Elinde erguvanlarla gelmişti
Gül yüzüyle, gülen yüzüyle bahar.
Derelerin çağıltısı,
Kuşların senfonisi...
Ve yeşilden kırmızıya
Renklerin armonisi...
Bulutlar da güzeldi,
Mavi gökyüzü de...
Hüznün ömrü bir şimşek çakımı kadardı.
Tat veriyordu batan güneş bile
Adı üstünde bahardı.
Sonra kuşların çoğalma mevsimi...
Hür suların şelale oluşu...
Isınan havalarla
Elmanın kızarması,
Kayısının ermesi...
Kavak yellerinin susması,
Uçuşan heveslerin
Kalbi görmesi...
Aşkların olgunlaşması,
El tutuşan iki insanın
Bir kapıdan girmesi...
Sıcacık çayla kaynayan muhabbet,
Ve tabi bülbüllerin tatlı nağmesi...
Karıncanın çalışkanlığı,
Gülün gonca vermesi...
Güzelliğin doruğa çıktığı
Bülbülü şâd eden bağlar.
Eski zamanları çağrıştıran
Eski hatıraları yâd eden bağlar.
Yeni bir resim çizer eski ressam:
Sıcak bir bakışma,
Şamdanda akşamdan sönmüş bir mum,
Vazoda sabahın taze çiçekleri...
Kulakların adresinde
Kelebek kanatlarının taşıdığı çocuk sesleri...
Yeniden diriltir,
Yeniden coşturur hisleri.
Son nefesine kadar her haz yaşanır.
Bu tatlı manzara
Her bahar canlanır
Her yaz yaşanır.
Gel gör ki masal bitiyor
Üstünü değiştiriyor zaman.
Ve giderek lezzeti azalan,
Büyüsü bozulan hayat...
İşte gün be gün eriyor ağustos.
Bir mumun kendini eritmesi gibi
Ağustosun sıcağı da kendini eritiyor.
Sararması başlıyor yaprakların
Bir bulut, bir gölge yetiyor
Gözlerin dolmasına.
Her düşen gazelle
Bir kuş eksiliyor gökyüzünden.
Şakısa da bülbüller,
Israr etse de çamlar yeşilde,
Göçmen kuşlarda haz bitiyor.
Hazan yoluna girerken rûzigâr
Şairlerde söz bitiyor.
Oysa canan hala ihtiraslı
Ne işve bitiyor onda ne naz bitiyor.
Aldanma ağustosun sıcağına.
Güneşim soğumakta benim
Bak işte yaz bitiyor
Evet, yaz bitiyor.
Rüzgârın dudağında tatlı bir ıslık,
Yaşanmış güzel şeylerin anıları.
Bir iç huzuruyla yeşilleri soyunmakta
Bir iç huzuruyla çağırıyor sarıları.
Bense biten yazın eteklerinde,
Erken düşen bir sarı yaprak misali
Öylece kalakaldım.
Ne giden kuşlara el sallayabildim
Ne gelen mevsime kapımı açabildim.
Anlattığım doğanın yazıydı.
Benim yazım kısır...
Vuslatım ölü doğdu
Hasretimse bin asır...
Aşkımın başaklarını yağmur beslemedi.
Kurak kaldı kucağım.
Gönül tahtımda otursa da
Yâr yuvamı süslemedi.
Gölgesinde kaldım
Kayısın da elmanın da.
Ve zehrini tattım
Arkada kalmanın da.
Ne ağustosun sıcağı yakar,
Ne de zemherinin soğuğu serinletir
Yanmakta olan şu gönlümü.
Mutluluğun hayaline karşılık
Bir çift siyah göze verdim ömrümü
Bir ışık hızıyla aktı hayat.
Ne kaderin şivesini çözebildim
Ne de sevdanın dilinden anlayabildim.
Vuslatı tutuşturan olmadı elime.
Kendi hazinemin kapısında dilenci kaldım.
Aşkı sezaryenle aldım hayatın karnından
Sevince, neş'eye özlemci kaldım.
Seyrettim zamanın akışını
Yılların kuytusunda gözlemci kaldım.