Gündelik hayatta herhangi bir ürünü imal eden kimseler nasıl onun hakkında geniş malumata sahipseler, Allah da, yarattığı bütün varlıkların başlangıç öncesi ve sonrası hakkındaki bilgilere sahiptir. Bu sebeple Kur’an’da: “Yaratan bilmez mi?” (Mülk, 14) buyrulur. Hem de en ince ve detay bilgisine varıncaya kadar Yüce Yaratan bilir. Bu sebeple her mü’min, Yüce Allah’ın el-Habîr ismi üzerinde ciddi anlamda durmalı ve ilahi ahlakın kendisi hakkındaki semerelerini düşünmelidir.
Yüce Allah el-Habîr olup, her şeyden haberdardır. Bu güzel isim, mü’minde ahlaki değişime katkıda bulunmak yönüyle iki açıdan tesir eder:
Bunlardan ilki, mü’min yalnız olmadığını bilir, her an Allah’ın kendisini gördüğünü hem kendisinin yaptıklarını ve hem de kendisine yapılanlardan haberdar olduğuna inanır. Bu iman, güçlü bir isteklendirme işlevi görür. Kişiye, özgüven duygusu aşılar. Buna sekine de denebilir.
Diğeri ise, Allah’ın bildiğine iman, olumlu yönde dini hayata disiplin kazandırır. Çünkü değil, açıktan yapılanları, Allah, kalplerden geçeni de bilir. Alıp verdiğimiz nefesleri bile bilen Allah’a karşı nasıl erdemsizlik yapabiliriz? Acılara, itilmişliklere, hakaret ve zulümlere Allah’ın muttali olduğunu bilip dayanma gücü kazandığımız gibi, dini hayatımıza da çeki düzen verip iyi Müslüman olmamızda da O’nun el-Habîr ismi yardımcı olacaktır.
Öte yandan, İlahi ahlakın en önemli umdesi olan el-Habîr, acaba kişisel gelişimimize nasıl katkı sağlayabilir?
Evvela, kişi, işe, kendi küçük dünyasında olup bitenlerden haberdar olmakla başlamalıdır. İnsanın hem derunî ve hem de dış dünyası vardır. Hem içe ve hem de dışa bakış birlikte bulunmalıdır. Bunun yolu, iç ve dış bilgisinden haberdar olmaktır.
İnsanın iç dünyası, kalbidir. Kalb, bir ülkenin başkenti gibidir. Başkent iyi çalışır ve güzel işler yaparsa, onun organları olan taşradaki uzantıları da iyi çalışır ve hayırlı işler yapar. Hani bir Allah dostu öyle demişti: “Kalbimin kapısında kırk sene nöbet tuttum. Oraya Allah’tan başka kimse girmedi.” Eğer bir kalbe Allah egemen olursa, insanın bütün azalarına da O egemen olur. Öncelikle insan, gönül dünyasında olup bitenlerden haberdar olmalıdır. İnsanın Allah’la arasının açılmasına vesile olan bir takım batınî hastalıklar vardır. Sufiler buna: “Emraz-ı bâtıniyye” derler. Bu hastalıklar tedavi edilmeden, insanın Allah’la transa geçmesi mümkün değildir. Önce kalb tedavi edilmelidir. Bunun yolu Gazali’nin projesinde geçtiği gibi, kalbimizi keşfe çıkarak tanımak ve orada olup bitenlerden haberdar olmaktır. Eğer bir insanın kalbinde; kin, kıskançlık, buğz, düşmanlık, dünyaperestlik, kötülüğü gizlemek, hayrı açığa vurmak, gösteriş varsa, böyle bir kimsenin kalbi iflas etmiş demektir. Bu hastalıkları ancak “keşfu’l-kulûb” çabası içerisine girenler bilebilir ve haberdar olabilirler. Kalplerini istiğfar ve kelime-i tevhidle cilalayanlar, orada ilahi ışığın parlamasına zemin hazırlarlar. İşte kalbinde ne olup bittiğinden haberdar olanlar, ne yapılmasını gerektiğini o zaman bilirler. Onun için İmam-ı Gazali, “Allah’ın, kalbine attığı ruhani ışıkla” aydınlık yolu bulduğunu söyler. Onun el-Munkızu mine’d-dalâl adlı otobiyografisi bu entelektüel krizi anlatır.
Bir diğer önemli husus da bedenimizden haberdar olmaktır. Biz, bedenimiz üzerinde tasarruf yapma hakkına sahip değiliz. Çünkü mülk, Allah’ındır. Ancak O, tasarruf yapabilir. Burada bilinmesi gerekenler, bedenimiz ve bedenimizi teşkil eden organların hangi amaçla yaratıldığı bilgisinden haberdar olmaktır. Her bir organı O’nun yolunda ve O’na hizmette kullanabilme erdemini göstermek, kâmil insanların ahlakıdır. Her bir organ, bizde Allah’ın bir emanetidir. Onun için bu emanet üzerinde tirtir titremeli, hiçbir organımızı günaha alet ederek zulme kurban etmemeliyiz. Ellerimiz hayra dokunmalı, gözlerimiz helale bakmalı, ayaklarımız harama gitmemeli, kulaklarımız Allah’ın sevmediği şeyleri duymamalı, ağzımızdan haram lokma geçmemeli, dillerimiz hakkı söylemelidir. Yarın her birisi kıyamet gününde dile gelecek ya lehimizde ya da aleyhimizde şahitlikte bulunacaktır.
Netice-i kelam, Allah kullarının gizli ve açıktan yaptığı her şeyden haberdardır. Bu inanç, Müslüman’a özgüven duygusu kazandırmalı, helal ve haramlar konusundaki hassasiyeti güçlendirmelidir. Bu iki temel kazanca bağlı olarak, her mü’min gönül âlemini çekaptan geçirmeli, Allah’la arasının açılmasına sebep olacak her türlü kötülüklerden haberdar olup uzak durmalıdır.