Tam adı Mehmet Bahâeddin Veled olan Veled Çelebi, Konya’nın Durakfakıh Mahallesi’nde 14 Rebiülevvel 1284/16 Temmuz 1867’de dünyaya gelmiştir.
Anne ve baba tarafından Mevlana soyundan gelen Veled Çelebi’nin babası Necip Çelebi, annesi Rabia Hanım’dır. Veled Çelebi’nin kendinden büyük Ahmed Nazif, Şemseddin ve kendinden küçük Yusuf isimli üç erkek kardeşi vardır.
YETİŞMESİ
Eğitimine Konya’da mahalle mektebinde başlayan ve İbtidaiyye Mektebi sonrası Rüştiye’ye devam eden Veled Çelebi, sonrasında çelebilerin eğitildiği Mevlânâ Dergâhı’na bitişik olan Sultan Veled Medresesi’ne devam etmiştir. Medreseden arta kalan zamanda bir yandan Dergâh’ın Kütüphanesi’ndeki genelde Mevlevîliğe ve edebiyata dair eserleri okuyan Veled Çelebi’nin Edebiyata ilgisi küçük yaşlarda başlamış, Medrese’deki hocası Abdurrahman Sıtkı Efendi, ondaki edebiyat kabiliyetini fark ederek kendisini bu yönde teşvik etmiştir. Özel olarak Farsça, Arapça ve Mesnevî-i Şerif dersleri alan Veled Çelebi’nin eğitiminde, şüphesiz dergâha gelen âlim, edip ve şeyhlerin sohbetlerinin ve ayinlerin de önemli bir yeri vardır.
Bu dönemde ailesi tarafından medrese eğitimi yeterli görülen Veled Çelebi 16 yaşındayken (1301/1884) Konya Vilayeti Mektubî Kalemi’nde çalışmaya başlamış, bir yandan da Sıtkı Dede’nin Mesnevî derslerine devam etmiştir (1302/1885).
Veled Çelebi’nin düşünce yapısında Mevlevîlik kadar Türkçecilik ve Türkçülük de vardır ki bunun temellerinin 16 (1301/1884) yaşındayken memuriyete başladığı dönemde atıldığı söylenebilir. Harabat müellifi Ziya Paşa’nın yetiştirdiği Nazım Paşa (ö. 1936), Konya Valisi Memduh Bey’in (ö. 1922) mektupçusudur. Nazım Paşa’nın maiyetinde çalışan Veled Çelebi, evraklardaki düzgün ifadeleri sebebiyle Nazım Bey’in dikkatini çekmiş, Meram’daki sayfiyelerinde komşu olmaları hasebiyle bu ilişki daha da ilerlemiştir. Veled Çelebi, kendisinden Arapça ve Farsça dersleri de almış, iki yıllık bu evrede aralarındaki amir-memur ilişkisi öğrenci-öğretmen münasebetine dönüşmüştür. Nazım Paşa tarafından Vilayet Gazetesi başmuharrirliğine getirilen (1302/1885) Veled Çelebi, edebî alanda kendisini geliştirme fırsatı bulmuştur. Nazım Paşa, Şinasi ve Ziya Paşa gibi yazarların Paris’te çıkardıkları Hürriyet gazetesi koleksiyonunu Veled Çelebi’ye vermiştir ki o, kendisindeki Türkçülük cereyanının sebebini, henüz 18 yaşındayken Konya’da bir kış gecesi okuduğu bu koleksiyona bağlar. Gazeteyi “…hatmeylediğinde..” Türkiye’yi, Avrupa’yı, Dünyayı, Konya’yı o vakit öğrendiğini ve Konya’da duramayıp kendisinde İstanbul’a gitme arzusunun uyandığını belirtir.
İSTANBUL’A GİDİŞİ
Veled Çelebi’nin İstanbul’a gitme arzusunda, Nazım Paşa’nın azlolunması, çelebizadelerde ve devlet kademelerinde şahit olduğu bazı davranışların da etkisinin olduğu anlaşılmaktadır.
Ilgın, Akşehir, Karahisar, Kütahya, Bursa yoluyla Kanunusânî 1304/Ocak 1889’da Konya’dan ayrılıp 9 Mart 1305/21 Mart 1889’da İstanbul’a gelen Veled Çelebi, Hüseyin Fahri Efendi’nin (öl. h. 1329/ m. 1911) postnişin olduğu Bahariye Mevlevîhânesi’ne yerleşmiştir. Burada kaldığı iki seneyi aşkın sürede bir yandan eğitimine devam ederken bir yandan da Mevlevîhane’ye devam eden dönemin önde gelen şahsiyetlerinden Muallim Naci (ö. 1893), Şeyh Vasfi (ö. 1910), Ahmed Midhat (ö. 1913), Necib Asım (ö. 1935) gibi şahıslarla da görüşmelerini sürdürmüştür. Paris’ten İstanbul’a gizlice gönderilen Hürriyet Gazetesi gibi yayınlar, Veled Çelebi’nin ifadesiyle “o zaman gençlerinin uyanmasına ve edebi fikir ve kalemlerinin haylice değişmesine sebep olmuştur”.
Bahariye Mevlevîhanesi’nde kaldığı iki sene içerisinde İstanbul’dan sıkıldığını belirten Veled Çelebi, hacca gidip, Arabistan, Hindistan, Acemistan ve Anadolu’da meşhur yerleri ziyaretten sonra Konya’da vaktini te’lif ile geçirmeyi düşünmüştür. Onun bu düşüncesinden haberdar olan postnişin Hüseyin Efendi, onun Babıâli’de çalışmasına vesile olmuştur (Sefer 1308/ Eylül 1890). Veled Çelebi’nin buradaki görevi, İstanbul’da neşrolunan Ahter Gazetesi’ni ve diğer Arapça-Farsça gazeteleri teftiş ve tercüme ile ilgili kurumlara bildirmek olup yaklaşık bir yıldır da Kaptan Paşa Mekteb-i Rüştiyesi’nde ders vermektedir.
Göreve başladıktan yaklaşık iki yıl sonra Bahariye Dergâhı’ndaki şeyhlerin hanımları aracılığı ile Makbule Hanım’la evlenen (28 Zilka’de 1309/24 Haziran 1892) Veled Çelebi, eşinin Eyüp’teki konağına taşınmıştır.
Edebî çalışmalarına devam eden Veled Çelebi, 1894 yılı Temmuz ayında Ahmet Cevdet tarafından çıkarılan İkdam Gazetesi’nde yazılar yazmıştır. 5 Haziran 1311 / 17 Haziran 1895’te Mektep Mecmuası’nda yayımlanan ve içinde “hutbe, reşad” kelimelerinin geçtiği şiirinden ötürü sorgulanmıştır. Zira her ne kadar V. Murat hayatta ise de Reşad, II. Abdulhamid’in veliahtı görülmekte olup, padişah bu konuda duyarlı davranmaktadır. Söz konusu soruşturma sonucu Veled Çelebi ceza almamakla birlikte neşrettiği eser yarım kalmıştır.
1314/1896 yılının baharını hısımlarının Beykoz Sarayı yakınındaki köşkünde geçiren Veled Çelebi, burada en büyük istifadesinin Ahmet Mithat olduğunu belirtir. “Gece gündüz birleşip onun envaı ulum ve fenlerinden hisseyab oldum. Kendileri de fakirden Mesnevi-i Şerif söyleşmek ve İbtidaname-i Hazret-i Sultan Veled okumak arzu eylediler” ifadelerine yer vermektedir. Veled Çelebi’nin Ahmet Mithat Efendi ile münasebeti, 1315/1898’de ikamet ettikleri köşkün yanması ve Beykoz’a taşınmalarıyla daha da artmıştır. Zira bu yangınla Veled Çelebi’nin Türk Dili Lügatı adlı çalışmasıyla değerli eserlerinin bulunduğu kütüphanesi de yanmıştır. Necip Asım, Ahmet Mithat’a Veled Çelebi’nin Türk Dili ile meşgul olduğunu ve çalışmalarının yangında yok olduğunu söyleyince Mithat Paşa geniş kütüphanesini Veled Çelebi’ye tahsis etmiş o da bu çalışmasına tekrar başlamıştır.
Dil ağırlıklı olmak üzere makaleleri yayımlanmaya devam eden Veled Çelebi, 1898’in şubat ayında Risale-i Mevkut Sansür Memuru olmuştur. Veled Çelebi, bu sayede muharrirlerin sansüre kurban olmaktan kurtulduğunu belirtirken, Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtî gibi akımların gelişmesinde de bu uygulamasının etkili olduğunu belirtmektedir.
11 Mayıs 1316/24 Mayıs 1900’de ikinci evliliğini yapan Veled Çelebi, aynı yıl rütbe-i ûlâ sınıfına, bir yıl sonra Matbuat Müfettişliğine getirilmiştir. Veled Çelebi aynı zamanda Tercüman-ı Hakikat, İkdam gibi gazeteler ile Mektep, Hazine-i Fünun, Resimli Gazede mecmualarında da “Bahaî” mahlasıyla yazıları yayımlanmaktadır. 1902 kışında Servet-i Fünûn’da yayımlanan ve II. Abdulhamid’e jurnal edilen bir makalesinden ötürü adliyeye havale edilmiş, ancak beraat etmiştir.
GALATA MEVLEVÎHANESİ’NE VEKÂLETİ VE POSTNİŞİN OLUŞU
31 Mart vak’ası öncesi huzursuzluğun arttığı dönemde Maliye Nazırı Ziya Paşa’dan Selanik ve Arnavutluk’ta hürriyet ilan edildiğini öğrenen Veled Çelebi sivil giysilerini çıkarıp Mevlevî elbisesini giymiş ve eşine “artık memleketime istediğim gazetede çalışarak hizmet edeceğim” diyerek resmi görevinden ayrılıp kalemiyle geçimini temine başlamıştır.
II. Abdülhamit’in 17 Aralık 1908’de tahttan indirilip yerine Mevlevî kimliği ile bilinen Mehmet Reşat tahta geçmiş, padişahın kılıcını Abdülhalim Çelebi kuşatmıştır (27 Nisan 1909). II. Abdülhamit döneminin özellikle son dönemlerinde daha fazla gözetim altında tutulmaya başlayan Mevlevilik, Sultan Reşad’ın Mevlevi kimliğinin de etkisiyle rahatlama sürecine girmiştir.
Galata Mevlevîhanesi postnişini Mehmed Atâullah Dede’nin son zamanlarına doğru bedeni iyice zayıflaması ve uşağı, dergâhı, vakfı idare edemeyecek konuma gelmesi, ancak Ata Efendi’nin bu yaşta azlinin kötü tesir edeceği ihtimalinden hareketle azledilmeyip Veled Çelebi’nin vekaleten bu göreve atanması uygun görülmüştür. (1908).
Abdülvahid Çelebi’nin vefatıyla, daha önce Manisa Mevlevihanesi postnişiniyken Konya merkez postnişinliğine tayin olunan Abdülhalim Çelebi’nin (22 Şaban 1325/ 30 Eylü 1907) davetsiz olarak İstanbul’a gelip gitmesi ve bazı davranışları, gerek sarayda gerekse Konya’da bir takım rahatsızlıkları beraberinde getirmiştir. Kendisi de bir Mevlevi olan Sultan Reşat, Abdülhalim Çelebi’yi makamından ayırıp, yaklaşık bir yıldır Galata Mevlevihanesi’ne vekalet eden Veled Çelebi için Reisülmeşayıh Elif Efendi’ye bizzat hüsnü şehadette bulunarak Mevlana Dergâhı postnişinliğine tayin edilmesini irade buyurmuştur (28 Cemaziyülevvel 1328/7 Haziran 1910).
Sultan Reşad’la ilişkisini göstermesi açısından Veled Çelebi’nin şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Dokuz sene meşihat hizmetinde bulundum. Ben Meşrutiyet devrinin bir çelebisiyim. Sultan Hamid’e erişmedim. Sultan Reşat bana o derece iltifat ederdi ki Mevlana’dan başka hiçbir Çelebi bu kadar iltifata nail olamamıştır. Her İstanbul’a davet olundukça Topkapı sarayına misafir olurdum.” Veled Çelebi, İttihat ve Terakki erkanından da hürmet gördüğünü belirtmekle birlikte dergâhların ihyasına taraftar olmadıklarından dolayı, Mevlana Dergahı’yla ilgili bazı isteklerinin yerine getirilmediğini, hatta Abdulhalim Çelebi’nin huzura kabul ettirilmek suretiyle tehdit edildiğini, bunun üzerine istifaya yöneldiğini ancak Sultan Reşat’ın buna mani olduğunu belirtmektedir.
Dokuz yıl bu görevde kalan Veled Çelebi bu süre zarfında eser te’lifi ve tahkiklerine devam etmenin yanında Meşihat, imamet, mesnevihanlık, müderrislik görevlerini de yerine getirmiş, Karatay medresesinde Farsça dersleri vermiştir.
I. DÜNYA SAVAŞI VE GÖNÜLLÜ MEVLEVÎ ALAYI
I. Dünya Savaşı sırasında teşkil edilen Gönüllü Mevlevî Alayı’nda miralay rütbesiyle alay komutanlığı yapan Veled Çelebi, 18 Cemaziyelevvel 1333/3 Nisan 1915’de Şam’da iken Mücahid-i Mevleviye Kumandanı ve Mevlana Dergahı Postnişini olarak Gaza-yı Ekber ilan eden Padişaha tebriklerini sunmuştur. Şam ve Hicaz’da bulunduğu üç yıla yakın sürenin, hayatının en rahat günlerinden biri olduğunu belirtir. Zira “ne amcazadelerin buğday kavgası, bu şeyhleri türlü türlü tezviratı vardı ne de şeyhlik.”
Bu evrede üç kez Medine’ye giden Veled Çelebi, orada Şeyh Kettânî’den mütevatir hadis icazeti alır. Mekke’yi de ziyaret eden Çelebi burada Abdülbaki el-Köhnevî ve Şeyh Salih Akişanî’nin hadis derslerine devam etmiştir.
ANKARA’YA GELİŞİ VE MİLLETVEKİLLİĞİ
Suriye yenilgisinden sonra 1917’de Veled Çelebi Konya’ya geri dönmüş, bir süre sonra da I. Dünya Savaşı sona ermiştir. Bu evrede İttihat ve Terakki partisi dağıtılmış, Hürriyet ve İtilaf Partisi hâkim duruma gelmiş, Veled Çelebi 4 Ramazan 1337/3 Haziran 1919’da Ferit Paşa kabinesi şeyhülislamı Sabri Efendi’nin teklifi, Sultan Vahdettin’in iradesiyle postnişinlikten azlolunmuştur. Konya’dan İstanbul’a gelen Veled Çelebi Vahdettin tarafından 1919’da Maarif Nezareti’nce Türkçenin ıslahı ve tespiti gayesiyle oluşturulan Tetkikat-ı Lisanîye Encümenliği’ne tayin edilmiş Ali Ekrem, Halid Ziya, Cenab Şehabeddin ve Ahmet Hikmet’le birlikte çalışmıştır. Yaklaşık bir yıl bu görevde kalan ve inzivai bir hayat süren Veled Çelebi, o dönemin birçok siyaset ve fikir adamının tutuklanması ve kendisinin de aynı akıbete uğrama korkusuyla bu görevi pek istekli yerine getirmediğini belirtmektedir. Bu dönemde Anadolu’da Milli Mücadele başlamış, Ankara’da hükümet kurulmuştur. İstanbul’dan Antalya yoluyla Anadolu’ya kaçmaya karar veren Veled Çelebi 1921’de bir İtalyan vapuruyla Antalya’ya gelmiş Ankara’daki dostu Hamdullah Suphi Bey’e (ö. 1966) çektiği telgraf sonrası buradan gelen müsaade ile kara yoluyla Ankara’ya gelmiş ve Mevlevîhane’ye misafir olmuştur. Bu dönemde Ankara Lisesi’nde Farsça öğretmenliği yapan Veled Çelebi, daha sonra Te’lif ve Tercüme Encümeni’nde Ziya Gökalp ile birlikte çalışmaya başlamıştır.
Ankara’ya yerleştikten sonra ailesini getirten Veled Çelebi’nin dil üzerine çalışmaları, Cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiş, ikinci devrede Kastamonu Milletvekili olmuş, (1923-1939), milletvekilliği döneminde Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kurulması görevi, ona verilmiştir.
Veled Çelebi mebus olduğu dönemde, 1925’te Abdülhalim Çelebi’nin postnişinlikten azledilmesiyle bu makama ikinci kez tayin edilmiş, 16 Kasım 1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bu görevi sona ermiştir.
Kastamonu mebusluğu sonrası Yozgat milletvekili olarak da TBMM’de 7. seçim döneminin sonuna kadar (1939-1943) çalışan Veled Çelebi’nin Türk Dil Kurumu’ndaki çalışmaları, bundan sonra da devam etmiştir.
Veled Çelebi, vefatından bir ay önce hastalanmış, 4 Mayıs 1953’de Ankara’da vefat etmiştir. Ertesi gün cenazesinde başta İsmet İnönü olmak üzere devlet ricali, sanat, edebiyat ve ilim adamlarından oluşan bir grup da hazır bulunmuştur. Hacı Bayram’da kılına namazdan sonra Cebeci Mezarlığına defnedilmiştir. Mezar taşında 1952’de yazdığı şu şiiri vardır:
Geçtim hevesât-ı dünyevîden
Zevk aldım umur-ı uhrevîden
Yâ Rab beni bir nefes ayırma
Kur’an u Hadis ü Mesnevî’den
Kişiliği
Veled Çelebi’nin karakterinin şekillenmesinde içinde bulunduğu tasavvufî çevrenin ve aldığı eğitiminin etkisi küçümsenemez. Dergâhta dönemin önde gelen alim, edip, mutasavvıf ve musikişinasların sohbetlerine iştirak etmiş, icra olunan âyinlere katılmıştır.
Kızı Devlet İzbudak, babasını tanımlarken; “Değiştirilemeyecek olaylara karşı tevekkül, yeniliklere karşı merak ve ilgi” ifadelerine yer vermektedir. Yeğeni Nevin Korucuoğlu, amcasıyla ilgili, “Veled Çelebi İzbudak ilim ve fikir tarihinde olduğu gibi, insan gönlünde de zarif derviş edasıyla yer yapmış nadir şahsiyetlerdendir. Tabiata aşık, insanları, özellikle çocukları her şeyi sevmiş, toplumumuzda terbiye alanında en seçkin örnek olmuştur” der.
Necib Asım Veled Çelebi hakkında yazdığı makalenin sonunda “Çelebi Hazretleri nezaket ve nezaheti tab’ ile mümtaz, Arabî ve Farisî’ye bihakkin vâkıf, Türkçe içün ise cümlemize faik bir zat-ı muhteremdir. Üç lisanın dekâyık-ı edebiyyesine vukûfundan başka tasavvuf, hadis ve tefsirde dahi sahib-i ihtisasdırlar”.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal onunla ilgili; “Kırk yıldan beri tanıdığım bu fâdıl zatın ilimden başka şeyle uğraştığını bilmiyorum. Lisanen ve kalemen irfan-ı memlekete hizmet edenlerin hakka’l-insaf birinci safında bulunan erbabı himmet ve gayretten olduğunu inkâra imkân yoktur. Üç lisanın edebiyatın layıkıyla vâkıftır. Latife vadisinde söylediği manzumeler de ciddileri gibi zarif ve latiftir” ifadelerine yer verir.
Veled Çelebi’nin Nurettin Artam’a verdiği şiiri, hayatını ve karakterini yansıtması açısından dikkat çekicidir.
Bana bigâne-i dünya dediler eyvallah
Mest-i peymane-i hulya dediler eyvallah
Hep çalıştıklarımı kıldı zaman bî-mânâ
Namıma şimdi heyulâ dediler eyvallah
Yıkarız yapmayız yerine diğerini
Buna mefkûre-i kübra dediler eyvallah
Hoca attı sarığı, giydi silindir şapka
Böyledir hükm-i fetva dediler eyvallah
Türklüğe Türkçeye bîgâne nice asriler
Türkçüyüz biz de pek âlâ dediler eyvallah
Ey Veled, gördü beni mest-i şemret yârân
Bu da bir başka temaşa dediler eyvallah
Tasavvufun gayesini işlediği bir beyitse şöyledir
Eğer olmazsa cân cânana vâsıl
Tasavvuftan tasarruftan ne hâsıl
Genç yaşlardan itibaren eser te’lifine başlayan Veled Çelebi’nin te’lif, tercüme, tahkik ve şerh olarak kaleme aldığı birçok eseri bulunmaktadır.