Vezir BALCIOĞLU

59 yaşında tenis sporuna başlayan Eğitimci Vezir Balcıoğlu yaşam öyküsünü anlattı.

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

 

Vezir Balcıoğlu

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Vezir Balcıoğlu, Fatma ve Yakup çiftinin 12 çocuğundan birisi olarak 12 Ocak1943’te  Akseki’nin Yarkuz köyünde dünyaya gelir. Vezir Balcıoğlu’nun babası Yakup Efendi iki evlidir. Bir eşi Konya’da diğer eşi ise Yarkuz köyünde ikamet etmektedir. Yarkuz köyünde dünyaya gözlerini açan Vezir Balcıoğlu dört beş yaşına kadar köyde yaşadıktan sonra 1938-1939 yılında köyden çıkarlar ve Konya’ya gelirler. Vezir Balcıoğlu’nun kardeşleri

Hüseyin, Arif, Hasan, Zekiye Balcıoğlu (Kaplan), Mevlüde Balcıoğlu (Özyazıcı), Nurettin, Meral Balcıoğlu (Aslan), Zehra Balcıoğlu (Doğancılar), Fazilet Balcıoğlu (Aslan), Sahabat Balcıoğlu (Karagözlü) ve Fahriye Balcıoğlu (Akkaş) ile uzun yıllar sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yaşam sürürler.

 

KERVANCILIKTAN OTEL MÜSTECİRLİĞİNE

 

Yakup Balcıoğlu önce develeri ile kervancılık yapar. Konya’nın buğdayını, ununu, bakliyatını alır; Antalya’ ya götürür satar. Antalya’nın narenciyesini, kumaşını alır Adana’ ya götürür satar. Hem ticaret hem de kervancılık yapar. Sonra Konya’ya gelir yerleşir. Ancak kısa bir süre sonra Konya’dan İstanbul’a yerleşir ve orada bakkal dükkânı açar. Daha sonra da Taksim’de camlı köşk diye köşk açar. Ne var ki İstanbul’un o zamanki yaşantısı rahmetli Yakup Balcıoğlu’nu mutlu kılmaz ve tekrar Konya’ya döner. Bu kez Palas Otel’de müstecir olarak çalışmaya başlar. 1961 yılının yaz aylarına kadar da müstecirlik işini sürdürür. Ancak bu arada manifatura dükkânı, pamuk atma atölyesi, yorgancılık işleri de yapar.

 

AİLE ÖNCE DOLAV’A YERLEŞİR

 

Vezir Balcıoğlu’nun hayat öyküsünü ise kendisinden dinleyelim:

1949 yılının yaz aylarında Konya’ya geldik. İlk evimiz Dolav’da idi daha sonra Cıvıloğlu’na geçtik. Evimiz Cıvıloğlu Camii’nin tam karşısındaydı. Burada Demirci Niyazi Usta ile komşu idik. Niyazi ustanın Şerife isminde çok güngörmüş bir annesi vardı. Bizim mahallede İskenderler, Kolatlar, Kuzucular, Akkonaklar gibi şehrin meşhur aileleri oturuyordu. Biz sokak aralarında bez toplalarla maç yapardık. Ailecek aşağı yukarı 1955 yılına kadar burada oturduk. 195’ten sonra ise Büyük İhsaniye’de babam ev yaptırdı ve oraya taşındık. Cıvıloğlu’nda çok güzel yıllar yaşadım. Fener alaylarımız, yağmurlu günlerde bulgur toplamamız ve evlerde pişirmelerimiz vardı. Bir de mahalle baskınları yapılırdı.

 

İLKOKULA DUMLUPINAR’DA BAŞLADIM

 

1950-1951 yıllarında Mevlana’ya bitişik olan Dumlupınar İlkokulu’nda okula başladım. Bir yıl sonra bu bina yıkıldı. Buranın bitişiğinde aşevi vardı. Oralar tamamen kalktı, önce çukur mektebe 15-20 gün kadar gittim. Sonra babam beni Gazi İlkokulu’na aldı. Orada da 4. sınıfa kadar okudum; 4. sınıfın yarısında Hakimiyet İlkokulu’na gittim ve ilkokulu burada bitirdim.

 

OKULDA YARAMAZ VE KAVGACI İDİM

 

Yaramaz ve kavgacıydım. Bir gün aynı okulda okuyan kız kardeşimi birisi dövmüştü. Kardeşimi döven o çocuğu merdiven başında yakaladım Biz itişip kakışırken çocuk merdivenlerden aşağıya yuvarlandı, merdivenden çıkmakta olan öğretmen ve öğrenciler de çocukla beraber yuvarlandılar. O gün için üç tane numaralı gözlük kırılmıştı… Ödemem için müdür bey beni devamlı arıyordu. Ben de okuldan kaçtım. Bu kaçış tam üç ay sürdü, bu süre zarfında babamın dayak korkusundan durumu da ona söyleyemedim. Ve o yıl sınıfta kaldım. Okulun müdürü de Sabit Bey idi.

 

ATÇEKEN SALTANATINI BİTİRDİM

 

Ertesi yıl Hakimiyet İlkokulu’na naklimizi yaptırdık. İlkokulu burada bitirdim. Mehmet Atçeken diye öğrenci olan okulun elebaşı birisi vardı. Biz de okula kayıt olurken herhangi bir vukuat işlemeyeceğiz diye Başöğretmen zincirli Baha beye söz vermiştik.  Kümük Muzaffer lakabı ile anılan Aksekili bir öğretmen de bize kefil olmuştu. Bu Atçeken gelip gidip bana sataşıyordu. Ama ben öğretmene söz verdiğim için olayları germemeye, kavga etmemeye gayret gösteriyordum. Bu çocuk bir gün sabrımı taşırdı. Devrim Ortaokulu’nun yapıldığı yerde bir çukur vardı. Bunu o çukurun içine soktum, tüm öğrenciler de çukurun üzerinden bizi seyrediyorlardı.

 

Burada Atçeken saltanatını indirip Vezir Balcıoğlu saltanatını başlattık. Adım Vezir olduğu için gelen müfettişler öğretmenlerin not defterlerinden isim listelerine bakarken dikkatlerini çektiğim için hep beni tahtaya kaldırırlardı. O yıllarda ben ikinci senesini okuduğum dördüncü sınıfta çift dikiş gittiğim için de derslerde bilgi sahibiydim. Beni tahtaya kaldıran müfettişin sorduğu soruları, verdiği problemleri güzelce yaptım. Öğretmenim de bir daha beni ne derse kaldırdı ne de soru sordu ve hep pek iyilerle okulu bitirdim. İlkokulda futbol oynuyorduk, başka sporları bilmiyorduk stadyumda bizim eve uzaktı zaten. Aynı zamanda o yıllarda bende otelde bekliyordum babama hizmet ediyordum.

 

ORTAOKULDA SPORLA TANIŞTIM

 

Ben sporla Karma Ortaokulu’nda tanıştım. Rahmetli Cevdet Şenyurt hoca vardı. Boyacı diye anılırdı. Onun sayesinde sporla tanıştım. Basketbol, voleybol, hentbol branşları ile tanıştık. Orta öğretimim de beş yıl sürdü. Bu zaman içerisinde çok büyük hatıralar yaşadım. Ali Rıza Uçaner diye müdür muavinimiz vardı. Yine bir gün okul çıkışında İmam Hatip okulunun bahçesinde bizim kavga ettiğimizi görür, ertesi gün sabah gelir beni sınıftan alır, içi boş şimşir sopası ile döverdi. Şunu da hep yüzüme söylerdi: ‘sendeki zekâ bende olsa öğretmenliği bırakır derslerime çalışır, iyi bir istikbal hazırlarım’.

 

Biz o zaman oyun çocuğu olduğumuz için istikbal hiçbir zaman aklımıza gelmezdi. Beni çok yakın takip edişi nedeni ile uslandırdı. Kavgacılıktan vurdu kırdıcılıktan yavaş yavaş elimi çekmeye başladım. Bu beş yıl içerisinde okulumuza diğer sporcu arkadaşlarımız ile beraber basketbolda, voleybolda, hentbolda hep birincilikler alırdık. 24 tane birinci sınıf vardı, hepsi birbiri ile maç yapar, başarılılar seçilirdi. Abilerimiz rahmetli Kemal Kaya, Süleyman Ünver, Latif Özer, değerli hocalarımız bize antrenörlük yaparlardı.

 

İLK LİSANSIM TOPRAKSPOR’DAN

 

Benim ilk kulübüm Toprakspor’du, bu benim ilk lisanslı kulübüm idi. Bu kulüpte basketbol ve futbola başladık. Daha sonra rahmetli İsmail Karakocaoğlu’nun Boks İhtisas Kulübü’nde basketbol oynadım, boks yaptım. Toprakspor TMO’nun kulübü idi. Yeni kurulmuştu, renkleri kahverengi ve beyazdı. Basketboldan daha ziyade futbol ağırlıklı idi. Allah sağlık versin Şükrü Özer (Beşiktaşlı Şükrü diye bilinirdi) efendi birisi idi. Bombacı Şükrü çok iyi futbolcuydu. Oktay Birol vardı. Birol daha sonra Ankara Demirspor’a transfer oldu. Kulüp başkanımız müessese müdürü idi. 1958-1959’da lisans yerine tanıtma kartı veriyorlardı.

 

ATLETİZMDE YUNANİSTAN’DA DERECE YAPTIM

 

Daha sonra Boks İhtisas Kulübü’ne geçtim burada oldukça başarılı sezonlar geçirdik. Gençlerde birkaç yıl şampiyon olduk, bu kulübün kapanması da rahmetli İsmail Karakocaoğlu’nun 1962 yılının sonlarında vefat etmesi ile oldu. Kendisi aynı zamanda muhasebeci idi. Ben de o yıllar atletizmle tanıştım. Genç milli takımla Atina’ya gittim. 800 ve 1500 metre koşularında ikinci ve üçüncü oldum. 1963 Temmuz’unda Türkiye, İtalya ve Yunanistan sporcuları yarışmışlardı.

 

Türkiye şampiyonalarında 800 ve 1500 metrelerde yarışlara katıldım. Bu yarışlarda ilk üçe girdim. Yine o yıllar içerisinde Bolu’da yapılan Türkiye şampiyonasına 8 arkadaş ile katıldık, 12 birincilik aldık.  1500 ve 800 metrede Türkiye birincisi oldum. Bu takımımızda İsmail Serim ciritçi, Hasan Özkaplan uzun atlayıcı, Yalçın Altınel 200 ve yüksek atlama, Mehmet Ali Göksü 110 engelci, Bekir Ceylan 400 engelci olarak yarıştı. Orada 1500 metrede çok meşhur olan Eskişehirli Şükrü Sabanı geçerek Türkiye şampiyonu olmuştum

 

MİLLİ TAKIMA GİRDİM

 

1962’li yıllarının başlarında evden uzaklaştım. Bu sırada Sami Yavrucuk ile İsmail Karakocaoğlu bana sahip çıktılar. Boks hayatım İsmail abinin hatırına, atletizm de İsmail abinin hatırına olmuştur. İkisinin de hayatımdaki süresi kısadır. İki yıl çalışarak atletizm milli takımına girdim. Atletizme başlayışım ise gariptir. Sami Yavrucak’ın “bütün sporları yapıyorsun niye hiç atletizmi denemiyorsun” demesi üzerine ve onun ısrarı ile o hafta yapılan atletizm yarışlarına katıldım. Orta mesafe koşularına yazıldım. O zaman Konya atletizminin önde gelen isimleri sükse Hasan Aydın bir de Akviranlı İsmail vardı; bunlarla yarıştım. Bunlar Konya’nın hep birincileri olan kişilerdi. Ben yarışı bitirdiğim zaman onlar benden 200- 300 metre geriden geldiler. Bu birincilik beni atletizme teşvik etti. Atletizm ömrü bende iki, iki buçuk yılı geçmedi. Ama bu kısa zaman içerisindeki atletizm ailesinde gördüğüm sıcaklık, spor ahlakı benim hayatımda spor anlayışımı çok değiştirmiştir.

 

ŞEKERSPOR’A LİSANSLI OLARAK GEÇTİM

 

Bizim Boks İhtisas Kulübü’nün sporcuları daha sonra dağıldılar. Kimi İdmanyurdu’na kimi Yolspor’a gittiler. Ben de geri kalanlar ile birlikte Şekerspor kulübünün basketbol takımını kurmasıyla spor hayatımızı orada devam ettirdik. 1963’ten 1966’ya kadar Şekerspor’da atletizm, basketbol, voleybol ve futbol branşlarında lisanslı olarak yarışmalara katıldım. Daha sonra bütün ağırlık basketbola döndü. Dolayısıyla 1963’ün Temmuz’unda Şeker şirketinde sporcu işçi olarak spor hayatımı devam ettirdim.

 

BOKSTA CEMAL KAMACI’YI YENİP ŞAMPİYON OLDUM

 

Biz kalabalık bir aile idik. Rahmetli peder oğlanlarının en küçüğü olmamdan dolayı büyüklerin işlediği suçların sorumlusu olarak hep beni görürdü.  Bu yüzden de devamlı dayak yerdim. Bu dayaklar bizi dayanıklı ve azimli kıldı. Rahmetli İsmail Karakocaoğlu’nun benim hayatımda büyük yeri vardır. Onun hatırına da boks branşına başladım. Düzgün olarak antrenmanlara katılmazdım ama müsabakalar olduğu vakit Konya takımının değişmez elamanı idim. En son Konya’da yapılan İç Anadolu Bölgesi Türkiye birinciliğine katıldık; 67 kiloda rakibim Cemal Kamacı idi. Cemal Kamacı benden bir gün önce Ankaralı ile ringe çıktı; 20 saniyede Ankaralı nakavt olmuştu.

 

O zamanın müdürü Sami Yavrucuk ile antrenörümüz İsmail Karakocaoğlu bana “sen bu maça çıkmayacaksın” diye baskı yapmaya başladılar. Çünkü beni dövdürmek istemiyorlardı. Benim de kendilerine şöyle bir cevabım oldu: Ringe çıkarmayacaktınız da niye benim ismimi yazdırdınız. İsmim yazıldıktan sonra ringde ölürüm yine de ben bu maça çıkarım. Ve maça çıktık, ilk iki raunt benim üstünlüğüm ile geçti. Maçı yöneten hakem de Cemal’i iki sefer yere indirmeme rağmen hep benim eldivenlerimi silmekle onu meşgul etti ve hep Cemal’e zaman kazandırdı. 3. rauntta ikimiz de yorulduğumuz için yumruğu atıp birbirimize sarılarak dinlenmeyle vakit geçirdik.

 

Yine bu sarılma esnasında Cemal Kamacı bana müthiş bir kafa attı, bu kafa atışı ile burnum kanamaya başladı. Bu hırsla Cemal’in omuzu ağzıma geldi, tam ısıracaktım ki bir an yaptığım işin sporculuğa yakışmayacağı, spor litaritürüne rakibini ısıran boksör diye geçeceğim geldi. Hepsinden öte de maçı kaybedeceğimi düşünüp o anda vazgeçtim. Sonunda galip ilan edilirken 67 kiloda birinciliği elde ettim. Buda benim son boksum oldu. Bu arada okulda bütün çocuklar iftiharla geçerken ben spor yüzünden başarısız oldum babam da hep bana kızdı.

 

KONYA LİSESİNİ BEŞ YILDA BİTİRDİM

 

Ortaokuldan sonra Konya Lisesi’ne kayıt oldum. Konya Lisesi’ni de beş yılda bitirdim. Burada çok değerli beden eğitimi öğretmenimiz -Allah sağlık ve uzun ömür versin- Sabahattin Şengül’ün çok büyük teşviklerini ve desteklerini gördüm. O yıllar üç branştan fazla şampiyonluğu olanlara ‘tam spor kupası’ verilirdi. İki defa ‘Tam spor kupası’ nı aldım. Daha sonra da bu kupa töreni kaldırıldı. Bizler tek bir branşta faaliyet göstermediğimiz için çok üst düzeylere giremedik, bunun da nedeni yeterince sporun eğiticilerinin Konya’mızda bulunmaması idi. Biz kendi imkânlarımız ile büyüklerimizi taklit ede ede, kendi aramızda birleşerek, idmanlar yaparak maçlara çıktık. Konya basketbolu çok üst düzeylere geldi, bu da tamamen basketbol sporuna gönül verenlerin özel heves ve gayretleriyleydi. O yıllarda basketbolu ilimize çok sevdiren rahmetli Ziya Aytemiz ve Fazlı Ünaltan il temsilcisi bir albaydı.

 

HAVAGÜCÜNÜ YENDİĞİMİZ MAÇI UNUTAMAM

 

Konya’nın lokomotif kulüpleri vardı. İdmanyurdu, Gençlerlirbirliği İstasyon Birliklikspor, Selçukspor gibi. Burada kör Yılmaz, İdmanyurdu’nda Özcan Vanlıoğlu, İstasyonspor’da bakkal Uzmanlar, Ali Gözönü, Hasan Özkaplan, Yılmaz Erkangil, Selçukspor’da Yılmaz Yemeniciler, Kemal Kaya, Gençlerbirliği’nde Ergin Mendi, Şevket Büyükışıkgil, Çetin Taşpınar, Hasan Altıoklar, Şekerspor’da Turgay İzol ve sporcu olarak ben hizmet ettim. Burada isimlerini unuttuklarım beni bağışlasın. Voleybolda da Şekerspor ile Havagücü arasında bir maçımız vardı.

 

Hiç unutamam Havagücü bandosu ile maça gelmişti, biz de Şekerspor olarak orkestramızla gelmiştik. 1964-1965 sezonunda şamatalı bir maçtı. Hava gücünü 3-2 yenerek tarih yazmıştık. Bu maçta rahmetli Mehmet Ezilenler Paşa İzmir’den Diyarkakır’dan sporcularını özel uçaklarla bizim karşımıza getirmişti. O maçın sonunda paşam benim asker olmam için çok ısrar etti, ben kendimi iyi bildiğim için askerlik ile karakterimin bağdaşamayacağından dolayı hiç o yöne yönelmedim. Katı disiplin benim ruhumda hiç yoktu çünkü. Karakter olarak atak, ani karar veren, son sözü ilk anda söyleyen bir psikolojik yapım var. Bunu çok iyi biliyorum ama elimde olmadan bu davranıştan bir türlü vazgeçemedim hala da vazgeçemiyorum. Çünkü toplum bizi iyi değerlendirmiyor dalağı dışında olanlardandık.

 

GÜNDÜZ GÜRGEN HOCA’NIN HEP AYAKLARININ ALTINDAYDIM (!)

 

Lisedeyken atletizmde kros müsabakaları vardı. Türkiye Şampiyonası Ankara’da yapılmış ve ben de Türkiye birincisi olarak okula dönmüştüm. Lise birde de iki sene okudum. Allah rahmet eylesin edebiyat ve kompozisyon hocam Gündüz Gürgen (Keş gündüz) benim numaramı ayakkabısının altına yazarak bütün sınıfın önünde ‘Balcıoğlu hep ayağımın altındasın’ diye hep beni ezdi. Maalesef iki yıl üst üstü edebiyat ve kompozisyondan sınıfta kalarak belge aldım. Dolayısıyla iki yıl aynı sınıfı okudum ve bir de belgeli olarak üç sene birinci sınıfta okumuş oldum. Bu belge almam evimden kovulmamama neden olmuştur.

 

Evden kovulunca stattaki tribün altındaki yatakhanede kalıyordum. Bir gün sabah pencereden sahalara baktığım zaman Gündüz Gürgen’in öğretmen evleri semtinden gelerek duvardan atlayıp stadın içinden geçtiğini gördüm. Ben de yıldırım hızı ile stadın ortasında hocayı yakaladım. Dövecektim veya dövmeye teşebbüs edecektim. Akıllı adam, şair adamdı, beni görür görmez ‘oooo Vezircim sevgili oğlum ne yapıyorsun?’ diyerek halimi hatırımı sorup benim yelkenlerimi suya indirdi ama sporculara bu kadar kinli öğretmenlerin oluşu o yıllar Türk sporunun başarısız olmasında büyük etken olmuştur. Türkiye şampiyonu olmuşum okuldan ise belgeleniyordum…

 

 ÖZAL ‘DELİDEN KORKMA AKILLIDAN KORK’ DEMİŞTİ

 

Yine aynı öğretmenimiz ile 1984 yılında Beden Gençlik Spor Müdürü olarak atandığım Konya’da Mevlana ihtifallerinde karşılaştık. Rahmetli Kemal Orun milletvekili idi. Çok yakınım arkadaşım olduğu için Şeb-i Arus’ a gelen rahmetli Başbakanımız Turgut Özal Konya milletvekilleri ile hep beraber küçük bir odada otururlarken konu nereden açıldı ise spordan açıldı. Ben de herkesin içinde hocama ‘Hocam benim numaram hala ayağınızın altında mı’ diye sordum o da aynen şunu söyledi ‘Deli oğlan aynı delilik devam ediyor’…. Bunun üzerine Başbakanımız Özal da aynen şunu söylemişti ‘Deliden korkma akıllıdan kork hocam’. Bu sözü de hiç bir zaman unutmam.

 

BABAM: ‘AKILSIZ İTİ YOL GOCATIR’

 

Rahmetli babam yol koşularında pazara gidip gelirken bizim yarışları izler benim birinciliklerimle de tabii memnun olurdu.   Bir gün atletizm yarışından birinci olarak eve döndüğüm zaman bana şunu söyledi: ‘akılsız iti yol gocatır’. Ben o yıllar bu sözün ne anlama geldiğini hiç bir zaman yorumlamadım. Ama sonradan hayatta olayları yaşayınca anladım. Müdür olarak Bozkır’a gidiyordum. Köpeklerin arabaya havlayarak koştuğunu, sonuçta hiçbir şey elde edemeden kaldığını gördüm. O zaman babamın söylemek istediğini çok iyi anladım. “Boşa koşuyorsunuz, istikbali olmayan bir şeyin peşinindesiniz” demek istediğini o zaman anladım.

 

ŞAK ŞAK İLE ÖMÜRGEÇMEZ

 

Yine bir gün spor salonunda basketbol müsabakasını yapılırken misafirlikten dönmekte olan annemle babamın aklına gelirim. Bizim deli içerdedir diye salona girerler. Salonda oğullarına çılgınca tezaruhat yapıldığını görür ve duyarlar. Eve dönerler, maçtan sonra ben de eve geldiğim zaman ikisi de kapıdan beni alkışlayarak karşıladılar ama söyledikleri söz şudur: ‘şak şak ile hay huy ile ömür geçmez’. Biz hala şakşuka ve hay huya kapıldık gidiyoruz, ömrümüzün sonuna kadar da gideceğiz.

 

SPORU SAĞLIK İÇİN YAPSINLAR

 

Babam beni spora salmazdı. Bir gün spora gitmemeyim diye beni odaya kilitledi. Ben de pencereden atlayarak maça gittim. Dönüşümde kapılar kilitli idi eve giremedim. O geceyi tavan arasında geçirdim. Biz bu şartlar altında bu spor anlayışı içerisinde spor yaptık. Şimdiki nesil sporun kıymetini bilmeli. Evlatlara en büyük tavsiyem sporu spor için yapsınlar, sağlıkları için yapsınlar, kötü alışkanlıklar edinmesinler.

 

ANKARAGÜCÜ’NDE BASKETBOL OYNADIM

 

Şeker’den sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi bölümüne gittim. Burada okurken basketbol sporuna devam ettim. MKE Ankaragücü’nde oynuyordum. Ankara’nın ikinci kümesinden bu takımı aldık iki yıl içerisinde ikinci deplasmanlı lige, ertesi yıl da Türkiye liglerine iştirak ettik.  1967’den 1972 yılı sonuna kadar Ankaragücü’nde basketbol oynadım. O yıllarda karikatürlerde  2.14 lük Hüseyin Alp ile 1. 73’lük Vezir Balcıoğlu’nun karikatürleri vardı,  aramızdaki 41 santim farkı çiziyorlardı.

 

‘MEVLANA OYNAMIYORUZ BASKET OYNUYORUZ’

 

Hiç unutamayacağım sözlerden biri tanesi de değerli antrenörüm Prof. Orhan Girgin’in bir  gün bana ‘Vezir burada basketbol oynanıyor Mevlana oynanmıyor’ demesi benim gururumu çok kırmıştı. Bunun da nedeni bizden Konya’da oyun disiplini (taktik teknik bir şey görmedik) bilmiyorduk. Tek başımıza topu alıp istediğimizi yapıyorduk ama büyük takıma gidince oyun sistemlerini, hücum şekillerini ve bu oyun müdafaa ve hücumun disiplinlerini öğrendik. Dolayısıyla eğitimin görgü ve bilginin çok geçerli olduğunu orada yaşamış olduk. Beden Eğitimi bölümünü okudum. Okurken okulun öğretmenleri ile devamlı istişareler ederek tartışma içerisinde geçti. Şu bir gerçek ilk öğretim ve orta öğretimde öğrencilerin en çok sevdiği öğretmenler hep beden eğitimi öğretmenleri olmuştur… Bu beden eğitimi öğretmenleri iyi ve bilgili yetiştiği müddetçe onlara hayranlık duyan öğrenciler de onlar gibi olmaya gayret göstereceklerdir. Ama maalesef bakkal dükkânı gibi beden eğitimi bölümü açıldı. İdealist beden eğitimi öğretmenleri yetişmez oldu.

 

YASSIADA DENİZ YEDEK SUBAY OKULUNDA İDİM

 

Askerliğimi 1972 Nisanı ile 1973 yılının Ekim ayı arasında yaptım. Bu süre zarfında altı ay yassı ada deniz yedek subay okulunda geçti. Burada okulun hem öğrencisi hem de sabah sporlarının sorumlusu idim. Talebe olduğumuz için denize girişimiz kesinlikle yasaktı. Bir Pazar günü dayanamadık 12 arkadaş denize girdik. Sonra askerler bizi nöbetçi subaya ihbar etmişler. Nöbetçi üsteğmen geldi, bizi topladı denizden çıkardı. Heybeliada’da bulunan Gülbahçesi hapishanesine göndermeye niyetlendi. Bizi oraya göndermeye uğraşırken diğer 96 arkadaşımızı da futbol sahasından toplayıp işkence eğitimi yani ayı sürünmesi ile perişan ettirdi. Bu sırada bana arkadaşlarımdan biri ‘Baba biz yemin etmedik bizi hapise atamazlar’ dedi. Ben de hep elebaşıyım ya üsteğmene ‘Bizi hapis edemezsiniz’ diyerek kafa tuttum.  Daha sonra üsteğmen bizi göndermekten vazgeçti, eğitim alanına futbol sahasına eğitime çekti. Kendisi eğitim yaptırmaktan yorgun düşüp asteğmeni olan Hataylı bir arkadaşa eğitimi devam ettirmesini söyledi, asteğmen bize eğitim yaptırırken ona da sonunda senle hesaplaşırız dedim ve eğitimi bitirdik, onu da o sırada tehdit etmiştim.

 

YUSUF BOZKURT ÖZAL DEVRE ARKADAŞIMIZDI

 

Askerde iken bizim grubumuz hep torpillilerle, yurt dışında tahsil yapanlarla dolu idi. Bir tek ben torpilsizdim hatta arkadaşlar bana “senin torpilin kim?” diye sorarlardı ben de “en büyük torpil benim kendimim” derdim. En sonunda “benim torpilim bizleri yaratan Allah’tır “demiştim. Yusuf Bozkurt Özal, daha sonra milletvekili olanlar, hoca olanlar, iş adamları bizim devre arkadaşımızdı.

 

ÜÇ HAFTALIK KATIKSIZ HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILIYORDUM

 

Bu da askerlik anılarımdan bir tanesidir. Asteğmenlik devrem Donanma Komutanlığı spor ve Moral Kısım Komutanı olarak geçmiştir. Bu bir yıllık süre içerisinde Gölcükte iki defa Donanma spor haftası düzenledim. Bu spor haftasının birisinde tersanede döktürmüş olduğum şiltler müsabakaların sonuna yetişmiyordu. Tersane kapısından çıkarken nöbetçi askerler jeepte ne olduğunu sordular şiltlerin olduğunu ifade ettim. “Albayınıza soralım?” diye beni beklettiler. Bu sırada farkında olmadan ağzımdan ‘albay yarbay sırası değil’ diyerek şoföre çekip gitmesini söyledim. Bunun da nedeni donanma komutanımız oramiral Cerfi paşam çok disiplinli, zamana çok dikkat eden bir komutandı.. Ve kıtanın ödül dağıtımına yetiştim.

 

Çünkü her şeyden sorumlu bendim. Daha sonra Tümamiral Bülent Bey beni odasına çağırdı. Orada beş altı tane albay vardı. Şikâyette bulunmuşlar ve de üç haftalık katıksız hapis cezası üzerinde yoğunlaşmışlar. Ben de olayları olduğu gibi anlattım, herhangi bir komutanıma karşı kesinlikle hakaret içeren bir söz sarf etmediğimi, tamamen askerlerin işi saptırdıklarını ifade ettim. Bunun üzerine Tümamiralimiz ‘Sayın albaylar hassasiyetle işini yapmaya çalışmış olan bu asteğmenimizi affedin, saygısızlığını da hoşgörün’ diyerek özür diletti ve komutanlar da beni affettiler. Ben bu sırada Denizgücü basketbol takımında İstanbul liglerine katılıyordum. Haftanın Perşembe günü gidip Salı günü birliğime dönüyordum… Aaskerliğimizde hep böyle geçti.

 

SİİRT LİSESİNE ÖĞRETMEN OLARAK TAYİNİM ÇIKMIŞTI AMA

 

Memuriyet hayatım 1970 yılının 15 Ekiminde Ankara Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü’nde başladı. Askerden önce okul bittiği için memuriyet başlamıştı. Memuriyete başlamadan önce okulu bitirir bitirmez kura ile Siirt Lisesi beden eğitimi öğretmenliğini çektim. O yıllar Ankaragücü’nde basketbol oynadığım için gidip işe başladım ve döndüm. Siirt’te bir gece kalmıştım. Ankara’da sporcu ve memur olduğum için hiç öğretmenlik yapmadım. Ankara’da memurluğum sırasında benim her zaman kendime idol seçtiğim Sami Yavrucuk’un burada da işe başlamama ve memur olmama çok büyük katkısı olmuştur. En büyük katılarından bir tanesi de o zamanın devleti Bakanı Gençlik ve Spordan Sorumlu Akşehirli Sezai Ergun Bey olmuştur Adalet Partisi’nden. Ben Ankara’daki memurluğumda spor salonları ve statlarda tesis amirliği görevlerinde bulundum. En son görevim Sami abi ile beraber en büyük projemiz olan Anıt Tepe Spor Parkı’nın amirliği idi. Bu tesisleri Türkiye’de ilk defa bir semtte açık ve kapalı spor kompleksleri yapılacak olan bir yerdi. Buradan askere gittim.

 

MÜDÜR MUAVİNİ OLARAK ATANDIM

 

Askerlik dönüşü İzmit Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğüne Müdür Muavini olarak atandım. 1974 yılının Ocak ayından 1978 yılının ortalarına kadar burada müdür vekilliği olarak çalıştım. 1978 yılında Kocaeli Beden Terbiyesi Bölge Müdürü oldum. Bu esnada Konya’da da gruplarda ve Türkiye şampiyonasında Gençlerbirliği takımında müsabakalara sporcu olarak katılıyordum, Ali Gözönü çağırmıştı ve Demirspor da böyle bir yıl basketbol oynadım.

 

BASKETBOLDA SON MAÇIM

 

1973 yılında Demirspor olarak Tokat’taki grup maçlarına gittik. O grubu geçip Antalya’ya geldik Türkiye Şampiyonası oynuyorduk. Ve Tofaş maçını oynarken sakatlandım, maçtan beni Hasan Özkaplan dışarıya aldı… Maça dönüşümde uzun süre beni oyuna sokmadı hoca ile bir sürü münakaşa sonunda tekrar maça girdim Hasan Özkaplan’ı da bütün sporcular olarak istemedik, ikinci devre onu da azlettik kendi başımıza oynadık. Tofaş bizden çekiniyordu maç da kafa kafaya gidiyordu. Onlar lige çıkmak için her yolu deniyordu zaten Ali Gözönü ve Hasan Özkaplan’ı kafaya almışlar.

 

Nasıl olsa biz bu işi götüremez diye onlar da olayları gevşek almışlardı. Biz de sporcular olarak bunu sezdik bütün gücümüzle kafa kafaya bir maç yaptık sonunda Tofaş bizi hakkı ile yendi. Bu da Konya basketboluna sporcu olarak son hizmetimiz oldu. Avni Çeşit, Candan Tekin, Kadir Kerim Sargın, Birant Türkan, Hüseyin Özkara, Ankaralı iki arkadaş Ahmet Sarıyer. Tofaş o sene birinci lige çıktı ve ligdeki tüm takımlara kök söktürdü. Bizdeki Candan da Tofaş’a gitti, oyun kurucu olarak oynadı.

 

SPORUN LEŞ KARGALARI

 

Bu zaman içerisinde Kocaeli’de Bölge Müdürlüğü, kız ve erkek basketbol antrenörlüğü, voleybol basketbol hakemliği yaptım, ilimin spor potansiyelini daha büyütmek için gece gündüz çalıştım. Basketbol kız takımımız Türkiye liglerine çıktı. Tamamen kendi yetiştirdiğim sporculardandı. Erkek takımımız şans eseri liglere katılma şansını kaybetti.

 

Voleybol takımı AEG takımını 1.lige çıkardık, Nasaş takımını birinci lige çıkırdık, dolayısıyla Kocaeli’nin potansiyeli yükseldi. Piramidin zirvesinde takımlarımız oldu ama biz piramidin altında harıl harıl sporcu yetiştirdik. Ama maalesef spor ile hiç alakası olmayan tabirimi okuyanlar hoş görsün ‘sporun leş kargaları’ takımlara gelip yöneticileri kafaya alarak hep nemalanmışlardır. Türk sporunda hangi branş, hangi kulüp olursa olsun bunlar yaşamlarını sürdürmektedirler, maalesef hep de ne hikmetse tutulurlar.

 

İZMİT’TE GÖRDÜĞÜM SAYGIYI KONYA’DA GÖREMİYORUM

 

Kocaeli’nde müdürlük yapmak oldukça zor işlerden bir tanesiydi. Ancak insanlarla çıkarsız ilişkiler kurduğunuz vakit her zaman sevgi ve saygınlığınızı arttırırsınız. Ben hem memurdum hem de sporcu ve antrenördüm. Dolayısıyla bu ilinde bırakmış olduğum izler ve hatıralar her an yaşamaktadır.şunu tüm samimiyetimde söylüyorum her İzmit’e gidişimde Konya’dan görmediğim sıcak ve yakın çıkarsız saygı ve sevgiyi görmekteyim.Maalesef bunu ifade etmek zorunda kalıyorum.

 

KOCAELİ’NDE ÇOK BÜYÜK ORGANİZASYONLARA İMZA ATTIK

 

Kocaeli’nde müdürlüğüm sırasında çok büyük organizasyonlar yaptık. Birçok federasyonunun yaz kamplarını oralarda başlattım ve daha sonraki Türk sporunun milli formasını şerefle taşıyan sporcuların yetişmesine vesile olduk. En büyük organizasyonlardan bir tanesi de Balkanlar bay ve bayan voleybol müsabakaları olmuştur. Bu müsabakalar Ankara, İstanbul ve İzmir’in dışında ilk defa bir Anadolu şehri olarak İzmit’te yapılmıştır. Altı bay, altı bayanlar takımı olmak üzere 12 takımın müsabakaları tam bir şenlik ve karnaval şeklinde geçen spor karşılaşmaları olmuştur. Kocaeli ve Türk spor tarihinde saygı ile anılacak bir durumdu.

 

Ve ben ilk defa köyler arası, kasabalar arası atletizm yarışmalarını bir hafta ara ile o yerleşim yerlerinde yaptım. O kadar çok ilgi gördü ki sporcuları bağrına basıp her türlü ikramda yarışır oldular. Tabii bu organizasyonlarda basının çok büyük rolü olmuştur. Çünkü beni ve sporu çok büyük destek vererek hem gazeteleri büyüdü hem de sporumuz yayıldı. Bir Kocaeli Gazetesinin büyümesi ve diğer gazeteler doğdu.

 

Yine Kocaeli’nde hiç unutamayacağım olaylar vardır. Kocaeli’de Bölge Müdürü olmak olayı da ilde büyük haberlere vesile olmuştur. Nezih Demirkent, Eşfek Aykaç İzmit’e gelirler. Ticaret Borsasının Lokantası İzmit’in en popüler restorantı idi. Orada yemek yerlerken konu spordan açılır, benim İl Müdürü olmamam için uğraşlar, konuyu dile getiriler. Bu iki zat İstanbul a dönünce benim çırpınmamın boşa olduğunu, müdürlüğün bana verilemeyeceğini ve başarısızlığımı ifade ederler.

 

Onlara bunu dikte eden rahmetli Dündar Çiğit, Kocaeli Gazetesinin sahibi ve baş yazarı. Yılmaz sonra bana benim karşı olmama rağmen “müdürlüğü bileğin ile aldın ve Kocaeli gençliğine hiçbir Kocaelilinin yapamayacağı en büyük hizmetleri yaptın dolayısıyla biz Kocaelililer sana ne kadar minnet ve şükranlarımızı sunsak azdır. Çünkü o sahaları senden önce biz biliyoruz esrar orada içilirdi” dedi. Ben en son ayrılırken Dündar Bey bir makale yazdı “Ferhat Karadağ’dan Vezir Balcıoğlu’na” diye... Beni istemeyenler o zaman da ayrılmamı istemediler. Ancak memleketim Konya’ya tayinim olunca tamamen kendi isteğim ile geldim.

 

LİYAKATSIZLARIN NASIL KOLTUKLARA GELDİĞİNİ SONRADAN ÖĞRENDİK

 

1980’de 12 Eylül oldu. Kocaelispor’un bir maçında amiraller ve paşalar maça gelmişti. Belediye Başkanı Ertuğrul Ünlüer, Vali Hikmet Gülşen ve paşalar benim hakkımda konuşulurken odaya girdiğimde soğuk bir hava esti. Ertuğrul Ünlüer’in benim hakkımda menfi konuştuğunu hissettim. Ben de ani atakla paşalarıma ve sivil zevata hitaben ‘Sizler üniformalı ve sivil devletin yöneticilerisiniz. Ben de şerefli ve onurlu bir sivil devlet memuruyum.

 

Üç ay benim alınıp alınmamam için uğraştılar. Ama sonunda aklıselim dürüstlük görevde kalmamı sağladı” dedim. Memuriyet hayatımda da bu tür badireleri çok yaşadık. Bizler devlete ve spora hizmet ederken koltuğun hizmet aracı olacağını gördük, hiçbir zaman menfaat olduğunu aklımıza bile getirmedik. Bunu taki Ankara’da görev yaparken koltukların nasıl kapışıldığını liyakatsızların nasıl oralara geldiğini görünce ne olduğunu öğrenmiş olduk.

 

‘MÜDÜR BEY BEN ÇİRKİN BİR BAYAN MIYIM?’

 

Sporcu ve antrenör olarak kendimce hizmet ettiğimi inandığım ilime sporun tek sorumlusu olarak 1984 yılının 14 Ağustos’unda Beden Terbiyesi Bölge Müdürü olarak göreve başladım. İlimize gelince federasyonların organizasyonlarını ilimde yapmaya başladım.

 

İlk büyük organizasyonlarımızdan birisi olan üniversiteler spor oyunlarında (futbol, basketbol, voleybol hentbol ve atletizm) gelen kafilelerle yapmış olduğumuz bir toplantıda hiç unutmam Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesinin sorumlu idarecilerden bir genç bayan konuşma esnasında herkesin içinde bana şu soruyu sordu:  ‘Müdür bey ben çirkin bir bayan mıyım?’ diye Başta ben olmak üzere hepimiz soğuk bir duş almışa döndük.

 

O hanım kıza güzel olduğunu niye böyle bir soru sorduğunu sorduğum zaman “Ben Konya’ya gelirken büyüklerim ‘sakın ha kısa kollu ve açık giyinme, hareketlerine dikkat et laf atarlar, sataşırlar ve her türlü kötülük gelir’ diye tembih ede ede gönderdiler. Ama ben Konya caddelerinde kısa kollu ve açık gezmeme rağmen hiç kimse söylenenlerden hiçbir tanesini muhatap kılmadı.

 

Dolayısıyla kendimi çirkinim diye laf atmadılar diye düşündüm.” Bu hadiseden sonra Çocuk Spor Oyunları diye bir organizasyona giriştim. Bu organizasyonu görevde bulunduğum sürece altı yıl götürdüm.. Her yıl bu organizasyona 2 bin 3 bin ilkokul çağındaki sporcu öğrenciler ve onların başında idareci, dolayısıyla anne ve babalar ilimizde toplanıyordu. Ayrıldıktan sonra bu organizasyonun niçin Konya’ya mal etmediğimi üzülerek tespit ettim.

 

Belediyeleri, üniversiteyi, iş dünyasını, ticaret ve sanayi odalarını organizasyona katmadığıma binlerce pişman oldum. İşte bu zaafımı hiçbir zaman Konyalı olarak affetmiyorum ama esas affetmediğim bunu yaşatmayan ve sahip çıkmayanlar. O yıllarda olimpiyat komitesi başkanı rahmetli Sinan Erdem ve komisyon üyeleri ilimize geldiler, olayları birebir yaşadılar, uluslararası çocuk spor oyunlarına bunu dönüştürmek için projeleri geliştirecektik. Ancak Konya’daki memuriyetimiz buna yetmedi.

 

BİRBİRİMİZE GÜVENMİYORUZ

 

Yine ilimizde milli futbol da dahil A millilerin dışında büktün müsabakaları yaptık. Ordu milli müsabakası yaptık. Konya’nın merkezi bir yerde olması ilin fiziki yapısından da kaynaklanarak Ankara’nın tercih ettiği bölge oldu. İlimizde toplumca Konya’nın lokomotifi tabir edilen bisiklet sporu bence hakikaten görevi yapmamaktadır. Lokomotif demek arkasındaki katarları çeken demektir. İlk Mevlana Konya bisiklet turunu düzenledik.

 

Bu turumuzda merkez Çumra, Bozkır, Seydişehir, Beyşehir, Ilgın etapları ile başladı. Bu da müdürlüğümüz sırasında uluslararasına dönüştürüldü ama maalesef bizden sonraki bir iki kez yapıldı alma devam ettirilemedi. Bütün bunlar gösteriyor ki biz Konyalılar biri birimizi fazla sevmiyoruz ve de güvenmiyoruz. Bunun da nedenini bir türlü bulamadım. Hâlbuki bu güzelim şehir bu güzel insanlar güzelliklere birlikte omuz verseler meselelerine sahip çıksalar çok daha iyi olur.

 

VALİ İHSAN DEDE VE CUMHURİYET BALOSU

 

Yine bir hatıram: Vali İhsan Dede bir balo verdi. Salona girdiğim zaman bayanların bir tarafta baylar bir tarafta oturuyordu. Ben hemen kapıda valime “ben geldim, gördüm ve gidiyorum.” Dedim. “Ne demek” dedi amir olarak sert bir soru yönetti. Ben de “Sayın valim ben Konya çocuğuyum, Konya’mız da böyle şeyler uygun düşmez” dedim. “Diğer müdürler olur dedi” dedi. “Hayır herkes bay bayan eşinin yanında olacak” dedim ve ondan sonra herkes eşleri ile yan yana masalarda oturdular.

 

VALİLERDEN DESTEK GÖRDÜK

 

Kendimde sporcu olduğum için bir sıcak duşun sporcu üzerinde nasıl bir sağlıklı ortam yaratacağını bildiğimden dolayı ilk işim spor kulüplerimizi sıcak duşlu özel odalara kavuşturmak oldu. Bunda da en büyük desteği zamanın valisi imparatorumuz Kemal Katıta’den gördüm. Şimdiki stadımızın güney tarafı tamamen toprak ile dolu idi. 1500’ün üzerinde araba ile hafriyat yaptık. Oraya o binayı yaptırdık tribün altlarına salonlar ve saloncuklar yaptık, misafirhaneler yaptık. Dolayısı ile tüm sporcularımıza kendimizin çektiği hasreti çektirmedik. O günkü imkânlarla en güzeli sıcak ortamları yarattık.

 

Çim sahasını bir iken iki yaptık, ilçelerde ve köylerde spor salonları ve futbol sahaları 200’e yakın köye futbol sahası, onun dışında tesisleşmede açık yüzme havuzunu, kapalı yüzme havuzunu yaptık. Kapalı benim zamanımda bitti. Açık yüzme havuzunu tamamen yıktırıp yaptırdık, onda da en büyük destek özel idare ile Vali Necati Çetinkaya’dır. Yine aynı valimizin desteği ile Saraçoğlu Atış Poligonu ve Saraçoğlu Merası’nın tapusunun alınması 1 milyon 600 metrekarelik arazi aldık… O arazi Kaşınhanı’na kadar gidiyordu, Dumlupınar, Cumhuriyet semt sahaları soyunma odaları ve lojmanlar yaptık. Şimdiki hizmet binasının temelini attık.

 

BEŞ SEFER DERDEST EDİLDİM

 

Tüm personelimiz ile müdüründen bekçisine kadar gerekli saygı ve sevgi içerisinde onurlu bir şekilde Konya sporuna ve Konya’ya hizmet vermek için gece gündüzümü katarak çalıştım. Sporumuzda gelişmekte idi. Ama son zamanlarda üzülerek görüyorum ki dinamizmi maalesef Konya’mızda da Türkiye’de yitirdik. Eskiden veliler çocuklarını spora göndermezdi, şimdi veliler çocuklarını spora getiriyorlar ama devlet gerekli sıcaklığı ve ilgiyi göstermiyor. Konya’dan 1993 yılında ayrıldım, Konya’dan ayrıldıktan sonra idare mahkemelerine başvurarak her yıl geri iade edildim.

 

Bir ay içerisinde tekrar derdest edilip Ankara veya Tunceli’ye görevlendirilmiştim. Bu beş sefer, altıncısında yoruldum bıktım mahkemelerle uğraşmaktan. Vazgeçtim hatta zamanın genel müdürü hakkında da suç duyurusunda bulunmuştum ama aracılar vasıtası ile barıştık. Spor kontrolörü olarak 2007 yılının temmuz ayında emekli oldum. Allah’a binlerce şükürler olsun memuriyet hayatımızda her hangi bir üzücü ve onur kırıcı olaylarla karşılaşmadık.

 

59 YAŞINDA TENİSLE TANIŞTIM

 

59 yaşında tenis sporuna başladım dışarıdan görüldüğü gibi kolay bir spor sanıyordum. Şimdi 68 yaşındayım daha hala öğrenemedim, öğrenecek çok şey var. Onun için bu spora başlama yaşı kesinlikle 5-6 olmalı çok uzun sürede ve çok dikkat isteyen bir branş. Raketini alan tenis sahalarına gelsin çünkü bu branşın her yaşta yarışmaları yapılmakta. Motivasyonlarımız dostluklarımız artmakta ve gelişmekte.

 

EŞİMLE BİR TESADÜF ESERİ TANIŞTIM

 

Evliliğim tamamen Allah’ın insanlara nasip ettiği bir olaydır. Sevgili eşim ilk öğretmenliğini Kocaeli’nde bir kenar mahalle okulunda görev yaparken okul müdürü ‘Hoca hanım çocukları spor salonuna götür müsün?’ diye rica eder. Bizim hanım da ilk defa spor salonuna öğrencilerle gelir. Ben de öğrencilerin arasından orada ilk defa hanımı gördüm. Ondan sonra tanışmamız başlar ve kısa bir sürede ilişkimiz ilerler. 1976 başları idi. 17 Haziran’da düğünümüzü yaparak yuvamızı kurmuş olduk. Bu evlilikten 3 tane oğlumuz oldu. 1977’de Barış, 1980’de Başar ikisi de İzmit doğumlu. 1987’de ise Burak Konya doğumlu olarak dünyaya geldi. Üç çocuğum da kendi çaplarında spor yaptılar ve yapmaktadırlar.