İslam toplumlarında ihmal edilen yardımlaşma kurumlarından birisi “âkile” sistemidir. Arapça’da ma’kûle, diyet, âkile ise, diyeti ödeyen kimse demektir. Kelime olarak diyet de, bazı suçlar karşılığında ödenen maddi tazminata verilen bir isimlendirmedir. Mal verilmesini gerektiren ölüm hadiselerinde maktul yakınlarına verilen mal, diyet adını alır. Kâtilin âkilesi, kendisine asabe olanlardır. Ana bir kardeş, eşin kardeşleri vesair rahim sahipleri âkileye girmez. Çünkü onlardan daha yakını bulunmadığı takdirde mirasa asabe olarak mirasçı olurlar. Demek ki âkile, bir ferdin hatalı ve şüpheli bir şekildeki cinayetinin tazminat bedelini ödeyen akrabası, aşîreti, meslek grubu gibi kimseleri ifade eden insanlar topluluğudur. O halde âkile, cinâyet tazminatını ödeyen insanlar; ma’kûle, tazminat (diyet); meâkil ise, izah etmeğe çalıştığımız şekilde işleyen bu yardımlaşma müessesinin adıdır. (Ö. Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslamiyye, III, 7).
Burada şunu bilmek gerekir ki, âkile, ekonomik sıkıntıya düşecek şekilde mükellef tutulamaz. Zira suçu onlar değil, başkası işlemiştir. Onların diyete katılmaları yardımlaşma ve suçlunun yükünü hafifletmeye yöneliktir. Âkilenin diyetin ödenmesine iştiraklerinin gerekli tutulmalarıyla, suç öncesi bu kişilerin suç işlemelerini engellemeye yönelik bir gerekçe yatmaktadır. Yani, denmek istenmektedir ki, bu fâil sizin kendi akrabanız ve kendi kontrolünüz altındaki bir şahıstır. Şayet siz zamanında bu fâil üzerinde gerekli kontrol ve denetimi yapmış olsaydınız veya bu şahsı eğitseydiniz bu üzücü olay meydana gelmeyecekti. Dolayısıyla fâilin suç işlemesinde sizin ihmaliniz ve görevinizi yapmamanız nedeniyle dolaylı bir katkınız olmuştur. Öyleyse bu suçun cezasına kısmen sizin de iştirak etmeniz gerekmektedir. O halde herkes kendi mali ve ekonomik gücüne uygun bir mâliyet yüklenmelidir.
Diyet, kastı aşan veya hatâen öldürme ve yaralamalarda aslî cezadır. Bu cezanın kaynağı, Kur’an ve sünnetle sâbittir. Yüce Allah şöyle buyurur: “Bir mü’minin diğer bir mü’mini yanlışlık dışında öldürmesi asla câiz değildir. Bir mü’mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü’min köleyi azat etmesi veya öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir.” (Nisa 4/92)
Diyetin ödenecek miktarı; altından, bin dinar; gümüşten, onbin dirhem; deveden, 100 devedir. Ebû Hanife’ye göre diyet; ancak bu üç şeyden birisi ile olur. İmâm Ebû Muhammed ve Ebû Yusuf’a göre, bu üç maldan olmakla birlikte sığırdan 200 sığır, koyundan iki bin koyun, elbiselerden yeni ve iyi giyecek 200 elbisedir. Özellikle bu malların seçilmesi, diyetlerin değer kaybına uğramayan mallar cinsinden olmasından dolayıdır. Kan bedeli de denilen bu ceza, 200 sığır veya 2 000 koyunun değeri üzerinden hesaplanarak maktûlün yakınlarına verilir.
Meâkil sisteminde âkilenin birinci gayesi, yardımlaşmadır. Çünkü herhangi bir âkileye mensup ferdin işlediği suçtan dolayı uğrayacağı zararın büyüklüğü yardımlaşmayı gerektirir. Aile ve toplum düzeni yardımlaşma üzerine kurulmuştur. Meâkil sisteminde âkilenin ikinci önemli gayesi ve sağladığı yarar; akile mensupları arasında oluşan oto kontrol sistemidir. Hiçbir âkile mensubu, gruptan birinin suç işlemesini istemez, ona engel olur.
Sonuç olarak, âkile müessesesini kabullenmek; rahmet, eşitlik ve adâleti gerçekleştirir, kanın boşa gitmesine engel olur. Mağdurlar ve mazlumlar ödenecek diyet miktarıyla acılarının hafifletilmesine sebep olurlar. Aynı zamanda diyet, can güvenliğini korumak için caydırıcı bir etken de olmaktadır.