Eski devirlerde yaşamış ben diyeyim ağa, siz deyin vezir ve bu vezirin de gençlik çağında ama babasının servetiyle aylak yaşayan, eli iş tutmayan bir oğlu varmış.
Vezir bir gün oğluna demiş ki: “Oğlum benden artık bu kadar, yarın git, bir iş yap, çalış ve kendi paranı kendin kazan”. Tabi delikanlı ömründe hiç çalışmadığı için ertesi gün sabah annesinden 1 altın isteyip almış ve bütün gün sağda solda gezmiş. Akşam eve dönünce babası ne yaptığını sormuş. Oğlu da “baba çalıştım, bu 1 altın lirayı kazandım” demiş annesinden aldığı altını göstererek.
Babası altını alıp evin penceresinden dışarı fırlatmış. “Yarın git tekrar kazan” demiş.
Oğlu babasının bu davranışına anlam veremese de ertesi gün yine annesinden 1 altın alıp evden çıkmış, akşama kadar gezip eve dönmüş. Vezir yine ne yaptığını sormuş, oğlu yine çalışıp 1 altın kazandığını söylemiş ve vezir yine o altını alıp camdan dışarı fırlatmış ve yine “yarın git, tekrar kazan” demiş.
Oğlu ertesi sabah yine annesinden 1 altın istemiş ama annesi “oğlum bende hiç altın kalmadı” demiş. Delikanlı çaresiz bir şekilde o gün gitmiş, akşama kadar hamallık yapmış, 1 altın kazanmış, yorgun argın eve gelmiş ve yine babasına altını vermiş. Babası yine altını pencereden fırlatacakken delikanlı bu kez babasının elini tutmuş ve altını atmasına izin vermemiş.
Öğrenim hayatım boyunca yaz tatillerinde çalıştım. Kimi zaman garsonluk, kimi zaman ilaç barkodlama, kimi zaman bulaşıkçılık yaptım. Hatta bulaşıkçılık yaptığım ilk günün akşamında eve gelince hüngür hüngür ağladım. Çünkü zoruma gitmişti, çünkü zordu ama o zor bana kıymet öğretti. Sanmayın ki paranın kıymetini öğretti; o zor bana alın terinin, onurun, mücadelenin, helalin kıymetini öğretti. Paranın kıymetini zaten biliyorduk babamızın iki işte çalışmasından, çocukluğumuz boyunca istediğimiz zaman çikolata yiyememekten, bir kavanoz balın gözyaşlarımıza rağmen alınamamasından.
O devirlerde bizim gibi bulaşıkçılığı yapmış ama “onuruyla ayakta kalmak” yerine “paranın” kıymetini öğrenmiş insanlar da varmış meğersem aramızda.
Bu insanları ayırt etmek çok kolay günümüzde. Bakın etrafınızdaki ticaret yapanlara:
İnsan yerine parayı tercih ediyorsa birileri, işte onlar asla hakkaniyeti, alın terini öğrenememiş; onun yerine, paranın diğer her şeyin üzerinde olduğunu zannetmiş sersemlerdir. Çünkü alın terinin kıymetini bilen insan, başkasının alın terini de düşünür. Başkasının hakkını da gözetir, kazıklamaz, fırsatçılık yapmaz.
Haram diye bir kelime var, meraklısı çok. “Daha çok” kazanmak uğruna hak yiyen, kursağına ateş dolduran öyle insanlar görüyoruz ki günlük hayatımızda. “Hakkımı helal etmem” lafı eski insanların yüreğini titretirken, günümüzdeki garabetler için ancak peşinden küfür sallayacakları bir tamlama olmuş. Çünkü hak, helal, haram gibi kavramlar Audi getirmiyor, süper lüks daire getirmiyor, bunları para getiriyor.
Takkeli Dağ’ı özlüyorum bazen. Çocukluğumuzda dağa çıkarken tek tük önümüze gelen badem ağaçlarını, bahar mevsiminde hissettiğimiz o bambaşka dağ havasını. Çocukluğumuz geçti ve biz de dağdan inip toplum içerisine karıştık, ama o dağ havasını iyi solumuşuz galiba, bir türlü şekerin çayda eridiği gibi eriyemiyoruz bu toplum içinde. Kaskatı duruyoruz çocukluğumuzun sertliğinde.
Allah razı olsun atalarımızdan, haram-helal dürtüsünü öyle bir yerleştirmişler ki içimize, kul hakkı yemektense kaybetmeyi, feragat etmeyi göze alıyoruz.
İçimizdeki o haramzadeler, keşke bu ve benzeri yazıları okusalar, ama onlar okumaz ki, çünkü okumak ta para getirmez onların kafasına göre.
Bari siz okuyan insanlara sesleneyim:
Ey kardeşlerim;
Milletimizin ve vatanımızın iyiliğini, faydasını gözetiyorsanız, ne olur o haramzadelere sessiz kalmayın. Kendi hakkınız yendiğinde de, başkasının hakkı yendiğinde de harekete geçin. Onur dediğimiz şey yenmez, içilmez ama felçli adamın bile dağ gibi ayakta olduğunu hissedersiniz onun onurunu gözlerinden okuduğunuzda.
Dünyadaki en aşağılık insanlardandır haram para için çırpınanlar. Giderek daha içine girerler bataklıklarının ama asla farkında değillerdir. Göstereceğiniz bu mücadele, onlara da bir el atmaktır aslında. Belki anlarlar.
Takkeli Dağ’ı özlüyorum, çünkü onun öyle heybetli bir duruşu var ki, sadece onurlu insanların gözlerinde görüyorum aynı dik duruşu. Selam olsun harama dalmaktansa onurlu yaşamayı seçen yiğitlere.