Hz.Ali’nin ah’ı nasıl bir ah’tır, hiç düşündünüz mü ? Münafıklık Zor Zanaat Azizim…Demişti bir bilge söze başlarken : İslam tarihine adını gelmiş geçmiş münafıkların serdarı, başı, reisi diye yazdıran İbni Selül her zaman ilk safta yani Hz. Peygamberin (s.a.s) hemen arkasında namaz kılardı. Oysa Hz. Ali bile her vakit buna yetişemez bazen en arka safta bazen de tamamen cemaatle namaz kılma sevabını kaçırmış olurdu. Hatta bir gün acil bir işini bırakmış koşa koşa ikindi namazına gelmişti. Fakat yetişememişti. Mescidin kapısından çıkan ilk adama nefes nefese sordu:
-Namaz bitti mi?
-Evet.
-Ahhh !
Mevlana’nın anlatımı ile adam gönül gözü açık biriydi, uyanıktı. O “Ahhh !” daki samimiyeti, ihlâsı, imanı ta yüreğinde duydu da dedi ki:
Ver, o Ahhhh! ‘ı ! Vereyim bütün namazlarımı…
O ah’da neler yoktu ki ? Hz. Muhammed (s.a.s) , Hira mağarasında vahiyle muhatap olmaya başladığı ilk günlerde en yakın akrabalarını Kureyş’in önde gelen asilerini bir yemeğe davet etti. Kutsal görevini açıklayacağı gece ömrünün en zor anını yaşamıştı.
Düşün bir kez sizi çocukluğunuzdan beri en yakından tanıyan insanlara “ben peygamberlikle görevlendirildim” diyeceksiniz. Yabancı insanlara açıklamak daha kolaydır. Ama emir böyleydi. En yakından uzağa doğru davet başlayacaktı. Hz. Muhammed yemeğin sonunda ayağa kalkıp yaptığı o konuşmayı kim bilir ne duygularla içinde gerçekleştirdi. Gülerler mi, deli derler mi kalkıp giderler mi belirsizdi. Sözün sonunda “Şimdi en yakınlarım olarak sizden bana peygamberlik görevimde yardım etmenizi istiyorum.” Dedi. Koca salon derin bir sessizliğe büründü. Cevap gelmeyince : “Evet, aranızda beni destekleyecek bana yardım edecek olan yok mu?” diye sordu. Küçük bir çocuk ayağa kalktı ve : “Ben varım!” diye öne çıktı. Başka da ses veren olmadı. O çocuk on bir yaşındaki Hz. Ali’den başkası değildi. Ve peygamber yerine ölüm yatağına girinceye, sırtına ihanet hançeri saplanıncaya kadar o ikrarında durdu. Bundandır ki onun ahı ile bir başkası bir ömür namazını bile tartmış.
Hz. Ömer’in ise doğal yapısına uygun dini yaşantısı ile bu konudaki tavırları az çok tahmin edilebilir. Benim dikkatimi çeken ve bazen gülümseten ise gördüğü günden beri İbni Selül’e yüreğinin hiç ısınmaması ama adamı suçlayacak bir delil de bulamayınca kendi kendine kızıp . “İbni Selül hep ön safta Ömer nerede?” diye kendini sorgulaması. Sonra yine adamla ilgili duygularının değişmemesi.
Ve bize bıraktığı o müthiş uyarı : “Hiç sebep yokken yüreğiniz birine ısınmadıysa ondan uzak durun!” Bazen Hz. Ömer’in “Ön saftakilere dikkat!” diye bir uyarısı var mı diye de düşünmüyor değilim..
Evet Blaise Pascal’ın dediği gibi: “Yüreğin de bir bildiği var, aklın hiç haberdar olmadığı…”
Ve 15 Temmuz Darbe gecesi Türk Milleti yüreği ile bir karar verdi aklı ile değil ! Ama bunu “ahmaklık” olarak görenler şunu bilmelidir ki; Dünya, böyle bir yürek görmedi. Varsa göstersinler…
Evet, o gece henüz Cumhurbaşkanı ekranlarda gözükmeden, TRT de bildiri okunur okunmaz insanlar sokağa çıkmaya başladı. Evet, bunun bir sahte darbe olma ihtimali de herkesin aklındaydı. Ama biraz durun, işin rengi bir belli olsun diyenlere karşılık : Duruma bakarız , biz yerimizde olalım diyenler ağır bastı. Bunların her kesimden, düşünceden insanlar olduğunu da asla unutmayalım. Oluşan Çanakkale ruhuydu. Yarın ne olacak demediler. Ya darbeciler kazanırsa diye düşünmediler. Ben mi vatanı kurtaracağım başkaları çıksın bakalım diye akıllarına gelmedi. Duruma baktılar ve gereğini yaptılar.
Senaryo olduğuna inanlara bir tek şey söyleye biliriz. Mevlana, Şems’ten gelen yalan selama cüppesini hediye ettiğinde uyaranlara ne demişti. Ben dostun yalan selamına cüppe mi verdim. Gerçek olsa canımı verirdim.
Bu durumda, bu millet sahte darbeye bu kadar şehit verdi ise gerçeğine ne tepki verir, düşünülmeye değer değil mi ? Ama herkes kendi nasıl davranacaksa diğer insanları da öyle yorumlar
Yapamadığı şeyi yapabileni takdir eden ne kadar da azdır…
Şunu eklemeliyim konu kapanmadan buradaki münafıklık örneğini dini ya da imani anlamda kullanmadım. Onun takdiri her zaman Allaha aittir.
Benim buradaki kastım vatanseverlik ve kendi milletine kendi milletinin iradesine, onun vücut bulmuş hali Türkiye Cumhuriyeti Devletine bağlılık saygı ve sadakat konusundaki samimiyetler, samimiyetsizlikler… İhanete ise henüz girmedik çünkü gerçekten duygularımı düşüncelerimi ifade edecek kelime bulamıyorum.
Hasan Sabbah’ın ruhuna rahmet okuttular diyeyim şimdilik sadece… Ne böyle bir hain görüldü ne böyle bir terör… İşin kötüsü bu korkak, kişiliksiz, hasta ruhlu kuklanın zehirlediği bu vatanın evladı olan ama bunun farkında olmayan robot gibi android gibi aramızda gezen bu insanlarla biz birlikte yaşamak zorundayız. Suça karışanlar tutuklansa bile bunların aileleri belki içlerinde kin büyütmeye devam eden evlatları var. İşimiz çok zor yolumuz çok uzun…
Ama o gece çekilmiş baktıkça beni ağlatan bir resim var. Bir sıra silahlı darbeci asker bir sıra silahsız genç… En yakındaki genç kız, göğsüne bir bayrak takmış. Yüreğinin üstüne onu kalkan yapmış. Biliyor ki kurşun gelirse onunla birlikte paramparça edecek kalbini. Ama o bakışı ile askere diyor ki: Hadi ona ateş edebileceksen et! Zaten sen onu vuracaksan benim yüreğim de dursun!
Yandan olsa bile o bakıştaki cesaret, kararlılık ve acı öyle net ki. İşte o acı beni ağlatıyor. Çünkü o kız da hepimiz gibi o üniformayı o askerleri kahramanı yaparak büyüdü. Biz onlar nöbette diye güvenip huzurla uyuyorduk. Ben geçen yazımda anlattığım Makaryos’un sakalları kâbusumdan tıpkı bu yaşta kahraman Türk Askerleri tarafından kurtulmuştum. Onlar Kıbrıs’a çıkmasalardı belki her gördüğüm gölgeden korkuyor olacaktım. Sayfalarca Türk Ordusu resimleri göstermişti annem ve : “Bak demişti. Bunlar senin saçının teline zarar gelmesin diye ölebilecek kahramanlar. Makaryos buraya gelebilir mi? “
Evet gelemezdi. Ama içimizden ondan daha beterleri çıkıp işte böyle bizi kahramanlarımızın silahları ile göğüs göğse getirdiler. Bu acıyı unutmayacağız ve gerçek kahramanlarımıza Türk Ordusu’nun asil evlatlarına daha sıkı sarılacağız. Bizim ordumuz herşeye rağmen Ömer Halis Demir gibi kahramanları yetiştirebilen bir ordudur. Sivilde de askerde de ihanet namlularının önüne atılan yüreklerin ordusudur.
Kim ne derse desin böyle yürekler dünyanın hiçbir yerinde yok. Ben buradan o güzel genç kıza diyorum ki: Ver o anda, o bayrağın altında yüreğinin bir anlık atışını, al bütün diplomalarımı, vergilerimi, konferanslarımı, yazılarımı… Ya da bu vatan için herhangi bir şey yapabildiysem onu…
Seni, küçümsemek kimin haddine! O gece vatan için ayakta olanların yüreğinden öpüyorum…
Not: bu yazı 29 .07.2016 tarihinde memleket gazetesinde yayınlanmıştır.