Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Veysel Büyükmumcu
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Veysel Büyükmumcu 4 Haziran1929 günü Meram Avgun Mahallesi’ndeki tek katlı kerpiçten iki gözlü bir evde dünyaya gözlerini açar. Ev tamamen o yıllardaki tipik orta halli bir Anadolu insanının evinden ibarettir. Kerpiçten bu evin iki göz odasından başka küçük bir mutfağı ve bir de ahırı vardır. Dünya’ya gözlerini açan minik Veysel, Ali Rıza ve Hamide hanımın kız çocuklarından sonra dünyaya gelen ikinci çocukları ama ilk erkek çocuklarıydı. Yani o gün Büyükmumcu çiftinin sevinci bir başkaydı…
MİNİK VEYSEL DAHA BİR YAŞINDA İKEN BABASINI KAYBEDER
Bu ailedeki mutluluk, sevinç ve neşe fazla sürmeyecektir. Küçük ailenin fertleri için kader ağlarını örmektedir. Çünkü Veysel bir yaşına girerken babası Ali Rıza Beyi kaybeder. Tabii bugün bile Veysel Büyükmumcu babasını kaybettiği günü hatırlamamakta ve bilmemektedir. Ancak ilerleyen yıllarda babasının ölümünün nedenini tam olarak bile bilemez. Çünkü “hastalandı öldü” denmiştir. Ama yine aile fertlerinden edindiği bilgilere göre babası sıtmaya yakalanmış ve hayata gözlerini yummuştur.
EVE YENİ BABALIK GELİNCE
Minik Veysel babasızlığın öksüzlüğün ne olduğunu bile anlayamadan çileli, zorlu hayata adımlarını hızla atmaktadır. 12 yaşına geldiği zaman annesinin yeniden evlenmesi ve babalığının gelmesi ile Veysel evini hatta Konya’yı terk edecek, ekmek parası için gurbet ellerde çalışmaya başlayacaktır.
BÜYÜKMUMCU SOYADININ SIRRI
Veysel Büyükmumcu soyadını dedelerinin mesleği olan mumculuktan almıştır. Çünkü dedelerinin dedeleri mumcudurlar. Hatta Sultan Selim Camii’nin tamamlanıp ibadete açıldığı gün dedeleri dört insan büyüklüğünde oluşan bir mumdan dört adet mumu caminin ibadete açılış töreni nedeni ile yapmış ve caminin dört bir köşesine koymuşlar. Hatta o gün
ilk Cuma namazını da dedesinin dedeleri kıldırmış. Veysel Büyükmumcu, ismini de dedesinden almıştır.
KONYA’NIN MEŞHUR TAYYİP AĞASI YAYLI ARABASI İLE MİNİK VEYSEL’İ İSTASYONA KADAR GETİRMEKTEDİR
Konya’nın bir dönem tarihine özellikle mizahı ile damgasını vuran Tayip Ağa, konuğumuz Veysel Büyükmumcu’nun Avgun Mahallesi’ndeki evleri ile kapı komşularıdır. Ayrıca yine o dönemin tanınmış isimlerinden Baba Fevzi de bu mahallededir. Veysel ilkokul çağına geldiği zaman yakınları Dumlupınar İlkokulu’na kendisini yazdırırlar. Dumlupınar İlkokulu o zaman Türbe önünde havuzun bulunduğu yerdedir. Yani minik Veysel her gün Meram’dan türbe önüne kadar okula yürüyerek gidip gelmektedir. İsterseniz o yokluk ve zor yılları konuğumuzdan dinleyelim:
Konya’nın o meşhur çok sert geçen karlı kış aylarında bile o kadar yolu yürüyerek gider gelirdim. Ama kışları çoğu zaman bu yüzden de ilk derslere yetişemezdim. Adını hatırlamıyorum, bayan bir hocamız vardı. Hoca hanımın evi okulun tam karşısında idi. İlk derse hep geç geldiğim için hem de karda kışta çok üşüdüğüm için benim bu halimi gören hocam beni evine gönderir, onun evinde ısınır daha sonra derslere girerdim. O zaman okul sabahtan akşama kadardı. Yanılmıyorsam hoca hanımın adı Müzeyyen’di. Zaten o zamanlar dördüncü sınıfa kadar okuyorduk. Müzeyyen hoca bizim durumumuz iyi olmadığı için bana çok yardımcı oldu. Elbise ayakkabı alırdı. Mağdur durumdaydım, derslerin ilk saatine girmediğim halde de derslerim iyi idi çünkü
İSMAİL USTANIN YANINDA ÇIRAKLIK YAPMAYA BAŞLADIM
Durumumuz maddi yönden iyi olmadığı için aklım erdi ereli çalıştım. İlkokulda iken okuldan boşta kalan zamanlarda bile hep çalıştım. Önce bir demircinin yanında çıraklık yaptım. Lalebahçe’de bir demirci dükkânı vardı. ‘Lalebahçeli İsmail’ derlerdi. Rahmetli oldu. Orada bir yıl çalıştıktan sonra bir boyacı sandığı kiraladım. O kiralık boya sandığı ile ayakkabı boyacılığı yaptım. Daha sonra Buğday Pazarı’nda hamallık yaptım. İstasyona gelen vagonlardan buğday boşalttım.
12 YAŞINDA NAZİLLİ’DEKİ BEZ FABRİKASINDA MAKARACI OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLADIM
12 yaşına kadar annemin yanında kaldıktan sonra annemin tekrar evlenmesi üzerine Nazilli’ye bez fabrikasında işçi olarak çalışmaya gittim. Hükümette memur iken bir görevini suiistimalden dolayı hapse giren bir komşumuz vardı; Canızlar derlerdi. Bunların ikiz bir çocukları vardı. İsmail ve Mehmet isimlerinde… 12 yaşına geldiğim zaman onlarla birlikte Nazilliye bez fabrikasında çocuk işçi olarak çalışmaya gittim. Evden ayrılmıştım. Nazilli’deki bez fabrikasında çalışmaya başladım. Bizim gibi çocukları bez fabrikalarında makaracı olarak çalıştırıyorlardı. Saati 1 kuruşa, 1.5 kuruşa çalıştırıyorlardı. İki sene Nazilli’de bez fabrikasında makaracı olarak çalıştıktan sonra tekrar Konya’ya döndüm. Konya’da bu defa inşaatlarda amelelik yapmaya başladım. Para kazanmak için her türlü işte çalışıyordum. Amelelik, hamallık yapıyordum.
12 SENE SÜRECEK OLAN ASKERLİK MACERASI BAŞLIYOR
Askerlik çağım geldi. Beni jandarma yazdılar. 6 sayılı Jandarma er okulu için Antakya’ya gittim. Orada acemiliğimi yaptıktan sonra beni Merkez Komutanlığına onbaşı kursuna sevk ettiler. Yani beni acemi birliğinden dağıtıma göndermediler, özel olarak seçerek onbaşı kursuna gönderdiler. Bu onbaşı kursunu başarı ile bitirdim. Son günlerime doğru beni bu kez Ankara’ ya telsiz kursuna gönderdiler, burada telsiz kursu yeni açılıyormuş. Bu telsiz kursu için bizim bölükten benimle birlikte üç kişiyi seçmişlerdi. Kurs Ankara Maltepe’de idi. 6 ayda burada kaldım. Buradan neticede bizi Sinop’a gönderdiler. Sinop Ayancık’ta bir sene kaldım. Oradan da sürgün yedik bu kez bizi Yozgat’a gönderdiler. Bütün bu sürgünlerde suçum hep aynı idi, yani üstte karşı gelmek, üste hakaret etmek. Burada da ben kurstan çıkma eğitim almış onbaşı idim. Burası acemi birliği idi. Bu kez de 6. koğuşta yine çavuşlarla kapıştık…
SUÇ DOSYAM KABARINCA BENİ JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINA GÖNDERDİLER
Bu kez beni Ankara Jandarma Genel Komutanlığına gönderdiler. Çünkü askerlikte çok kabarık bir suç dosyam olmuştu. Jandarma Kurmay Başkanı Alaaddin Kral idi. Beni bu komutanın karşısına çıkarttılar. O zaman asker olmama rağmen saçımı ve bıyığımı kestirmemek için hep direnirdim. (Sonra bıyıklarını göstererek bıyık bırakmaktan duyduğu mutluluğu, gururu, gözlerindeki ışıltı ve yüzündeki mimiklerle gösteriyordu). Paşanın karşısına çıkınca paşa benim kalmamı ama beni odaya getiren emir subayının odadan çıkmasını söyledi. Emir subayı odadan çıktı ikimiz paşa ile odada yalnız kalmıştık. Komutan bana sert bir şekilde seslendi “Sen necisin?’ dedi, ben de “askerim paşam”, dedim. Kızdı “Bana paşa deme komutanım de çünkü paşam lafı senin ağzına yakışmıyor, sen bu halinle asker değilsin” dedi. Bana çok kızdıktan sonra nasihatler etti ve beni bu kez Maltepe’ye gönderdi.
MALTEPE’DE ÜSTEĞMEN İLE TAKIŞINCA KENDİMİ
HAKKÂRİ’DE BULDUM AMA
Asker ocağına geleli yaklaşık 30-32 ay olmuştu. Zaten o zaman askerlik süresi toplam 36 aydı. O zaman gülle atmada Türkiye şampiyonu olan bir üsteğmenimiz vardı. Üsteğmen Turan. Biz de şimdi onun yanında idik. Biz genel komutanlıktan gönderildiğimiz için bize pek bir görev vermiyorlardı. Ama bu üsteğmen nedense bana kafayı takmıştı. Ben nöbet filan tutmadığım halde bana nöbet tutturmaya başlamıştı… Bu kez bu üsteğmen ile aramız açılmaya başladı. Ve sonunda yine üste hakaretten hapse girdim. Bu kez beni Hakkâri’ye sürgüne gönderdiler. Ama bir kış ayı idi. Van’a kadar zor gittik. Hakkari’ye gitmemiz o kış ayında mümkün değildi çünkü yol iz yoktu. Biz bu kez Van’da kaldık. Bu arada Van’da hastalandım. Beni Diyarbakır’a Asker Hastanesi’ne sevk ett
ASKERLİK DÖNÜŞÜ KONYA’DA İŞ BULAMAYINCA ANKARA’YA GİTTİM
Askerden sonra tekrar Konya’ya döndüm. Konya’da devlette veya başka iş sahalarında kendime göre iş bulamadım. Bu kez yeniden Ankara’ya gittim. Orada Laz Rahmi ve Kürt Ali ile samimi arkadaş oldum. Daha sonraki dönemde samimiyetimizi daha da artırdık. Çolak Niyazi abinin otelinde yatıp kalkıyorduk. Niyazi abi bizden para pul filan istemiyordu. Ankara’da da bu arkadaşlar ile 2 sene böyle bir hayat sürdük.
İSTANBUL’DA ARAP TEVFİK İLE YENİ BİR MACERAMIZ BAŞLIYORDU
Bu hayattan sonra bu kez İstanbul’a gittim. İstanbul’da da Arap Tevfik ile beraberdik. Arap Tevfik bana İstanbul’da kıraathanesi olduğunu söyleyerek, burada birlikte çalışma teklifinde bulundu. Ortak olarak bu kıraathaneyi çalıştıracaktık. Kendisinin Tarlabaşı’nda oyun salonları filan olan çok büyük bir kıraathanesi vardı. Bir sene de burada çalıştım.
KÜRT İDRİS İLE TANIŞTIK
Kürt İdris namı ile tanınan insanla tanıştım, birlikte çalışmaya başladık. Tahtakale’de Uğurlu Han vardı. Sahibi Remzi Bey’di… Arap Remzi derlerdi ona; burası çok büyük bir han idi. 200 dükkân vardı içinde. Bize buradan iki yatak odası ve iki taraftan da iki çay ocağı verdi. Tahtakale’de yatarak kendi dizlerimizin üzerinde durmak için bu çay ocağını çalıştırmaya başladık. Remzi Beyin tarla başında da bir apartmanı vardı. Daha sonra bize bu apartmanın altındaki dükkânı kıraathane olarak verdi. Burayı bir sene çalıştırdıktan sonra Taksim’de Şöhretler Kulübünü çalıştırmaya başladık. Burada da bir iki sene beraber çalıştıktan sonra ben ayrıldım ve Şişli’ye geldim. Şişli’de Kocamahsur Sokak’ta boş bir dükkan bularak burayı kendi adıma kahve yaptım. O zaman Yahudiler daha İstanbul’dan gitmemişlerdi. Bizim o mahallenin yüzde sekseni de gayri Müslim ve Yahudi idi. Onlar burayı çok tuttu. Benim en iyi müşterilerim bunlar oluverdi. Devamlı benim oraya gidip gelmeye başlamışlardı.
ALLAH BANA YARDIM ETTİ ÇOK İYİ PARA KAZANIYORDUM
Bu kez tekrar ana cadde üzerinde Şişli ile Çağlayan yolunda ikinci kıraathanemi açtım. Çok güzel bir yerdi; bilardo salonu, masa tenisi masaları filan vardı. Allah bana yardım etti burada para sahibi olmaya başladım. İlk kıraathanenin yarısını böldüm. Burayı da Konyalı büfe yaptım. Yanımda artık 15-20 kişi çalıştırıyordum. Bu arada bir baktım ki Konyalı hemşerilerim de çoğalmaya başlamıştı. İstanbul’a gelen Konyalılar beni buluyordu artık… Oysa ben İstanbul’ a geldiğim zaman bana sahip çıkan bir kişi dahi olmamıştı. Ama ben her şeye rağmen onlara sahip çıkmaya başladım. Artık iyi de para kazanıyordum.
İSTANBUL’A GELEN KONYASPOR KAFİLESİNİ AĞIRLIYORDUM
Konya’ya 1970’de kesin dönüş yapmadan önce 1965’ten itibaren profesyonel olan siyah- beyazlı Konyaspor ile ilgilenmeye başlamıştım. Konyaspor kafilesi İstanbul’a maça geldiği zaman takımı burada ağırlıyor, onlara yemek veriyordum.
ANNEM ISRARLA BENİM KONYA’DAN EVLENMEMİ İSTİYORDU
1970 senesinde rahmetli annem benim sürekli olarak Konya’dan evlenmemi istiyordu. Bunu çok arzu ediyordu. Kısmet de böyle imiş. Annemin ısrarı ile oradaki bütün kendime ait olan malımı mülkümü satarak 1970 yılında Konya’ya kesin dönüş yaptım.
1971 YILINDA İLK KEZ KONYASPOR YÖNETİMİNE GİRDİM
1970’te Konya’ya geldiğim sene Sayın Veli Nurullahoğlu Konyaspor başkanı idi. O zaman yönetimde Mehmet Mert filan vardı… O zaman çok iyi bir Konyaspor yönetimi vardı. 1971 de beni de yönetime aldılar. 1971 yılının başında da annemin isteğini yerine getirerek Şerife hanımla evlendim. Evlendiğim zaman 42 yaşında idim. Bu evlilikten Murat, Müjdat, Hamide ve Müjde ismi dört çocuğumuz oldu. Şu anda da 3 torun sahibi dedeyim. Bu arada
Bomanti benim idi, 24 saat açıktı 24 saat burada hizmet verirdik, daha sonra bir süre de Meram Yeni Yol’daki Karides Restorana ortak olmuştum.
ŞEHİR KULÜBÜNDEN KONYASPOR KONGRESİNE
Aynı sezonun sonunda Sayın Veli Nurullahoğlu başkan olarak yönetimi bıraktı. Genel kurul tarihi yaklaşmıştı. Veli beyin başkan olmayacağını bana İrfan Mestçioğlu söyledi. Ben o gün şehir kulübüne gittim. Rahmetli Çini Dayı vardı. Bozkırlı Mustafa Gündoğdu, Dr. Metin Canonat ve bir iki arkadaş daha vardı… Masada oturuyorduk, bu arada Konyaspor’un genel kurulu yapılıyormuş. Genel kurulda bazı arkadaşlar başkanlık için benim adımı sunmuşlar, beni başkanlığa önerenler olmuş. Orada sözü geçen bir grup kulübe geldiler, masadaki arkadaşlardan müsaade alarak beni aldılar ve dışarıya çıktık. Genel kurul o zaman eski belediyenin altındaki salonda yapılıyordu. Biz daha genel kurul salonuna girerken içerideki taraftarlar ve üyeler “Büyük Başkan” diye bana müthiş tezahürat yapmaya başladılar. Hiçbir hazırlığım yoktu, hatta başkanlığımı inan aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Genel kurul salonunu dolduranlar ısrarla benim başkan olmamı, kulübü benim almamı istiyorlardı. Bana o salonda baskı artıyordu. Hükümet komiseri ile görüştüm Konyaspor’un bir dahaki tarihte yani 15 gün sonra kongresini tamamlaması benim de yönetimi hazırlamam için kendisi ile anlaştık.
1971’DE İLK DEFA KONYASPOR BAŞKANI OLDUM
1971 yılının sonlarına doğru de benim başkanlığımda Turan Bilge, Mehmet Pırıltı, Av. Zafer Uğur Eken, Abdullah Yamaner, Saim Çetin, Mustafa Bezirci, Ali Akın gibi dostlarımızdan oluşan bir yönetim kurduk. O tarihten 1980 senesine kadar 3 kez daha Konyaspor kulübü başkanlığı yaptım.
KONYASPOR İLE İDMANYURDU’NUN BİRLEŞMESİNİN ALT YAPISI 2. ORDU KARARGÂHINDA OLUŞTU
1980 ihtilali ile birlikte Konyaspor ile İdmanyurdu’nun birleşme davası yeniden gündeme geldi. Bu zaten daha önceden de gündeme gelmişti ama bu bir türlü gerçekleştirilememişti. Askeri ihtilal sonrası ben ilk başkan olduğum için bu birleşmenin olması için konunun üzerinde çok durdum. O zaman 2. Ordu Komutanı olan Demirel Paşa, Arda Paşa ve yüksek rütbedeki askeri yetkililer iki kulübün birleşmesini ısrarla istiyorlardı. Benim de askerler ile iyi bir samimiyetim vardı. Birleşme için komutanlar bana da çok büyük desteklerde bulundular. Biz Konyaspor olarak İdmanyurdu ile aynı grupta idik. Birleşmeden önce iki defa onları yendik. İdmanyurdu’nu 3.lige düşürdük. Bu arada İdmanyurdulu yöneticiler ile sürekli temas halinde idik, onlar bir ara birleşmeye razı olur gibi oluyorlar sonradan cayıyorlardı. Bir gün Bedrettin Demirel Paşa beni makama çağırdı. “Bu birleşmeye mani olanlar kim?’ dedi. Sohbet yaptık, Paşaya “Sayın paşam ben kati surette bu kişileri kendime muhatap etmem şu anda Konyaspor kulübü başkanı olarak da bizi engelleyenlerin isimlerini vermem, onlar kimse bunları siz kendi istihbaratınızla bulun” dedim. Arda Paşa’yı çağırdı o da İdmanyurduluları çağırdı. Birleşme kararı alındı, yani birleşmenin alt yapısı karargahta yapıldı daha sonra da orduevinde kokteyl verildi. Üç gün sonra her iki kulüp ayrı ayrı toplanarak genel kurullarında birleşme için karar aldılar. Sekizer kişi her iki taraftan olmak üzere benim başkanlığımda yönetim kurulu oluşturuldu. Yüz seksen dondurucu üye ile yeni bir tüzükle renkleri yeşil-beyaz ismi Konyaspor olan kulübü kurduk. Bu kulübün kurulması için tam kırk beş gün Ankara’ya gittim geldim. Futbol Federasyonu Başkanı ve bakanlarla görüşmek için rahmetli Bedrettin Paşa da bana çok yardımcı oldu. Başkan olarak ben iki taraftan karma yönetim yaparak yazılmasını sağladım.
KONYASPOR’UN DELİKLİ KURUŞU BENİM CEBİME GİRMEDİ
Daha sonra vali bey beni çağırdı ve “Bugüne kadar Konyaspor’a senin ne şekilde hizmet ettiğini biliyorum” dedi. Gerçekten Konyaspor’ a iki araba, Araplar’daki ve Ankara yolundaki arsalarımı, satarak vermiştim. Tabi evde hanımın bütün mücevheratını da satmıştım. Konyaspor’un bir tek delikli kuruşunu almamıştım.
14 KONYALI FUTBOLCUYU İLK DEFA PROFESYONEL YAPTIK
Tekrar Konyaspor Başkanlığına seçildiğimde on dört tane Konyalı oyuncuyu profesyonel yaptım. Yavuz İncedal’ı Ereğli’den, diğer Yavuz’u Karaman’dan bin bir güçlükle getirdim. Mustafa Bakım, Mustafa Düzkaya, Celaleddin Kenanlar, Nuri Mehtap, kaleci Celaleddin gibi Konyalı çocukları ilk defa profesyonel yapıyorduk. Bunları profesyonel yapmak için ellişer bin liraya anlaştık. Anlaşma yapacağımız gün için Turan Bilge ve Av. Zafer Uğur Eken cumartesi gününe doksan bir vade bir milyon getirmeye söz verdiler. Ben de onlara güvenip futbolcuları davet ettim. Aynı gün denilen saatte para gelmedi, her iki arkadaşı arıyordum ama onlara bir türlü ulaşamıyordum. Bense futbolculara söz vermiştim. O gün bindiğim Avrupa Ford marka bir arabam vardı. Dişçi bir doktor üç gün önce bu arabaya dokuzyüzelli bin lira vermişti. Bizim iki arkadaştan paranın gelmeyeceğini anlayınca bu doktora haber gönderdim. Ali Akın’ın manifaturacı dükkânı Zafer Çarşısı’nın altında idi. Doktor bey oraya geldi, kendisine arabanın park yerinde olduğunu arabanın içindeki nüfus cüzdanım ile ehliyetimi vermesini ve arabanın üzerinde ne varsa kendisine vereceğimi söyledim. Bu kez aynı doktor “ben bu işten vazgeçtim” dedi. Futbolculara söz vermiştim ve o saat de gelmişti. Zaten futbolcular da birer birer gelmeye başlamışlardı. En sonunda arabayı doktor beye 800 bin liraya verdim. Hem de 600 bin lirası peşin 200 bin lirası çek olmak üzere. Ali Akın hemen parayı aldı kasasına koydu.. Çünkü ben ne kadar para elime geçerse hepsini Konyaspor’a harcıyordum. Parayı bu yüzden Ali Bey dağıtacaktı. Sıra ile bütün futbolculara paralarını verip imza attırıyorduk. En son kalan 50 bin lira için ise yengenin diye Ali Akın onu kasanın bir başka yerine ayırmıştı. En sonra Nuri Mehtap gelmişti. Nuri geç kalmıştı. Nuri’ye “niye geç kaldın sana para vermeyeceğiz çek vereceğiz” dedim. Nuri bunu kabul etmedi ona ne kadar “etme eyleme Nuri” dediysek de Nuri olmaz diyordu. En sonunda Ali Akın çeki aldı, götürdü, bozdurdu parayı getirdi ve Nuri’ye de parasını verip imzayı attırdık. Mesela o zaman Yavuz İncedal’ı Eskişehirspor çok istiyordu. Hatta Yavuz, Eskişehirspor’a da imza atmıştı onu filan bozdurup Konyaspor’a kazandırmıştık. Tam 14 Konyalı futbolcuyu ilk kez profesyonel yaptırdık.
ARABAMI SATTIĞIM İÇİN TAKSİ TUTUP GİDİYORDUM
Daha sonra valiye gittim, kulüp başkanlığını bırakacağımı çünkü maddi ve manevi çok yorulduğumu söyledim… O zaman Vali Bey bana “Peki başkanlık için kimi önerirsin?” dedi. Aslında vali bey rahmetli Mustafa Bülbül’ün başkan olması taraftarı idi. Ben bunu biliyordum. Ben o gün vali beye “Efendim eğer izin verirseniz önümüzdeki cumartesi günü toplanalım hep birlikte o arkadaş için karar verelim” dedim. Arkadaşların da taraftarların da Konyaspor için maddi manevi güçleri kalmamıştı. Arabamı sattığım için Konyasopor’a yardım için büyük fabrikatörlere taksi tutarak gidiyordum, onlara o kadar dil döküyordum ama adamlar muhasebecileri çağırıp Konyaspor’a lütfen 10 bin lira vermelerini söylüyorlardı
Belediyeye gidiyorduk “Yok idmanyurtlular geldi yok Konyasporlular geldi” deyip kimse bize destek konusunda yardımcı olmuyordu.
ALTI DÖNEM KONYASPOR’DA BAŞKANLIK YAPTIM
Yönetim kurulu toplantısı öncesi bütün arkadaşların fikirlerini aldım. Birleşmeden önce Halis Ünal İdmanyurdu’nun başkanı idi… Toplantıda konuşma yaparken ben “Başkanlık için Halis Ünal Bey’in başkanlığını daha münasip görüyorum” dedim. Ve ben başkan olmadım. Altı dönem başkanlık yapmıştım. Bıraktıktan sonra bile çok ısrar edilince 2. başkan olarak yönetimde görev aldım. Ama artık eskisi gibi ilgilenmiyordum. Hiç unutmuyorum rahmetli Demirel Paşa bir gün Konyaspor için benim şahsıma bir bankadan 3 milyon lira alacağını söyledi. Tabii kulüp için borç alacaktık. Paraya ben imza attım, yani ben borçlandım parayı vezneden aldık daha bankadan çıkmadan parayı Halis Ünal’a verdim.
EN SON BAŞKANLIĞI ÖZKAFA VE MEHMET OKTUT’A BIRAKTIM
Daha sonra 2 dönem daha başkanlık yaptım. Konyaspor’un l. ligden düşmesi daha sezonun bitmesine 4 maç kala kesinleşmişti… Kulübü yeniden aldık, yıl 1991’di yanılmıyorsam ben görevi daha sonra Mehmet Oktut ve Mustafa Özfaka’ya bıraktım.
TOLUNAY KALKARKEN BANA “SATTIĞIN ARABAN YERİNE GELİR” DEDİ
Sohbetimizin sonuna doğru karşımızdaki hayatın yoramadığı dev çınarın yaşadıklarından dahası bize anlatamadıklarından sadece yaşayıp kendisi ile sır olarak kalacak olayların onu nasıl kahrettiğini çok net olarak görebiliyorduk. Dayanamadık ve “Peki Konyaspor desek ilk aklınıza gelen ve sizi etkileyen olay maç neydi?” deyince hiç tereddüt etmeden Tolunay’ın Trabzonspor’a transferini anlatıverdi
“Tolunay’ın transferini hiç unutamıyorum. Ben Konyaspor’da bu futbolcunun satılmasına karşı idim. Ama bir gün Trabzon’dan bir telefon geldi. Tolunay’ın transferi için bana 4 milyar lira teklif ettiler, bu çok çok çok büyük bir para idi. Önümüzde futbol federasyonu seçimleri vardı… Üç dört arkadaş bu genel kurul için Ankara’ya gittik, otele yerleştik, sabah olmuştu… Tolunay bizim arkadaşlardan önce otele benim yanıma geldi… O zamanki yönetici arkadaşlardan iki tanesi daha sonra rahmetli oldu, mesela o düştüğümüz sezonda İstanbul’da iki maç üst üste oynamıştık Galatasaray ve Sarıyer ile oynamıştık. Tolunay o gün çok garipti… Adeta titriyordu, bana yalvarıyor “başkanım benim yomlumu aç bana yardımcı ol beni Trabzonspor istiyor ne olursun beni gönder Allah’ını seversen beni gönder” diyordu. Ona “peki bu kadar istiyorsan hay hay” dedim. Hatta Tolunay kalkarken bana bird e şöyle bir laf etti “sattığın araba yerine gelir” dedi. O zaman böyle şeytani işlere aklım ermiyordu, gerçekten arabamı satmıştım ve o gün arabam yoktu. Yönetici bir arkada
DOĞAYI HAYVANLARI ÇOK SEVİYORUM
Hayatın çemberinden geçmiş, iyiyi kötüyü, zoru kolayı, tabanı ve tavanı bir arada gören -yaşayan Veysel Büyükmumcu bugünlerde toprak ile uğraşarak, hayvanlarla ilgilenerek vakit geçiriyor, yılların yorgunluğunu stresini atmaya çalışıyor. “Toprağı çok severim, güvercin merakım var, çok güzel akvaryumum var hatta yakın zamana kadar çok güzel bir köpeğim vardı biri vurdu onu ama hala onu kimin vurduğunu bilmiyorum” derken köpeği için yine dertli dertli sessizce kafasını iki yana sallıyor ve şekersiz çayından bir yudum daha alıyordu.