Yıllar sonra köyüme gittim. Çok değişmiş. Bir zamanlar dedemin ve babamın oturduğu, büyük ağabeyimin dünyaya gözlerini açtığı toprak ev yok artık. Yerinde kocaman bir traktör garajı var. 15-20 haneli köyde traktör sayısı dokuza çıkmış. Bir-iki traktör bütün tarlaların hakkından gelebilirdi, fakat insan ihtirası böyle rasyonel değerlendirmelerin önüne geçiyor. “Elde avuçta ne varsa traktöre yatırdılar” diyor Durmuş amcamın hanımı. Sonrası, köy yerine hiç yakışmayan bir gürültü ve borç, borç, borç.
Cinliören Muhtarı Zahid Albayrak konuşuyor: “Modernleşeceğiz derken belimiz büküldü. Traktöre mazot, mazota para yetiştiremiyoruz. Borçlanarak alıyoruz mazotu. Gübreyi, ilacı, hayvan yemini de öyle. Buğday, et ve süt fiyatları yerinde saydığı için, borçlarımızı ödemekte zorlanıyoruz tabii.”
Eski muhtarın oğlu Özdemir ilave ediyor: “Traktör yedek parçalarına da güç yetmiyor.”
Böyle giderse, traktörleri satıp at ve öküze dönebileceklerini söylüyorlar. “Belki de doğrusu bu.” diyor muhtar. “Traktörümüz yokken, ilaç ve gübre yokken, şimdiki kadar çok buğday ekemiyorduk, satacak buğdayımız azdı, fakat hiç borcumuz yoktu.”
Hayvancılıkta da aynı hikâye: “Borçlanarak aldığımız Holstein inekleri gerçekten iyi süt veriyorsa da, satışlardan elde ettiğimiz gelir masraflarımızı karşılamıyor. Yem çok pahalı.”
*
Modern dünyanın sunduğu ‘imkânlar’ çoğaldıkça, köylünün eli-kolu bağlanıyor. Ve ihtiras tramvayı tevekkülün, huzurun, neşenin canına okuyor.
“Eskiden az şeyle mutlu olurduk. Bir gün babam eve bir radyo getirmişti. Ne kadar sevindiğimi, o radyoyu dinlerken ne kadar haz duyduğumu anlatamam. Yeni bir elbise alındığı zaman da mutluluktan uçardım. Şimdi üzerime on kat elbise alsalar, o mutluluğu, o hazzı duyamam. Araba aldım, traktör aldım, hiçbiri haz vermedi. Uçak alsam, o da haz vermez. Bir de şu var: Tarlayı öküz sabanıyla sürdüğümüz zamanlarda düğüne-derneğe gidebiliyordum. Fazla yorgunluk hissetmiyordum. Şimdi akşama kadar traktörün üstünde oturduğum halde öyle yoruluyorum ki, eve gelir gelmez uzanıp yatıyorum. Diyebilirsiniz ki, ‘O zaman gençtin, şimdi yaşlandın, güçten düştün.’ Hayır. Gençler de aynı durumda. Ben bu yorgunluğu ekonomik strese bağlıyorum.”
Muhtarın bu sözleri, bana Knut Hamsun’un 1899 yılında Amerikan çiftçileriyle Türk çiftçileri arasında yaptığı kıyası hatırlattı. İşlerini kolaylaştırmak ve çalışma süresini kısaltmak için traktör kullanmaya başlayan Amerikan çiftçileri yine de gün boyu ölesiye çalışıyor, başlarını kaşımaya bile vakit bulamıyor, öğle ve akşam saatlerinde yemek niyetine koca koca et parçalarını alelacele midelerine yuvarlıyor ve ertesi gün için gerekli olan enerjiyi toplamak için erkenden yatıp uyuyorlardı. Türk çiftçileri ise, traktör gibi bir ‘kolaylığa’ sahip olmadıkları ve ‘ilkel’ usullerle çalıştıkları halde, günde beş kere Kâbe’ye yönelip huzurla namaz kılabiliyor, ayrıca keyifli çay sefaları düzenlemeye de vakit bulabiliyorlardı. Teknolojinin insanlara mutluluk getirdiği iddiasını sorgulayan Hamsun’a göre, ‘gariban’ ve ‘ilkel’ Türk çiftçisi, zengin ve modern Amerikan çiftçisinden çok daha mutluydu.
*
Sevgili Cinliörenlilere çağrımdır: Traktörleri, suni gübreleri, toprağın canına okuyan ilaçları ve sütü bozan o ne idüğü belirsiz hayvan yemlerini ateşe verip, ‘çağın gerisine’ dönelim. Orada keyfimiz yerindeydi.