Türkiye hızla 16 Nisan’da yapılacak referanduma doğru yol alıyor. Bu hafta sonu itibariyle 3 hafta sonra, TC tarihinin en önemli sistem değişikliğine sahne olacak olan halk oylaması için sandık başına gideceğiz.
Daha önce yapılan referandum ile, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesine yeşil ışık yakan Türk halkı bu defa Cumhurbaşkanı’nın partili olmasına ve Başbakan’ın da yetkilerini üstlenmesine yani Başkan olmasına karar verecek.
Zaten Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi ile Türkiye’de fiilen Başkanlık sistemine geçilmişti. Bu defa bu fiiliyat resmiyet kazanmış olacak. Tabii milletimiz onay verirse…
16 Nisan’da oylanacak olan 18 maddenin temelini teşkil eden madde budur. Yani Başkanlık sistemine geçiş… Adına her ne kadar Cumhurbaşkanlığı sistemi denmişse de, bu sistem Başkanlık sistemidir.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın yetkilerini tek elde toplayan sistem… Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın ayrı tellerden çalmasını önleyen sistem… Cumhurbaşkanı’nın cuntacılarla veya vesayetçilerle bir olup halkın seçtiği Başbakan’ın görevini sona erdiren veya etkisiz hale getiren sistemi yerle bir eden sistem…
16 Nisan’da oylanacak temel madde budur. Diğer maddeler teferruattır.
O zaman neye karar vereceğiz? Yeni 28 Şubatların bir daha yaşanmasını istiyor muyuz, istemiyor muyuz? İşte karar vereceğimiz temel konu budur.
28 Şubat’ta neler olmuştu kısaca bir hatırlayalım.
Maneviyatımıza büyük darbe indirecek kararlar ihtiva eden MGK kararlarını imzalamadığı için, Başbakan Erbakan’a ve Refah-Yol Hükümetine karşı harekete geçen ve her türlü baskıyı uygulayan cuntacılarla birlikte hareket eden Cumhurbaşkanı Demirel, kısa sürede büyük işler başaran o efsane hükümetin sonunu hazırlamıştı.
Başta Cumhurbaşkanı Demirel olmak üzere, bütün medya, yüksek yargı organları, STK’lar, muhalefet partileri ve ne kadar resmi kurum ve kuruluş varsa tamamı askeri cuntanın yanında yer almış, RP’nin ortağı olan DYP’den tehdit, şantaj ve maddi imkânların seferber edilmesi ile 43 milletvekili istifa ettirilerek, hükümetin meclisteki çoğunluğu yok edilmiştir. İstifa eden milletvekillerinin Demirel’in yakın adamları olması da ayrıca düşündürücüdür.
28 Şubat’tan yıllar sonra, “Genelkurmay Harekât Başkanlığı Psikolojik Harekât Dairesi Faaliyetleri” başlıklı bir belge ortaya çıktı. Belgeye göre "DYP milletvekillerinin istifa ettirilerek Refah-Yol hükümetinin düşürülmesi en önemli faaliyet" olarak gösteriliyor ve "Söz konusu dairemiz, Doğru Yol Partili milletvekillerinin partilerinden istifa etmesini ve Refah-Yol hükümetinin düşürülmesini sağladı.” Deniyordu.
Böylece Başbakan Erbakan istifa etmek zorunda bırakılmış, yerine Cumhurbaşkanı Demirel’in görevlendirmesi ile, cuntacıların emrindeki ANASOL-D hükümeti kurdurulmuştur.
Peki yeni sistemde 28 Şubatlar yaşanır mı?
Şimdi de buna bakalım.
Bir kere Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde, hükümetler Meclis içinden çıkmayacak ve Mecliste güven oylaması yapılmayacaktır. Yani hükümetlerin kurulması ve yaşaması için Meclis çoğunluğu diye bir şart söz konusu değildir.
Hükümeti halkın seçeceği Cumhurbaşkanı oluşturacak, bakanları O atayacak ve değiştirebilecektir. Böyle olunca, Meclisteki milletvekilleri istedikleri kadar parti değiştirsinler, istifa edip yeni partiler kursunlar, bu gelişmelerin hiç biri hükümeti etkilemeyecek ve hükümetin yapısında değişiklik yapamayacaktır.
Bu şartlarda hükümetin başı olan yeni sistemdeki Cumhurbaşkanı’nın ve kurduğu hükümetin, Parlamento yapısındaki değişikliklerden zerre kadar etkilenmesi mümkün değildir. Cuntacılar, milletvekillerine istedikleri kadar baskı, tehdit, şantaj yapsınlar, istedikleri kadar maddi imkân seferber etsinler artık hükümeti düşüremeyeceklerdir.
Bu da şu demektir ki, cuntacıların, yeni sistemde 28 Şubat Post Modern Darbeleri oluşturma imkânları ortadan kalkacaktır. Bir kısım cuntacılar, hükümete müdahale etme cüretini gösterseler bile, onların tasfiyeleri de yeni sistemde kolaylaşacaktır.
28 Şubat döneminde Başbakan Erbakan’a küfreden ve Genelkurmay’da omuz vuran bazı cuntacı paşaların görevden alınmasına da yine Cumhurbaşkanı Demirel şiddetle karşı çıkmış ve onları korumuştu.
Artık bunlar bir daha yaşanmayacak ve bu girişimler tarihe karışacaktır İnşaAllah…
“EVET ÇIKARSA AB ÜYELİĞİNİ UNUTUN”
Son haftalarda Almanya, Hollanda ve Avusturya’nın başını çektiği Avrupa ülkeleri, Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum içine girmişlerdir.
PKK’nın, FETÖ’nün ve her türlü terör örgütlerinin gösteri, miting, yürüyüş gibi eylemlerine destek ve izin veren bu ülkeler, TC Başbakan’ının ve Bakanların Türk Konsoloslarındaki konuşmalarına dahi izin vermemektedirler.
Bu ülkeler daha da ileriye giderek şunu söylemişlerdir: “Şayet referandumdan “Evet” çıkarsa AB üyeliğini unutun.” Bu açıklama açıkça Türkiye’nin içişlerine müdahale anlamına gelmektedir.
Daha önce taşeronlar kullanarak, perde gerisinden Türkiye’yi zayıflatmak için ellerinden gelen her türlü gayreti gösteren bu ülkeler şimdi meydana çıkmışlar, açıkça Türkiye düşmanlığı yapmaktan ve içişlerimize karışmaktan çekinmiyorlar.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, onlara anladıkları dilden gereken cevapları veriyor ama gün geçtikçe daha da azgınlaşıyorlar.
Daha önceki yıllarda, bizim yöneticilerimize istedikleri her şeyi yaptırmaya alışmış olanlar, şimdi karşılarında kaya gibi dik bir Cumhurbaşkanı görünce ve de bu Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık yetkileri ile donatılması halinde neler olabileceğini düşününce adeta çıldırıyorlar.
Bu arada şu hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Saadet Partisi’nin, Türkiye’nin, AB üyeliğine şiddetle karşı olduğunu hepimiz biliyoruz. AB ülkeleri de, “Evet çıkarsa AB üyeliğini unutun” diyorlar. Yani, referandumda Evet çıkarsa Türkiye AB’ye üye olamayacak. O zaman Türkiye’nin AB yolundan geri dönmesi için Saadet Partisi’nin Evet demesi gerekmez mi? Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.