Geçen haftaki yazımda istemekten söz etmiştim. Bugün hem bir sinema filmi hem de sinema terapiden söz ederek konuya devam etmek istiyorum.
Film. WILLOW TREE (Söğüt Ağacı)
The Willow Tree ( 2005)
Yapımcı yonetmen: Majid Majidi, Senaristler; Majid Majidi, Fouad Nahas ve Nasser Hashemzadeh, Fotoğraf Direktörleri: Mahmoud Kalari, Bahram Badakshani ve Mohammad Davudi, muzik; Ahmad Pehzman, Kurgu: Hassan Hassandoost. 96 dakikalık film New Yorker Films tarafından piyasaya sürüldü.
Oyuncular:
Parvis Parastui (Yusef), Roya Taymourian ( Roya), Afarin Obeisi ( Anne), Mohammad Amir Naji (Morteza), Melika Eslafi (Mariam) ve Leila Otadi (Pari).
Íran’lı film yönetmeni Majid Majidi’nin filmi ‘The Willow Tree’ bir insanın Tanrı ile konuşmasıyla başlar.
Karanlık sahne.
Bir erkek sesi duyulur sadece.
“ Konuş benimle!
Hiç kimseye söylemeden buna ne kadar daha katlanabilirim?
Bir gün? Bir hafta? Bir ay?
Kendim için mi üzüleyim, yoksa onlar için mi?
Bir kız sesi duyulur: sahne hala karanlık.
“ Baba”
Gene erkek sesi:
“ Eğer öğrenirlerse, nasıl karşılarlar?
Kız sesi;
“ Baba Yusef”
Erkek sesi:
“ Onunla başa çıkabilirler mi?”
Kız sesi;
“ Onları buldum”
Erkek sesi;
“İyi, hadi bırak onları suya, ben hazırım!”
Kız sesi:
“ Ben küçük olanım sende büyük olan”
Burada yakından çekilmiş iki küçük el, biri uzun biri kısa iki çubuğu suya bırakır. Kamera çubukları takip eder…sonunda iki büyük el ve kör bir adam görürüz.
8 yaşında iken gözlerini havai fişek kazasında kaybeden Yusef( Parvis Parastui), 45 yaşında üniversitede edebiyat profesörüdür.
Braille alfabesi ile yazar ve okur. Çok düşkün ve yardımcı karısı, seven kızı, güzel evi, balkonu ve bahçesi ile karanlık ama küçük bir cennette yaşar gibi görünür. Ama içinde büyük bir acı taşımaktadır.
Devamlı Allah ile konuşmaktadır. Dua etmektedir, istemektedir gözlerinin açılması için. Ve mucize, Paris’de kornea nakli ameliyatı ile görmeğe başlar.
Yusef’in dünyası tamamen değişmiştir.
Yusef dualarının sonucu gözleri açıldıktan sonra dünyayı yeniden tanımaya çalışır. Karısının düşkünlüğünü kendisine acıması gibi görmeğe başlar ve nefret eder. Yaşamadığı hayatın üzüntüsü içinde kendi yazılarını, her şeyi yakar, yıkar. Zaten filmin sonunda da gözlerinin açılmasının nasıl bir felakete dönüştüğü fark edilir.
Sinema terapi nedir o zaman?
Sinemanın insan üzerinde yarattığı korku, heyecan, öfke, sevinç, coşku ve aşk gibi duyguların işlenmesine, analizine ve olumlu modelleme temellerine danan bir yöntemdir sinema terapisi. Bu yöntemle duyguların artan şiddetini terapilerimizde itici ekstra bir güç olarak kullanırız.
Filmde işlenen konu ve karakterler üzerinden analizler yapılıp danışanlarımızın doğrudan yaşadıkları sorunla alakalandırırız. Hikayeler ve metaforlar üzerinden yapılan psikoterapiler için etkili bir araçtır sine-terapi. Sinema, hikaye ve metaforlar anlamında geniş bir kaynak gibidir. Sanki gerçek yaşamın tamamı damıtılarak sinemada sunulur bizlere. İnsana dair ne varsa sinemada bulmak mümkündür. Bu zenginlik görsel ve işitsel yönü ile insan üzerinde derin etkiler ve duygusal dalgalanmalar yaratır. Amacımız sinemanın insan üzerinde yarattığı duygusal esinti ile yelkenlerimizi doldurup psikoterapi yolculuğunda daha hızlı yol almaktır.
Ayrıca danışanlarımızın film üzerine yaptıkları konuşmalar, analizler onların stresle baş etme stratejileri, kimlik örüntüleri ve bilinçdışı savunma düzenekleri hakkında bize net bilgiler verir. Bu bilgileri de psikoterapilerimizin bir parçası haline getiririz.
Söğüt ağacı(Willow Tree), isterken bizim için hayırlı olanı istemeyi. Yaşadığımız zor ve anlamsız gibi görünen şeylerin bizim için muvafık olabileceğini, nasıl istenileceğinin de yine veren tarafından öğretildiğini ve öyle istenmesi gerektiğini bize bir kez daha hatırlattı.
Sen istersen ateş, lâtif su olur; dilemezsen su bile ateş kesilir.
Bizim şu niyazımızı da yine sen ilham etmektesin. Zulümden kurtulmamız, senin ihsanındır.
Sen bize bu isteği, biz istemeksizin verdin, hadsiz, hesapsız ihsanlarda bulundun.
(1336-38.1.Mesnevi)