Batılılar, Osmanlı'nın duraklaması ile ilk zamanlar Avrupa merkezli, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise ABD merkezli olarak sürdürülen siyasi, iktisadi ve askeri yön verici öncülüklerini kaybetmemek için dünya ülkelerini kontrolü altında tutacak sebepleri üretmekten hiçbir zaman geri kalmamıştır.
Bu minvalde ABD yönetiminin başını çektiği anlayış, yakın zamana kadar tehdit unsuru olarak gördüğü Sovyetler Birliği eksenli komünizm tehlikesi bitince, bunun yerine Batı medeniyeti için tehdit olarak görülen İslam'ı ikame ederek, yeni bir düşman kurguladı.
Bu yeni düşman, İslamofobi adı altında kısa zamanda yaygınlaştırıldı ve asrın en büyük global tehlikesi olarak bütün dünyaya kabul ettirilmeye çalışıldı.
Ardından 11 Eylül'de Amerika'daki İkiz Kulelere ve bazı Avrupa ülkelerinin başkentlerine yönelik terör saldırıları, İslam dünyasının kahir ekseriyeti tarafından tasvip edilmemesine rağmen, terör olayları bahanesiyle, hem ABD yönetiminin saldırgan ve mütecaviz politikalarına küresel destek arandı, hem de Müslümanlar hakkında olumsuz bir algı oluşturuldu.
Şimdi Batı’da, terör denilince zihinlere hemen Müslümanlar geliyor.
Batılılar; "Bütün Müslümanlara terörist diyemeyiz belki ama bütün teröristler Müslüman" diyor.
Dolayısıyla Batı dünyasının, İslam dünyasına bakış açısının, tutum ve davranışlarının arka planı tamamen bilgisizlik ve önyargılara dayandığı çok net bir şekilde görülebiliyor.
Batı’da baş gösteren ve her geçen gün yükselen aşırı ırkçılık ve Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük giderek artan bir nefret ve hezeyan nöbetine, kullanılan ayrıştırıcı ve öteleyici dil de, giderek Batı'nın ortak bir diline dönüşüyor.
Artık İslam dünyasının gelişmeleri bir beka meselesi olarak görmesi gerekir...
Batı dünyasında gelişmiş olan kirli ve bozuk zihniyet, İslam dünyasının içinde bulunduğu karmaşıklık ve kaos ortamını fırsat bilerek, 21'inci yüzyılı bir hesaplaşma yüzyılı olarak görüyor. Bu bağlamda 1000 yıllık hesaplar şimdi yeniden karıştırılıyor...
Bu zihniyet, hedeflerinin başına Türkiye Cumhuriyeti'ni ve topraklarını da koyuyor.
Hatta Türklerin, İstanbul ve Anadolu’dan çıkarılıp Asya steplerine kadar sürülmesini istiyor.
Fakat hakikat ne Batı'nın görmek istediği, ne de dünyaya göstermek istediği gibi değildir...
Batı dünyası, İslâm dünyasına göre mukayese edilemeyecek düzeyde şiddet yanlısıdır. Sömürgeciliğin başlangıcından, ABD yönetiminin işgal ettiği Afganistan, Irak ve Suriye gibi Müslüman ülkelerde, yakın zamana kadar öldürülen milyonlarca Müslümanın sayısı bile belli değildir...
19'uncu yüzyıldan günümüze kadar, hammadde kaynaklarını kontrol altına almak maksadıyla sömürgecilerin işgal ettikleri Müslüman topraklarda, benimsetmeye çalıştıkları medeniyet ve getirilen demokrasi anlayışına karşı direnenlere, Amerika'nın yola getirmek için uyguladığı yöntem, Kızılderililere uyguladığı yöntemin farklı bir benzeridir.
İşgal edilen tüm bu ülkelerin hepsi birer birer harabeye dönüştürülmüş, maddi manevi her yönden geri bırakılmış, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri tümden talan edilmiştir.
Oysa Türkler başta olmak üzere tüm diğer Müslümanlar, 1683 tarihli II. Viyana kuşatmasından bu yana tam 336 yıldır hiçbir Batı ülkesine karşı, saldırıda bulunmamışlardır.
Saldırıda bulunanlar her zaman sömürgeci Avrupalı devletler ve ABD yönetimi olmuştur.
Tüm bu tarihi hakikatler karşısında Müslümanları terörle ve şiddetle ilişkilendirmek büyük bir yalan ve gerçekleri örtbas etmek üzere tasarlanmış kara bir propagandadır.
Geçen Cuma günü Yeni Zelanda'da, yasalara bağlı, kimseye kin beslemeyen, masum 50 Müslümanı camide tarayarak, vahşice ve kalleşçe öldüren zihniyet, İslam karşıtlığının ne derece güçlü, nefretin ise ne derece derinlerde olduğunu tüm İslam dünyasına göstermiştir.
Bunun münferit bir hadise olmadığı, böyle katillere ve teröristlere imkan veren, fırsat tanıyan, sempati duyan arızalı bir anlayış ve düşüncenin, Batı dünyasında etkin ve faal olduğu her yönüyle bilinmeli, tedbirler ona göre alınmalıdır.
Yeni Zelanda'da meydana gelen vahşetin arka planı okumasının iyi yapılması zaruridir.
Bosna-Hersek'ten Afganistan'a, kuzeyden güneye kadar uzanan çevreleme ve işgal politikalarının, İslam'ı küresel ölçekte, Türkiye'yi bölgesel düzeyde çembere alma ve zayıflatma politikaları olduğu herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır!
Asıl hedefin, İslam'ın son kalesi olan Türkiye Cumhuriyeti olduğu asla gözardı edilmemeli, bu hususta kesinlikle yanılgıya düşülmemelidir.