Şeb-i Arus’a çok az bir zaman kaldı. Takip edebildiğim kadarıyla yine bilet tartışması gündem oluşturmuş durumda. Anlaşılan o ki, Konya için Konyalılar için çok önemli olan bugüne katılımının geniş çaplı olması, her Mevlana tutkununun bu geceyi yaşaması mümkün görünmüyor.
Elimde Mevlana’yı Anma etkinliğine dair bir program yok. Ama geçmiş yıllardan hatırladıklarım yine protokoller, yine büyük büyük adamların ne zaman salona teşrif edeceğinin telaşının yaşandığı panik atak anları. Bu yıl da sanırım değişen bir şey olmayacak.
Yine Mevlana felsefesini bürokrasiye kurban ettiğimiz Şebi Arus gecesi tekrarlanacak..
Hatta “şu gece bitse de bu yıl da alnımızın akıyla çıksak” diyen organizasyon komitesinin yüzlerini şimdiden görür gibiyim.
Şebi Arus’un kavuşma, vuslata erme anı olduğunu, büyük bir gece olduğunu anlatacak içerikten yoksun bir program hazırlandığını görür gibiyim. Bunu da nereden çıkardınız derseniz, geçmiş yıllardan diyeceğim.
Bu geceye Katılan konuşmacılar çok ilginç bir şekilde Mevlana felsefesinin yakınından uzağından alakası olmayan konuşmalar yaparlar.
Mesela ilk tip konuşmacılar siyasilerdir. İktidardan ve muhalefetten parti liderleridir. Onlar yıllarca birbirlerine hoşgörünün ‘h’sini bile göstermediklerini unuturlar ve hoşgörü nutukları atarlar. Dünyanın en samimiyetsiz konuşmalarını bu büyük gecede ve bu anda görürüz. Bu programın birinci faslını oluşturur.
İkinci fasıl ise tabii ki Mevlana’nın büyüklüğüne, dünyaya “yeni bir şey söylemek” lazım diyerek seslendiğine dair cümlelerin içinde yer aldığı konuşmalar olacak diye beklersiniz. Ancak bu konuda da ümitsizizdir...
Çünkü yeni bir şey söylenmez, hatta öyle bir an gelir ki, Mevlana’nın beldemize kazandırdığı turistten dahi bahseder bir konuşmacı. En acı konuşmalar ise küreselleşmeyle başlanıp, küreselleşmeyle bitenlerdir.
‘İçinde küreselleşmenin geçtiği Mevlana konuşmaları kadar sıkıcı, bunaltıcı başka konuşmalar olabilir mi’ diye düşünmekten kendimizi alamayacağımız metinlerdir bunlar.
“Mevlana konuşmalarında küreselleşmenin işi ne? Burada da mı aynı terane?” Demek gelir içimden. İslam, Allah, gül, Hz. Muhammed, sevgi, şefkat gibi kelimelerin gürül gürül akacağı konuşmaları yapacağınıza, bizi Mevlana’nın gülizarında gezdireceğinize bu yüzyılın kokuşmuş kavramlarıyla boğuyorsunuz demek gelir içimden… Ama biliyorum ki bütün bu cümleleri sarfetsem kimse duymayacaktır, çünkü herkes o an dönen semahı seyreylemektedir. Mevlana’yı anma töreninin sonuna da gelinmiştir böylece. Akılda kalan belki de tek güzel şey semazenlerin huşu içinde dönüşüdür artık..
Olumlu hiçbir şey yok mu?
Tabii ki var.
Yıllarca spor salonlarında kutlanan ve estetiğimizin ölçüsünü yansıtan görüntülerden en azından son yıllarda kurtulmuş olduk. Bu büyük gecenin şimdilerde bir Mevlana Kültür Merkezinde kutlanıyor olması en önemli ve en güzel gelişme. Yani en azından şekil şartları neredeyse tamamlanmış durumda. İçerik içinse yine Mevlana’ya dönmek gerek:
Men bende-i kur'anem eğer can darem
Men hâk-i reh-i muhammed muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem
(ben yaşadıkça kur'an'ın bendesiyim
ben, Hz. Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum
biri benden bundan başkasını naklederse
ondan da şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim.)