Mevlana Türbesini satıp üstüne Avm dikmemize az kaldı… Basına yansıyan fotoğraflara bakınca başka türlü düşünmek elde değil. Haberlere göre müzenin arka bahçesinin bir bölümünde yapılacak yeni bina için hafriyat çalışmaları başladı. Kepçeler dergâhın bahçesine girdi, kazılarda çok sayıda ceset ortaya çıktı. Tam da Teşrif-i Arus Haftasında, Mevlana ve ailesinin şehre kadem basışını kutlarken ne kadar hoş bir manzara ne ince bir düşünce (!)
Gülbahçe’de kepçe dozer kazma kürek ayin-i şerifi adeta… Taşeron inşaat firmasının emekçileri ile basın emekçisi haber muhabirlerinin karşı karşıya getirilmesini de ayrı bir fecaat olarak, farklı bir raks gibi semazenler yerine izledik.
Eminim, yapılacak müze binası çok gereklidir ve koskoca Konya arazisinde başka bir yer bulunamamıştır. Proje falanca tarafından hazırlanıp filancaya sunulmuş feşmekancaya inceletilmiş usulüne uygun onaylanmıştır. Bu kişiler ve kurumlar arasındaki ahbap-çavuş, alacak-verecek, menfaat-icraat ilişkisi de ne kadar güçlü ise hiç aykırı bir ses çıkmamıştır. Yani her şey mevzuata uygundur. Ama hatırlatmak isterim ki; İnsanlar kendi yaptıkları kanunlara ne kadar uymak zorundaysalar da hepsinin üstünde yerlerin ve göklerin değişmez yasası Sünnetullah var… Ve Konya deyimi ile ona uymayanların “sesi semadan gelir”. Yine atasözümüze göre “Evliya kabrine kazma vuran iflah olmaz…” İnanlar bunu böyle bilir zaten. İnanmayanlar biraz kuantum fiziği ve tarihi örnekleri hatmetsin abartmadığımızı görürüler.
Bu yüzden her şeye rağmen bundan sonraki aşamalarda bu hassasiyetlere daha çok özen gösterileceğini umuyorum.
Konuyu ne zaman bürokratlarımızla görüşmeye kalksak burası müze, türbe değil duygusal yaklaşıyorsunuz cevabını alıyoruz. Peki, neden müze oldu? İçinde maddi değeri ölçülmeyen elmaslar, pırlantalar altınlar olduğu için mi yoksa dünyanın tüm mücevherleri ile tartılamayacak bir mana taşıdığından mı?
21 Şubat 1931 Cumartesi: Atatürk, 1926 yılında kendi emirleri ile müze halinde düzenlenerek ziyarete açılan Mevlana Müzesini, o zamanki adıyla Asar-ı Atika Müzesi’ni ziyaret etmek istemiş ve öğleden sonra saat 14.00’te müzeye gelmişti. Müzede tam üç saat kalarak sergilenen halıları, levhaları, yazma eserleri teker teker inceledi. Özellikle 14. ve 15. yüzyıllarda Türkçeye çevrilmiş Kur’an yazmaları dikkatini çekti."Demek atalarımız yüzlerce yıl önce Kuran’ı tercüme etmişler. Buna memnun oldum." Dedi.
Atatürk, müze salonlarındaki incelemelerinden sonra, eski Çelebi Dairesi olan müdür odasına geçti. Odanın, Mevlana’nın sandukasının yer aldığı türbeye açık Niyaz Penceresi kemeri üzerine yıllar önce yeşil destarlı bir Mevlevi sikkesi, külahı resmedilmiş ve sikkenin üzerine de talik yazı ile Mevlana’nın Farsça şu rubaisi yazılmıştı:
Derha heme besteend illa der-i tu
Ta reh nebered garib illa ber-i tu
Ey der Kerem-u-izzet-u nur-efşani
Horşid-u mah-u sitaregan çaker-i tu
Yazı Atatürk’ün dikkatini çekti ve yanında bulunan Hasan Ali Yücel’e okumasını ve tercüme etmesini istedi. Hasan Ali Yücel, rubaiyi okumuş ve Türkçeye şöyle çevirmişti:
"Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu Sen (Allah). Garip âşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulamasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır."
Atatürk, tercümeyi dikkatle dinledikten sonra, duygulandığı gözlerinin nemlendiği görüldü. Sonra bir kez daha okuttu ve son cümleyi tekrar etti: “Öteki tüm kapılar kapanmış bir tek senin kapın açık kalmış, bir tek senin… Mevlana Hazretleri’nin büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi… Doğrusu ben, daha önceki ziyaretim sırasında, bu dergâhı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş; bir yıl sonra dergâh ve tekkelerin kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa'ya Mevlana dergâhı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getir emrini vermiştim. Görüyorum ki, şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim” dedi.
Ve bir başka seferde “Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz. Mevlana düşünceleri tüm benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi…”Diyordu.
Velhasıl, söz uzun yer dar. Hz. Mevlana’nın manası ne kadar kurundu ki bahçesi ne kadar korunacak diye bir fasıl daha açmadan sözü Yunus’a bırakalım.
Aşkım galip geldi yüreğim harlar
Âşık olan ar-ı namusu neyler
Behey Yunus sana söyleme derler
Ya ben öleyim mi söylemeyince.
Yunus Emre
Hayırlı Cumalar