İsterseniz bir gece baskınıyla devrim yapmış olun, yine de sizin devrim sürecinizin oturması uzun bir süre alacaktır. 1908 yılında başlayıp Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi ile sonuçlanan süreç, 1922 yılına kadar şu veya bu şekliyle devam etmiştir. Devrimin oturması bile neredeyse kırk yılı almıştır. Kimi devrimler devrim sürecinde kan akıtırken 1908 devrimini planlayıp uygulayanlar, devrim sonrası dönemde kan akıtmışlardır. Her devrim yeni bir devrime gebe yaşar ve doğumun süreci o devrimin ne kadar adil yürüdüğüyle birebir ilgilidir. Eğer devrim sonrası adil bir yönetim kurmuş, tüm kesimleri mutlu etmiş iseniz, devriminiz hangi ideolojiye mensup olura olsun uzun soluklu olacaktır.
Meseleye, Türkiye Cumhuriyetini doğuran 1908 devrimi cephesinden baktığımız zaman, tüm kesimlerin tüm zamanlarda mağdur edildiğini ve mütemadiyen halkıyla çatışan bir devlete dönüştüğünü söyleyerek başlayabiliriz. Bu ülkede devletle milletin çatışması, devletin kurgulanma biçimindeki arızalardan dolayı yüzyıldır devam etmektedir. İster etnisite isterse dini aidiyetler açısından bakalım tüm kesimler mutsuz tüm kesimler taleplerinin cevaplandırılmadığından şikâyetçidir. Hal böyle olunca derinden ve için için bir kaynama kaçınılmaz olmuştur. Tam otuz yıldır devam eden ve adını bile son döneme kadar koymaktan aciz kaldığımız Kürt sorununun üç yılda çözüm çizgisine yaklaşmasında devlete ait bu arızalı dilin değişmesinin büyük payı vardır.
Tabiî ki Kürtlerin de, Türklerin de, Alevilerin de, Sünnilerin de, yaşamaktan yorulduğu bir ülkede değişim kaçınılmazdı. Kendi halkıyla kavga eden bir devletin bu akılla daha uzun gitmesi düşünülemezdi. Bu sebepledir ki; insanlar değişimi vadeden ve bu konuda bir irade ortaya koyan kadrolara evet dedi. Bu kitlenin çok küçük bir kısmı ideolojik sebeplere bağlı bir tercih ortaya koymuş olabilir. Alanları dolduran bu kalabalıklar bu kadroların dindarlığını seviyordur ama tamamının bu dindarlığa oy vermediğini biliyoruz. O anlamda kurulacak yeni Türkiye’nin tüm bu sosyolojiyi hesap eden, mağduriyet oluşturmayan hakları garanti altına alan, garanti altına aldığı hakların bir başkasının mağduriyetine sebep vermeyecek şekilde konumlanmasını sağlayan bir yapısı olmalıdır.
Bahse konu yeni dönemin nasıl bir kurumsal yönetimle şekilleneceği, bu şekillenmenin ne kadar yönetilenle ilintili olacağı konusu belki teknik bir konudur. Ama bu teknik konu kaçınılmaz olarak öze dönük bir muhtevaya evrilmekte ve halkın devletiyle ilişkisinde geliştireceği dili tayin etmektedir. Bu gün coğrafyamız bir ateş topuna dönmüşse en önemli sebep, bu dilin kodlarında aranmalıdır. Bu dil, yüz yıldır bu cumhuriyette yaşayanları nasıl mağdur etmişse aynı şekilde müktesebatına ihanet ettiği coğrafyaya da aynı zulmü yapmıştır.
Yeni Türkiye’nin yeni bir dil geliştireceğinden hiç şüphem yok. O dilin kalitesi, katkı sağlayanların derinliğiyle çok alakalı. O sebeple bu dilin geliştirilmesi sürecinde mümkün olan en geniş katılımın sağlanması şarttır. Ötekileştirme, yok sayma ve çözüm üretmeme sorunun çözümü anlamına gelmemektedir. Ben de Türkiye’de, salon toplantılarıyla geçiştirilmiş, katılımın yönetene güvenden ve yönetme kalitesinden dolayı çok az olduğu seçimler görmek istiyorum. İnsanların politik olmaktan uzaklaşarak daha derinlikli ve daha uzun soluklu konulara ilgi gösterdiği bir ülke hepimiz için iyi bir ülkedir. Herkesin işini yaptığı, yapmadığı için cezalandırıldığı, sahip olduğu kisve ve oluşturduğu yakınlıkların kendisini kurtaramadığı bir Türkiye sizce de iyi olmaz mı?