla düzenlenen bir cenaze merasimi onunki… Adına merasim denemez bile belki… Gençlerin omuzlarında. Torunu Selma Hanım’ın ifadesiyle: Asımlar götürdü onu.
Son günlerde Sultan Abdülhamid ile Milli Şair Akif arasında husumet var mıydı, varsa neydi? gibi sorular soruluyor. Bu tartışmalar bugün enerji sarf edilmesi gerekilen konular değil bana kalırsa. Herkes kendine yeni bir iş edinsin. O dönemin atmosferini bilmiyoruz, bugünden ahkâm kesemeyiz. Onlara ancak şükran duyabiliriz.
Mehmet Akif Ersoy. İstiklal Marşımızın yazarı. Bugün de saygı ve minnetle yeniden anıyoruz. Yazıya kendi ifadesiyle son verelim: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!”
Diğer Bağzı Şeyler!
Gazetecilik meslek ilkeleri, gazeteciliğin etik kuralları diye bir şey var. En azından biz bu işin ilmini okulda öğrenip, sahada uygulayanlar için var. Bu böyle. Lakin bazılarına göre böyle değermiş, etikmiş, ahlakmış pek aramayın. Yok çünkü. Neden bahsettiğimi anlatayım.
Bir olay yaşanıyor, olayın iki tarafı var ama bir ulusal gazete olayı tek taraftan değerlendirip yalan yanlış bir haber yapıyor. Ortaya da tek tarafın dinlendiği, abuk subuk bir metin çıkıyor. Metin diyorum çünkü o haber değil.
Olay kısaca şu, aynı aileden 3 kişinin aynı üniversitenin farklı yerlerinde görev almış olması. Olayın ilginç kısmı da, “Vay efendim nasıl olur da aynı aileden akademik kadrolara yerleştirme yapılır?” sorusu. Aile üyelerinin ya da akrabaların aynı üniversitede çalışamaması diye bir kural, yasa, kanun bir şey yok. Kaldı ki üniversiteler 2547 sayılı Kanuna ve ilgili mevzuata göre atama yaparlar. Bu olayda da aynen böyle. Atama veya değerlendirmelerde genel temayüllere aykırı bir durum söz konusu değil.
Yani Türkiye’de 28 Şubatları yapanlar, 15 Temmuz’lara sevinenler ahlak bekçiliği rolü oynamaya çalışıyorlar ya… Epey komik duruyor. Beyler o roller size XL. Siz öğrenci başörtülü diye okula kabul etmeyen adamlarsınız. Ülkede ne kadar değer varsa hepsini alaşağı etmiş adamların bugün kalkıp adalet yokluğundan bahsetmeleri ancak adaletin tecellisi olarak değerlendirilebilir.
Rica edeceğim haktan adaletten bahsedeceğiniz zaman, bir sicilinize bakın. Yukarıdaki bahiste bir haksızlık, hukuksuzluk yok zaten. Başvurusunu yapıp, puanıyla atanmış. Sokaktan geçen adamı akademik kadroya almış değiller. Hoş siz olsanız, onu yapardınız da… Neyse.
Sözün özü Anadolu’nun bir üniversitesi mevzu olunca herkes aslan kesiliyor. Merkezde olan, köklü üniversitelerde neler olduğunu merak edip gazetecilik ilkelerine de uyarak birkaç haber yapmanızı isteriz. Keşke gerçekten samimi olsanız da geleceğe dair umudumuz olsa.
Son söz; kimse bir şeylerin intikamını almaya çalışmıyor. Şüphesiz Allah, mutlak güç ve intikam sahibidir.