Vefa mı? O da nereden çıktı?

Salih Sedat Ersöz

Vefa; önemli bir haslet, güzel bir duygu, toplumlarda uygulanması şart olan büyük ehemmiyete haiz âli bir düstur, yüce bir sıfat, terk edilmemesi ve mutlaka yaşatılması elzem olan ulvî bir vasıftır.

Vefa kıymet bilmektir, vefa değer vermektir, vefa kadirşinaslıktır, vefa bağlılıktır. Vefa dostlukta sebat etmek, dosta ihanet etmemek, dosta zor gününde sırt dönmemek, her acıya onunla göğüs germek, onunla hemhal olmaktır. Vefa samimiyettir, vefa doğruluktur, vefa sadâkattir, vefa ahdinde durmak, sözüne bağlı olmak, emanete riayet etmektir. Vefa yaraları sarmak, yaralıya merhem olmaktır. Vefa’nın ne derece önemli bir hayat sistemi olduğunu toplumumuzun tam manasıyla idrak etmesi ve yaşaması gerekir. Ne yazık ki, günümüz toplumunda çok önemli bazı değer yargılarımızın kaybolup gittiği gibi vefa duygusu da yok olup gitmiştir. Aslında her an ve her zaman yaşatılması gereken bu ulvî duygunun toplumdan uzaklaşmasının ne gibi acı sonuçlar doğuracağının bir örneğini aşağıdaki hikâyede görmek mümkündür. Buyurun beraberce okuyalım.

Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edememektedir. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir. Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan, ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen beni biraz sonra yakalayıp öldürecekler."

Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar. "Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın."

"Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar. "Bir dakika" diye seslenir kurt: "Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lâzım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok." Köylü şaşkın vaziyette; "olur mu, ben senin hayatını kurtardım" dese de "yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt. "Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, kurt vefasız insanlara nazaran daha iyi karakterde olmalı ki, köylüyü hemen yemek yerine, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..." Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadâkatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir.

Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki, "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna gelindiğini ve biraz sonra yiyeceği büyük lokmayı düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettarım, beni bu kurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir.

O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, büyük bir hırsa kapılır ve bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür. Vefasızlığı dillere destan olan insanoğlu hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter: "Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş.” Hikâye, vefa duygusunun yok olduğu günümüz toplumu için güzel bir örnek teşkil ediyor olsa gerek… Bu tür olaylara günümüzde çokça rastlıyor ve yaşıyoruz.

Vefasızlık, insanımızın tıyneti haline gelmiş, karakter yapısına sinmiş. Hiç tahmin etmediğiniz kişilerden büyük vefasızlıklar sâdır oluyor. Bu vefasızlıkları görmek ve yaşamak, vefaya önem veren bir avuç samimi insanı oldukça üzüyor olsa da, durumu yüce Allah’a havale etmekten başka elden gelen bir şey olmuyor. İyi ki, mazlumların müracaat edeceği müntakim olan O Yüce Makam var.

Vefasızlık, haksızlığı ve zulmü doğurur. Vefasızlıkla beraber mutlaka merhametsizlik, haksızlık ve zulüm gibi insani duygulardan uzak kötü hasletler zuhur eder. Hz. Mevlana asırlar öncesinden günümüz insanına şöyle sesleniyor: “Vefa sultanı emrediyor; vefasızlık etmeyin!”

Bu söz az geldi ise şu Hafis-i Şerifi okuyalım: “Kıyamet gününde, verdiği sözde durmayan herkes için bir bayrak bulunur. Vefasızlığı ve dönekliği ölçüsünde yükseltilir. Haberiniz olsun! Milletin başına geçen kimselerin döneklik ve vefasızlığından daha büyük döneklik ve vefasızlık yoktur.” (Müslim, Cihad:16)

Bu Hadis-i Şerif’ten de anlaşıldığı üzere vefa, sadâkat, samimiyet, kadirşinaslık gibi değerlerimiz, yüce dinimizin de yaşanmasını istediği ve terk edilmesinin Gayretullaha dokunduğu ulvî hasletlerdir. Vefa konusu da nereden çıktı bilmiyorum, aklıma geliverdi işte… Mutlu yarınlar efendim.