Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Veyis Ersöz
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Veyis Ersöz başta Akviranlılar olmak üzere eğitimciliği, siyaseti, gazeteciliği, vakıf ve hayır işleri ile şehrimizin her kesimi tarafından yakından bilinen ve tanınan, eğitime inanmış dolu dolu bir insan. Konuğumuz tam tamına 31 yıl 3 ay yaptığı öğretmenlik mesleğinde yetiştirdiği birbirinden değerli insanların yanı sıra öğretmen, doktor, hatta bakan öğrencileri ile gurur duyuyor ve o günleri hatırlarken yeniden heyecanlanıyordu.
AKVİRAN HACILAR’DA ERSÖZ ÇİFTİNİN İLK ERKEK ÇOCUĞU DÜNYAYA GELİYOR
1926 yılının Ağustos ayında Akviran nahiyesi Hacılar Mahallesi 134 numaralı hanede oturmakta olan Ömer ve Müslüme Ersöz çiftinin evlerinde tatlı bir mutluluk ayrı bir heyecan yaşanıyordu. Çiftin Rüveyda isimli ilk çocuklarından sonra minik Veyis sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmişti. O tatlı mutluluğun ardından Ersöz çiftinin Mustafa, Zübeyde ve S. Mehmet isimli çocukları dünyaya gelecek ve aile uzun yıllar sağlıklı huzurlu bir yaşam sürdürecektir.
BABA HACI MUSA OĞULLARINDAN SEYİT OĞLU ÖMER İDİ
Veyis Ersöz doğduğu dünyaya gözlerini açtığı evde 13 yaşına kadar kalacaktır. Babası Hacı Musa oğullarından Seyit oğlu Ömer’dir. Baba Ömer, çiftçilik yaparak geçimini sağlamakta çoluğunun çocuğunun nafakasını çıkarmak için mücadele vermektedir. Zaten Akviran nahiye merkezi o yıllarda bir köy karakteristiğinde tipik bir Anadolu yerleşim birimidir. Halkı besicilik, çiftçilik ve bağcılık ya da meyvecilik ile geçimini sağlamaktadır…
1935 YILINDA AKVİRAN HANİYESİNDE OKUMA YAZMA SEFERBİRLİĞİ BAŞLATILIR
Akviran’da 1935’te bir okuma seferberliği başlatılır. İsterseniz artık bundan sonrasını ve ilginç yaşam öyküsünü Sayın Veyiz Ersöz’ ün kendisinden dinleyelim:
-‘Mustafa Çetin başöğretmenimizdi. Okumaya karşı insanlar arasında müthiş bir yarış başlattı.50’li yıllarda Türkiye’de nüfusuna göre orantıladığımız zaman okuma yazma oranı en yüksek olan yer Akviran oldu.
FAKİRLİK HAD SAFHADA İDİ, BİR DE YOL VE HAYVAN VERGİSİ ÖDENİRDİ
Fakirlik o kadar büyüktü ki ayakkabıyı bile kardeşler arasında ayakkabıları değişerek giyerdik. Üst üste gelen kuraklıklar, kıtlıklar, arkasından Dünya Savaşı… 1939-45’e kadar o kıtlık ve yokluk yıllarında sıkıntı had safhada idi. Ama bir de tüm bunların üzerine vatandaştan alınan yol vergisi, hayvan vergisi çok oluyordu. İnsanların nefes alacak halleri kalmamıştı. Hane başına 5 lira yol vergisi alınıyordu. Yollarda o yıllarda çalışmalar yapılıyordu… 12 gün, ayda 12 gün yolda çalışacaksınız. Değilse vergisini vereceksiniz. 5 çocuk veya 5’ten daha fazla çocuğu olandan da daha çok vergi alınıyordu. Yol, su, ekmek yoktu.
AMCAM TOPAL VEYİS AKVİRAN’IN İLK BELEDİYE BAŞKANIYDI
Evimiz iki katlı şirin bir evdi. Üstte odalar vardı, altı ise samanlıktı. Amcam Veyis İstanbul’da medrese eğitimi görmüş bilgili tahsili birisi idi. Akviran’ın ilk Belediye Başkanı oldu. 1914–1920 yılları arasında Akviran’da Belediye Başkanlığı yaptı, daha sonra da burada vefat etti. Vefat ettiğinde 90 yaşının üzerinde idi. Ona Topal Veyis derlerdi, çünkü ayağına kurşun gelmiş ve bu ayağını kesmek zorunda kalmışlar.
BİZİM OYUNCAĞIMIZ TAŞ, TOPRAK, BİLYA İDİ
Bizim çocukluğumuz zamanında öyle oyuncaktan geçtik, top filan bile yoktu. Biz ancak bilye, aşık ara kesti, saklambaç, taş atmaları oynardık. Tabii bir de düven sürme, ekine gitme biz çocuklar için eğlenceli olurdu. Evde kardeşlerimiz ile aramızda kavga eksik olmazdı. Ama babam buna da pek fırsat vermezdi. Böyle bir durumda birden sert yüzünü bize gösteriverirdi.
EYLÜL’ÜN SON HAFTASINDAKİ BAĞ BOZUMLARI BAYRAM GİBİ OLURDU
O zamanlar bağ bozumları çok farklı neşeli bayram gibi geçerdi. Bağ bozumu Eylülün son haftasında yapılırdı. O günler bizim için bayram günleri gibiydi. İyi elbiselerimiz giyilir bayram gibi hazırlık yapılırdı. Dini bayramlarda yine bütün ahali bir araya gelir, köy odasında müşterek yemek yenirdi.
AKVİRAN İLKOKULUNA GİTTİM, RESİM DERSİNİ BİR TÜRLÜ SEVEMEDİM
Akviran İlkokuluna gittim. Muazzez hoca birinci sınıfta bizi okuttu. 2. ve 3. sınıfta ise S.Ali Akalın, Hüseyin Eruyarlar okuttu. 4. ve 5. sınıfta ise Mustafa Çetin bizi okuttu. En sevmediğim ders resim dersi idi. Zaten bizim sülalede resim dersine, resme kabiliyeti olan yoktu. Sınıflarımız sobalı idi. Kömür yoktu ki o zamanlar herkes okula giderken birer odun götürürdü. Evde odun bulamadığımız zaman ya da okula götürmeyi unuttuğumuz zaman odun çalardık, onu götürürdük. Eğer o gün okula odunsuz gidersiz mümessiller sizi okula sokmazlardı.
BİR SENE OKULA GİTİM, YAŞIM KÜÇÜK DİYE KARNE VERMEDİLER
Mesela bir de okula bir sene gittim ama bana daha sonra senin yaşın küçük dediler ve karne vermediler. O günü hiç unutmuyorum, ağlayarak tekrar eve döndüm. Öğretmenlerim benim ağladığımı gördüler. Ama bana karne veremediler. O gün o kadar çok ağlamıştım ki
O ZAMANLAR NAMAZ SURELERİNİ TANIDIK HOCALARDAN AHIRLARDA, SAMANLIKLARDA GİZLİCE ÖĞRENİRDİK
Yazın ekin harman, kışın yağmur kar olurdu. Karlarda dam kürürdük. O zamanlar çocuk olduğumuz için bu kar kürüme işi filan bana çok zor gelirdi. Bir de o zamanlarda hocalar bu namaz surelerini filan çocuklara saklı gizli öğretirlerdi. Bodrumlarda, ahırlarda, samanlıkta öğretirlerdi. Bunu da çok samimi olanlar akraba olanların çocuklarına gizliden gizliye öğretirlerdi. Öyle her isteyen hocaya çocuğunu gönderip namaz suresini filan öğretemezdi.
13 YAŞINDA İLKOKULDAN MEZUN OLDUK VE KÖY ENSTİTÜSÜNÜN YOLUNU TUTTUK
13 yaşında ilkokuldan mezun oldum. Biz 12 kişi idik. On ikimiz de Köy Enstitüsüne gitmek için isimlerimizi verdik. Başöğretmenimiz Mustafa Çetin bizim isimlerimize birer zarf geldiğini söyledi. Açtık baktık ki üzerinde hiç unutmuyorum ‘Sanatı olmayan milletler geri kalmış milletlerdir’ bunu açıklayın yazıyordu. Bende bununla ilgili bir kompozisyon yazdım ve zarfa koyup gönderdik. 1941 yılının yaz ayı idi. Sonra tekrar bir zarf geldi; Eskişehir’e gidecektik. Bizden önce böyle giden olmamıştı. Biz 12 arkadaşı Konya garına kadar getirdiler. Buradan mezun olanlar öğretmen oluyormuş. Aileme de bu durum anlatıldığı zaman hiç itiraz etmemişler, kabul etmişlerdi. Hepimiz ilk kez trene biniyorduk. Koridorlar o kadar kalabalıktı ki adım atacak yer yoktu.
AKVİRAN’DAN KONYA’YA AT ARABASI İLE 10-11 SAATTE GELİRDİK
O zamanlar Konya’ya gelmek bile büyük olaydı. Konya’ya at arabaları ile gelinirdi. Yaklaşık 51 kilometrelik yolu 10-11 saatte alırdık. O zamanlar yolun üzerindeki hanlar bize bugünün beş yıldızlı otelleri gibi gelirdi. Özellikle kış aylarında hanlarda mola vermek mükemmel bir şeydi.
KÖY ENSTİTİSÜNDE MEVCUDUMUZ 151 KİŞİ İDİ BİR TANE DE KIZ VARDI
Eskişehir’e Köy Enstitüsüne gittiğimiz zaman gördük ki gelenler de bizim gibi hep değişik değişik muhitlerden gelenlerdi. İçimizde bir tane de bayan vardı. Bizleri isim sırasına göre sıralardılar. Hiç unutmuyorum ben de 3-C sınıfına alındım numaram ise 556 idi. Okulda ilk işim de annemlere mektup yazmak olmuştu.
KÖY ENSTİTÜSÜNDE DEMİRCİLİK MARANGOZLUK GİBİ HER MESLEK ÖĞRETİLİYORDU
Köy Enstitüsündeki müdürümüz Rauf İnan beydi. Kendisi Almanya’da eğitim görmüştü. Çok başarılı bir insandı... Bir de Osman Ülküm vardı. O da köy köy dolaşır o köy ile yani köy okuluna bizden gideceklerin anlaşmasını yapardı. Bize de okulda demircilik marangozluk gibi hayatta lazım olan bazı meslekler hakkında bilgiler verilirdi. Bunların tatbikatı yaptırılırdı. Diplomalarda mesleğiniz yazılırdı, mesela ben demirci idim. Demircilik ile ilgili tüm dersleri aldım, tatbikatını yaptım, mesleği öğrendim.
SON SINIFTA ÜÇ KÖY TERCİHİ YAPTIK
Son sınıfa geldiğimiz zaman bize üç köy için tercih yapmamız istendi çünkü tayin yerlerimiz için buraları yazmamız gerekiyormuş. Ben de Akviran’ın üç köyünü sıralamaya koyarak tercihimi yaptım. Rauf İnan elinde bir liste ile geldi. Mevcudumuz 151 idi. Müdüre o zaman direktör diyorduk. Listeye kimler neyi nereleri yazdı diye kontrol etti ve tekrar gitti. Aradan bir ay geçti. Rahmetli Osman Ülküm beni yanına çağırdı. “Sen niye oraları istedin?” diye sorduktan sonra –“Seni Çumra Küçükköy ilkokuluna göndereceğiz. Çünkü oranın iki katlı bir lojmanı var. Orada kalırsın” dedi.
OKULDA İKEN YAZDIĞIM TOPRAK ŞİİRİ İÇİN 480 KURUŞ TELİF ALMIŞTIM
Bu arada okulda öğrenci iken şairlik filan da vardı. Müsamerelerde filan da okurdum. İlk şiirimi son sınıfta iken 1945’te yazdım. Adını da Toprak diye yazmıştım. Bu Toprak isimli şiirim üç ayrı kitapta yayınlandı. İstanbul’da ilköğretim mecmuasında da yayınlandı. O zaman 480 kuruş telif ücreti geldi bana. 500 kuruşmuş da 20 kuruşunu pul parası diye kesmişler. Beni o mecmuadan şiir yazmam, çalışmam için çağırdılar…
ÇUMRA KÜÇÜKKÖY’DE 19 YAŞINDA İLK ÖĞRETMENLİĞİM
Bana “Küçükköy’e tayinin çıktı” dediler. İlk tayin yerim olan Çumra Küçükköy’e gitmek için Çumra’ya geldim... Muhtarın evini sordum. Ben sorduğum bu kişiye “ben oraya öğretmen olarak atandım” demiştim. O adam da “benim akrabam oranın muhtarı arabaya bin seni götüreyim” dedi. 15 km’lik yolu 2-3 saatte gidebildik. Köye akşam vakti vardık. Muhtar ve köylüler iyi insanlardı ama ben henüz 19 yaşında genç delikanlı biriydim. Köy hayatı ayrı bir yaşamdı. O gece gaz lambasının altında konuşurken uyukladığımı hissettim.
OKULDA 17 YAŞINDA BİLE ÖĞRENCİ VARDI
Bir gün köyde kaldım, gündüz okula gittim. Okul 2 katlı bir binadan oluşmuştu ama 17 yaşında bile öğrenci vardı. At arabası ile tekrar döndüm, eşyalarımı da tekrar at arabasıyla götürdüm. Aslında zengin bir köydü. Talebeler, köylüler bizim kıymetimizi biliyorlardı. Eylül’de geldik. Öğretmen ve imam çok seviliyordu. Hemen 2 çuval soğan, 1 araba kavun, etlik kesiyorlar, but öğretmenin hakkı diyorlardı. 1945’ten 1954’e kadar burada kaldım. Rahmetli Halis Harmankaya ile birlikte çalıştık.
BURADA ÖĞRETMEN İKEN EVLENDİM
Buraya geldikten 2 sene sonra 1947’de evlendim Bu evlilikten Aynur, Ayfer, Salih Sedat, Hatice ve Ömer isimlerinde çocuklarım oldu.
GELİBOLU’DA RAGIP GÜMÜŞPALA’NIN ÇOK SEVDİĞİ BİR ASTEĞMENDİM
Daha sonra askerliğimi yapmak için Ankara piyade okuluna gittim. 6 ay sonra da Gelibolu’da yedek subay olarak 18 ay vatani görevimi yaptım 2. Kolordu Komutanı Ragıp Gümüşpala idi. Biz 3 öğretmen kabartmalı Türkiye haritası yaptık, yaptığımız harita 8x10 metre büyüklüğündeydi Amerikalı subaylar gelir onun üzerinde incelemeler yaparlardı. O zaman eşimi ve çocuklarımı da Gelibolu’ya götürmüştüm.
GÜMÜŞPALA ÇOK TİTİZ BİR KOMUTANDI
Biz 3 öğretmen asteğmen nöbet tutmuyorduk. Nöbet tutmadığımız için de bazı subay ve astsubaylar rahatsız oluyorlardı. Bir gün komutanın haberi yokken bize nöbet koydular, paşa bunu duyunca çok kızdı. Öyle ki paşanın özel arabasıyla bile seyahat ediyorduk. Kendisi olmadığı zaman forsunu çıkartıp yine biz kullanıyorduk. Gümüşpala çok titizdi, çok sıkı denetlemeler yapardı. Askerin kurtlu bozuk gıda yememesi için denetlemeleri bizzat kendisi incelerdi.
ASKERLİK SONRASI KARAMAN GÖZER KÖYÜNDE YENİDEN ÖĞRETMENLİK YILLARI
Askerlik sonrası tekrar öğretmenlik için başvurdum. Karaman Göçer köyüne tayinim çıktı. Karaman’a gittiğim zaman Milli Eğitim’deki memur bana “Görev yerin iyi ama oraya yol bel yok hayvanlarla gideceksin” dedi. Pazara gittik oraya gitmek için hayvan kiraladık. 45-50 km’lik yolu 8 saatte katır sırtında gittik. Bazen dağ yolu oluyor bazen suyun içinden geçiyorduk. Bazen bu duruma üzülüp öğretmenlikten ayrılmak istiyordum. Daha sonra tekrar döndüm, evimi getirmek için muhtar ve köylüler bana at arabası kiraladılar köye yaklaşırken gök gürlemeye başladı. Yağmur yağıyordu, arabada kaldık. Daha sonra 6-7 katırla köylüler geldiler. Eşyalarımızı paylaştılar pamuk dereden geçişimizi hatırlıyorum 3-4 saat sonra köye vardık ama kötü hava şartlarından bütün köylü toplanmış bizi karşılamak için bekliyordu.
AKVİRAN ATATÜRK İLKOKULUNDA 9 YIL DEVAM EDEN ÖĞRETMENLİK
6 ay burada kaldıktan sonra Mayıs’ta Akviran’a tayinim çıktı. 9 sene Atatürk İlkokulu’nda öğretmenlik yaptım. Mustafa Çetin başöğretmenimizdi, ilk gittiğimde bana –‘3. sınıfı sana verelim’ dedi o sınıfın 83 mevcudu vardı. Hiç unutmuyorum bu sınıfta 9 tane Abdurrahman isimli öğrenci vardı. Daha sonra ortaokul bölümü açıldı, okulun üst katını ortaokul olarak kullandık. Ben Türkçe dersinin yanı sıra fen bilgisi derslerine de giriyordum.
ÇUMRA’DA ÖĞRETMENLİK YAPARKEN SELÇUK ES’E YAZILARIMI GÖNDERİYORDUM
Çumra’da öğretmenlik yaparken Yeni Konya Gazetesi’nde Selçuk Es’e yazı ve şiirlerimi gönderiyordum. 1947’den 1975’e kadar Yeni Konya gazetesinde haftada 2-3 defa yazılarım çıkıyordu. Bunları mektupla gönderiyordum, yazılarımın konusu ise genelde köy hayatı ile ilgiliydi.
AKVİRAN’DAN ÖĞRETMEN OKULU İÇİN ÇIKTIĞIMIZ TÜM ARKADAŞLARIM RAHMETLİ OLDU
Akviran’dan birer öğretmen adayı olarak çıktığımız bazı arkadaşlar ile 1955’ ten sonra birlikte çalıştıklarımız oldu. Mesela bunlar Halis Harmankaya, Mustafa Turca, Hakkı Civlik, Muzaffer Özbakan. Bu arkadaşlarım bugün hepsi rahmetli oldu, bir ben kaldım.
ÇOK BAŞARILI ÖĞRENCİLERİM OLDU, HATTA İÇLERİNDE BAKAN OLAN BİLE OLDU
Benim öğretmen olarak okuttuğum öğrencilerin içerisinde çok başarılı olanlar oldu, mesela Saffet Sert bakanlık yaptı. Abdurrahman Yalçın, Genel Müdür oldu. Sayısız öğretmen, doktor ve memur olanlar oldu. Bir de ben okurken Abdullah Tenekeci Paşa ile aynı dönemde ama ayrı sınıflardaydık. Ahmet Ergun Paşa da bizimle birlikte okudu.
ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ İÇİN KONYA’YA GELDİM
Çocuklar büyüyünce onların eğitimi için 1965 yılında Konya’ya geldim Alparslan İlkokulu’nda 11 sene görev yaptıktan sonra 1976’da emekli oldum… Yani tam tamına 31 yıl 3 ay öğretmenlik yaptım
KONYA ESKİDEN ÇOK KÜÇÜKTÜ
1945’teki nüfus sayımında 47 bin nüfus vardı… Hareketli kitle köye gidince azalma olmuştu. 1943’te Konya’da heykel ve istasyon arasında 200-300 metre asfalt vardı merkezde köşelerde tek tük fayton görülürdü en işlek yerler kunduracılar, Kapı ve Aziziye Cami civarları ile Mevlana’nın oralardı.
AKVİRANLILAR KOOPERATİFİNİ KURDUK, ARKADAŞLAR NALÇACI’YI BEĞENMEDİLER
Pirebi Mahallesi’nde Aydoğdu’da 1951’de arsa alarak kendi evimizi yaptık. Daha sonra 4 arkadaş Nalçacı’da boş parseller olduğu için oradan arsa alalım dedik. Bir kooperatif kurduk Hasan Hüseyin Alp başkan oldu, adına da Akviranlılar Yapı Kooperatifi dedik. 1960’lı yılların başı idi. Arkadaşlar “Nalçacı’ya kim gidecek” dediler. Belediye Başkanına gittik, bize oradan yer verdi, hatta parasını bile verdik. Ama arkadaşlar ısrarla Nalçacı’ya kim gidecek diye ısrar edince biz de Nalçacı’ya gitmekten vazgeçtik Belediye Başkanı Nalçacı’ya verdiğimiz parayı almaya gittiğiz zaman “Pişman olacaksınız” diyerek bize parayı bile zar zor verdi. Yeni Meram’ın oraya baktık, çift yoldu genel kurul toplandı gene ne yapalım diye konuşuldu 8-10 katlı binalarda heybesi ile torbası ile kim oturacak, asansöre kim binecek dendi. Bu sefer Akyokuş’un oraya gidelim dedik. Ve en sonunda oradan yer aldık.
ÖĞRETMENLİK SONRASI GAZETECİLİK VE SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİNDEN ÇIKAN HAPİS KARARLARI
Öğretmenlikten emekli olduktan sonra Ali Güneri Bey 1976 yılında Türkiye’de Yarın Gazetesinin sahibi idi. Bana gel dedi eski matbaacılar içinde Ziya Tanrıkulu vardı. Abdullah Büyük hoca 20 kişiye sormuş “kimi yazı işleri müdürü yapalım?” diye. Bir benim ismim çıkmış ikinci isim çıksaymış ben yazı işleri müdürlüğü yapmayacaktım. Böylece 1982’den 1985’e kadar Ribat Dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptım.40 ay hapis cezası aldım. Malatya Sıkıyönetim Komutanlığının verdiği karar ile 23 gün ceza evinde yattım. Bundan sonraki cezam 119 bin 400 lira para cezasına çevrildi ve çıktım. Öyle ki çıkardığımız her sayı titizlikle inceleniyordu
2 POLİS CİHAD ÇAĞRISI (!) YAPAN MEKTUPLARI ELLERİ İLE KOYMUŞ GİBİ BULUVERİYORLARDI
Hiç unutmuyorum bir gün 2 polis görevlisi yine gelmişler, ellerinde izin kâğıdı arama yapıyordu. Yıl 1983… Bu arada posta geldi. Polisler aramaları bırakıp hemen bu postayı açmaya başladılar. Biz o zaman 19 ülke 67 vilayete yayınlarımızı gönderiyorduk. Polislerin açtığı bir iki mektup içerisinde cihat çağrıları vardı. Ama gariptir polisler hemen bu zarfları bilircesine açtılar, açılan zarfların içinde ise “cihat için emirlerinizi bekliyoruz” gibi cümleler vardı. Polislerin içinden bu tür cümleler çıkacak zarfları yüzlerce zarfın içinden elleriyle koymuşçasına bulmalarını, o postanın da, mektupların da polisler orada arama yaparken gelmesi gerçekten dikkat çekiciydi
TÜRKİYE’DE YARIN GAZETİSİNDE YAZARKEN 163. MADDEDEN YARGILANDIM
Türkiye’de Yarın gazetesinde çalışıyoruz. Bir gün Kadınlar Üniversitesi diye bir yazı makale yazmışım. O makaleden dolayı 163. maddenin 3. ve 4. bentlerinden 15 yıl hapis cezasıyla yargılandım ama çok şükür sonunda beraat ettim.
MGV, FATİH VAKFI, RAVZA EĞİTİM VAKFI VE İLİM YAYMA CEMİYETİ
MGV’de hem idareci hem de müdür olarak 2,5 yıl çalıştım. Fatih Vakfının kurucusuyum. Ravza Eğitim Vakfı’nı kurduk. Burayı Metin Kaçar hoca ile kurduk, ben yönetim kurulu başkanı oldum. 1994’ten 2007’ye kadar İlim Yayma Cemiyeti’nin şube müdürü oldum.
MİLLİ SELAMET PARTİSİ’NDE YÖNETİCİLİK YAPTIM
Emekli olduktan 1 yıl sonra Milli Selamet Partisi il yönetimine girdim. Yıl 1977. İl Başkanımız Ali Güneri idi. Ali Güneri’nin başkan yardımcısı oldum. 1969’da Necmettin Erbakan hoca ile yaptığımız çalışmalarda Hocanın Ali Güneri’nin çalışkanlığını takdir ettiğini bizzat gördüm. Erbakan Hoca, Ali Güneri’yi çok sever, tutardı… Kendisini hiç kimse ile bir tutmazdı.
ERBAKAN HOCAYI 69’DA KAHVEDE KONUŞURKEN TANIDIM
Erbakan hoca ile 1969’da bir kahve toplantısında tanıştım. Geçit Mahallesi’nde Palanın kahvesinde konuşuyordu hoca. Bağımsız milletvekili olarak anons edildi. Hocanın fiziki yapısı konuşması büyüleyici idi. Mahallede 8-10 öğretmen ile birlikte o konuşmaya gitmiştik. CHP’li öğretmenler bile Erbakan’ın konuşmasını takdir ederek dinliyorlardı orada tekrar anons edildi; “Erbakan hoca yarın şeker fabrikasının oradaki falanca kahvede konuşma yapacak” dediler. Ertesi gün de bisiklete binerek oraya gittim ve artık her toplantısına katılmaya başladım. Hoca çok kibar konuşuyordu, hoca çok zekiydi, tanıştığı insanların ismini yılar sonra bile unutmuyordu. Sizi bir kere tanıdıktan sonra 10 sene sonra bile size isminizle hitap ederdi. Ankara’dan Konya’ya gidip gelirken yol üzerinde hangi köyden ne kadar oy alındığını köylerin tabelasını bile ezbere bilirdi.
TAHİR HOCA İLE KAYSERİ MİTİNGİNE GİDERKEN ARABA İLE KAZA YAPTIK
Tahir Büyükkörükçü hoca aday olmuştu. Biz kendisi ile aynı arabada idik ve 40-50 araba Kayseri mitingine gidiyorduk. Biz 3 yeşil Mercedes arka arkaya gidiyorduk. 77 seçimleriydi, arabaların plakası da 666, 777, 888 idi. Bizim arabada lastikçi Sabri, şekerci Asım vardı. Dönüşte Karapınar’a gelirken arkadaş uyuklamış, takla attık ama çok şükür hiçbirimize bir şey olmadı.
ALİ GÜNERİ, TAHİR HOCAYA KEÇECİLERİN İSMİNİ YILLAR ÖNCE VERDİ
Ali Güneri çok mazbut bir insandır. Çok akıllı ve zeki ve hiçbir zaman yıkıcı olmamıştır.1978 yılında Belediye Başkanlığı seçimlerine daha 2-3 yıl olmasına rağmen Tahir Hoca bir gün Ali Güneri’ye –‘Hadi bakalım Belediye Başkanlığı için kimi tavsiye edeceksin?’ diye sordu. Ali Bey de hiç düşünmeden ‘Şu anda okulda temiz bir arkadaşımız var’ dedi ‘falancanın oğlu deyince Tahir hoca ‘Bizim Mehmet mi?’ dedi. Ali Bey Mehmet Keçeciler’i o zamandan Belediye Başkanlığı için kafasına koymuştu.
SP’DEN MECLİS VE İL DAİMİ ENCÜMEN ÜYELİĞİ
Daha sonraki yıllarda Meclis üyeliği ve İl daimi encümen üyeliğine seçilerek hizmetimizi sürdürmeye çalıştık.
20 TORUN, 16 TORUN ÇOCUĞU
Veyis Ersöz hoca bugün 20 torunu 16 torun çocuğu ve eşi ile mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamını sürdürürken yine boş durmuyor sürekli okuyor okuyor ve de yazıyor…