“Allah, şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık geliyordu. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.”
(Nahl Suresi, 112.Ayet Meali)
Ayette bahsedilen memleket size de bir yerden tanıdık geldi mi? Özellikleri neymiş bu memleketin? Güven ve huzur içinde imiş. Her yerden de bol bol rızık, nimet geliyormuş.
Yani bu memleketin insanları sabah evlerinden çıkıp, okula işe gezmeye rahatça gidip, paralarını kazanıp, evlerine rahatça dönebiliyorlarmış. Hatta o kadar güven içindelermiş ki sabah evlerinden çıkarken aileleriyle bile helalleşmeyi unutmuşlar yıllardır, buna gerek duymuyorlarmış. Gece de yattıkları gibi sabah kalkıyorlarmış. Komşularında ve bulundukları coğrafyada pekçok savaş varken onlar bu huzur ve rahatlığı yaşıyorlar…
Her yerden de boool bol rızık-nimet geliyormuş buraya. Yani toprak bakliyat, sebze meyve veriyor, kendilerinde olmayanları bile başka ülkelerden ithal edebiliyorlarmış demek ki. Dokunmatik ekranlı telefonlar, incecik televizyonlar, ayakları yerden kesen marka marka arabalar, renk renk çeşit çeşit elbiseler, bir iki tuşa basarak ısınma ve serinleme imkanları da vardır herhalde bu ülke insanlarının. Hatta hastalandıklarında da hastane doktor iğne ilaç tedavi imkanları varmış demek ki.
Peki devamında ne olmuş? “Allah’ın nimetlerine nankörlük etmişler” ya sonra? “sırtlarına açlık ve korku elbisesi giydirilmiş”.
Acaba Allah’ın nimetlerine nankörlük nasıl olur?
Öncelikle şükürsüzlükle olur mu acaba? Borcunu ödeyecek parası varken, alacaklısına ağlamak, “param yok” yalanları atmak, borcunu ödememekle olur mu?
Türkiye’de günlük ekmek israfı 12 milyondur. Evet evet, Türkiye’de hergün 12 milyon ekmek çöpe atılıyor. Bunu kim yapıyor biliyor musunuz? Hepimiz.
Ey kavmim, dünyanın en aç ülkelerinden biri olan Nijer’in nüfusu 19 milyondur ve 1 ekmekle 2 kişi doyar. Yani Türkiye’de günlük çöpe giden ekmekle 24 milyon insan doyar. Njer’i doyurabiliriz, ama biz çöpe atıyoruz. Yani Allah bize ekmek veriyor, biz de bu ekmeği çöpe atıyoruz. Bu durum, Allah’ın nimetine nankörlük değil de nedir?
Yemen, Libya, Suriye, Irak, Afganistan… savaşlar içinde helak olmuşken, devlet aygıtı kaybolmuşken, can ve mal güvenliği hiçbir şekilde yokken, insanlar açlıktan ve susuzluktan ölürken, bir iş yapıp para kazanabilme imkanı yokken; bizim hergün 12 milyon ekmeği çöpe atmamız, doğru ve dürüstçe ticaret yapıp para kazanma imkanımız varken Allah’a savaş açmak anlamına gelen faizle ticaret yapmamız nankörlük değilde nedir Allah aşkına?
Nasıl bir millet olduk biz? Daha 60 sene önce Kur’an yasaktı, ezan Türkçe okunuyordu, insanlar samanlıkta gizli gizli Kur’an okuyordu, hocalar asıldı bu memlekette, din eğitimi yasaklanmıştı. Şimdi herşey serbest, her türlü imkan var ama biz İslami kaynakların kapağını kaldırmıyoruz. Bir mahalle arasında 14-15 yaşlarında tanımadığım bir çocuğa soruyorum “Buralarda Hz. Ömer oturuyormuş, evi nerede biliyor musun?” diyorum, çocuk “yok amca, biz hep burada oturduk, öyle biri olsa duyardım” diyor. Jetonu iyice düşsün diye “Hz. Ali de komşusuymuş, iyi düşün” diyorum, “yok o da burada oturmuyor” diyor. Üstelik bu çocuğun yanında 2-3 arkadaşı daha var.
Gençlerimizden İslam’ın ilk şartı olan Kelime-i Tevhid’i söyleyemeyen ve söylese de anlamını bilmeyenler var. Gusül abdestinden habersiz bir nesil yetiştirdik. Suçu başkalarına atmayın, bu nesli biz yetiştirdik. O kadar Kur’an kursu, ev sohbeti, cemaat, kitap-dergi, imam hatip, ilahiyat neye yarıyor bilmiyorum diyeceğim ama bu aralar imam hatip ve ilahiyatlardan bol bol sünnet hadis inkarcısı, kaderi inkar eden, “Kur’an’ın şu şu ayetleri değiştirilmelidir” diyen zevatlar çıkıyor ne yazık ki.
Adam bal üretiyor, ama arılar çiçek yüzü görmüyor. Şekerden glikozdan bal yaptırıyor arkadaşımız, sonra ne balı satmak istiyorsa onun rengini veren tozu döküyor balın içine, oldu sana çam balı, çiçek balı vs…
Adam zeytin satacak, daha güzel görünsün diye “kabuk altı boyası” diye bir şey icad etmişler, zeytini boyuyor yani sizin anlayacağınız. Elma portakal satacak, balmumu sürüyor daha parlak görünsün diye.
Yani millet olarak haramdan kaçmıyoruz, işi ehline vermiyoruz hepimiz tanıdık-torpil peşindeyiz. Yalan, gıybet dolu dizgin gidiyor. Birbirimizin kuyusunu kazmakta dünya birincisiyiz. Güven kalmadı, insanlar birbirine borç para vermeye korkuyor çünkü geri gelmeyeceğini biliyor o paranın.
Ramazan Ayı giriyor, adam arabasının camından uzattığı eliyle sigarasını tutuyor, yani ne Allah’tan ne kuldan korkma çekinme kalmadı. Kızlar artık açık ve dar giyinmenin günah olduğunu bile bilmiyor, dövme yaptırmanın günah olmadığını iddia ediyor gençlerimiz.
Bu kadar imkan, rızık, huzur, rahat veren Allah’a bu kadar nankörlük, isyan.
Yahu şu an Doğu Türkistan’da Çin, evli müslüman kadının yanına Çinli erkek yerleştiriyor, erkekleri sorgusuz sualsiz alıp gidip öldürüyorlar, Nijer’de Bangladeş’te sürekli açlık var, Yemen-Suriye-Irak-Filistin-Afganistan-Libya gibi ülkelerde sabah evden çıkan kişinin 1 saat sonraya geri dönebileceği, dönse bile evini yerinde bulabileceğinin garantisi yok. Ama biz bulduk her türlü rahatı-nimeti, azgınlaştıkça azgınlaşıyoruz, dinden diyanetten bihaber yaşıyoruz ve bu durum hep böyle gidecek zannediyoruz.
Ey kavmim, yukarıdaki ayette Rabbimiz bu nankörlükler karşısında o memlekete sürekli açlık ve korkunun verildiğini söylüyor. Bu böyledir, olmuştur ve olacaktır. Konuşun Suriyelilerle, “biz de savaştan önce sizin yaşadığınız bu hayatın aynısını yaşıyorduk” diyorlar. Yapmayın, etmeyin, Allah’ın dinine yönelin, günahlarımıza kılıf bulmayalım, tövbe edelim.
Yoksa emin olun, yaklaşan yaklaştı.