1994’te Belediye seçimleri yapıldığı sırada İstanbul’un Anadolu yakasındaki bir özel okulda çalışıyordum. Öğrencilerle Ramazan’da doğum günü kutlayacak kadar çağdaş (!) bir öğretmen arkadaşımız gazeteden seçim sonuçlarını okudu ve şöyle söyledi: “En azından Kadıköy’ü kurtarmışız!”
Bir kurtarma operasyonu da 27 Nisan 2007’de Çankaya için yapıldı. Genelkurmay başkanlığının web sayfasında yayınladığı bildiri ile (Bu bildiri yayınlandığında bildirinin üzerine sağ tuşu tıklayıp kaynağını görüntülediğinizde İlker Başbuğ adını görebiliyordunuz ama bu dikkatsizlik (!) düzeltilmiş.) TBMM’nin Türkiye halkını temsil hakkı tartışılır hale getirildi. Böylece halkın iradesi yok sayılarak Cumhurbaşkanlığı köşkü kurtarılmış (!) oldu.
Bildiriden birkaç gün sonra da bu sefer, CHP’nin “cumhurbaşkanı seçebilmesi için 367 milletvekilinin mecliste hazır bulunması gerektiği” talebinde bulunarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasıyla yasal anlamda bir kurtarıcılık girişimi daha yaşadık. Şu anda elimizde sürekli Türkiye halkını kurtarmaya (!) çalışan kurumları olan şöyle bir Cumhuriyet mevcut: Askerler, muhalefet ve yargıçlar Cumhuriyeti.
Şimdi ne olacak?
Başbakan Erdoğan, mümkün olan en yakın zaman olan 24 Haziran ya da 1 Temmuz 2007’de hemen erken seçime gidileceğini açıkladı. Yani halk iradesinin eskisine nispetle büyük oranda TBMM ve Çankaya’da sergilenebileceği bir cumhuriyet geliyor. Halk önümüzdeki erken seçimlerde şu konuda karar verecek: Ya “Muhtıralı ve darbeli cumhuriyete devam!” diyecek ya da kendi iradesinin hâkim olduğu “yeni bir Cumhuriyet” talebinde bulunacak. Sandık önümüze geliyor. Genelkurmay başkanlığı sayfasında yayınlanan bildiri, ABDullah, 367 şartı gibi saygısızlıkların hesabı sandıkta sorulacak.
16 Mayıs’ta Sezer’in görev süresi doluyor. Ülke büyük ihtimalle 17 Mayıs’tan itibaren seçim sürecine girecek ve bu dönemde cumhurbaşkanı olmadığı için cumhurbaşkanlığını tabii olarak Bülent Arınç üstlenecek. Yine “İstemezük!” çığlıkları yükselecek. Hukuk dışı çağrılar belki de yinelenecek. Zira bir süre için de olsa Abdullah Gül’e razı olmayanlar daha İslâmcı bulunan Bülent Arınç’a razı olmak zorunda kalacaklar. Tabi hemen olaya hukukî (!) bir çözüm bulunacak ve Bülent Arınç’ın “Aslı varken vekâlete gerek yoktur.” itirazıyla köşke çıkması engellenip, “devlet adamı ciddiyeti ile çalışan” (!) Sezer Çankaya’da “mesai saatleri içinde görev yapmaya” devam edecek. Ama bu çirkin senaryo gerçekleşirse en fazla sandık önümüze gelene kadar sürecek sonra “yeni bir Cumhuriyet”.
1982’de kabul edilen 12 Eylül anayasası hükmünü yitirecek. Artık darbecilerin yargılanabileceği bir düzene kavuşacağız. Zira darbeciler “silah zoruyla hükümete müdahale” hakları oldukları iddiasında bulunamayacakları için ne onlar ne de onların “tanıdıkları iyi çocuklar” artık “kahraman” olarak kabul edilecek. Bu tür fiiller işleyenler yargılanacak. Girişimlerine “manevî aslî iştirak” gösteren sivil görünümlü kişi veya grupların da hukuki yollardan ifadesi alınacak.
Genelkurmay başkanlığının internet sayfasında yayınlanan bildiriye ne ABD’den ne de AB’den destek gelmesi yeni Cumhuriyet’te “milli”lik kavramının da sorgulanmasına neden olacak.
2 turlu seçim ile cumhurbaşkanını halk seçecek. Cumhurbaşkanı kendisini salt 3-5 resmi kurumun desteğine muhtaç hissetmeyecek. Ardındaki halk desteği insan hakları ve özgürlükler konusunda daha rahat karar vermesine yarayacak. Özgürlüğü halka rağmen değil, halkın yanında olmakla eş değer görecek. Halkın nabzını tutacak. Yerel yönetimleri güçlendirecek, devletin üstlendiği birtakım sorumlulukları vakıflar ve derneklere bırakacak. Yalınayaklılar yönetimde daha fazla söz sahibi olacak.
Madem inancımız “ye’si tekfir ediyor”, geleceğe umutla biz bakmayacağız da muhtıra ve darbe ehli mi bakacak?