Yıllar önce K.Maraş’ta kendime bir dergi ararken ve boş boş bakarken kitapçılarda dergi raflarına, Seha Kitabevi daha Belman Sitesi’nin içinden taşınmamışken ve caddeye çıktıktan sonra kapanmamışken, o sitenin içinde, berberin vitrini önünde duran kitapçının dergi standından aldığım bir derginin içindeki şairle yolumun bir şekilde kesişeceğini bilemezdim.
Dergideki, Şehrengiz, yazılarıyla ve akılda kalan ismiyle dikkatimi çekmişti. Kimdi, neydi, ne yer ne içer, ne düşünürdü hiç bilmiyordum. İnternet ve iletişim araçları şimdiki kadar yaygın, ben de okuduğum kitapların yazarlarıyla iletişim kuracak kadar cesur değildim o zamanlar. Hala da sayılmam ya neyse. Niğde’de misafir olarak kaldığım bir öğrenci evindeki kitap, dergi, okumak, hayatın anlamı, edebiyat üzerine başlayan ve gecenin epey geç saatlerine -sabah mı demeli yoksa?- kadar süren sohbette ikinci kez karşıma çıkmıştı bu isim.
Konya’da karşılaşma
Devamında Atlılar dergisinin Konya buluşmasında bu isimle yüz yüze gelme, tanışma zamanının geldiği takdir edilmişti demek. İki bin ya da iki bin bir yılıydı sanırım. O’nu karşılamak için otogara gitmiş, ilk defa orada karşılaşmış, tanışmıştım.
Konya’ya gelecek ekibin diğerlerini beklerken ben O’na şöyle bir şehir rehberliği yapma görevini üstüme almıştım. Mevlana Türbesi, Şems-i Tebrizi, Alaaddin Tepesi vd. derken o zaman öğrendiğim ya da duyduğum bilgileri anlatıyor, aktarıyordum.
Şehir turu ve sessizlik
Karşımdaki adam sessiz, bana göre hele oldukça sessizdi. Genelde sesini yutmuş gibi duran ve zaten sessiz olan ben onun sessizliğindeki boşluğu doldurmak için çok konuşma gereği hissedip sanki hiç susmuyordum. Dinliyor, gülümsüyor, az cevap veriyor, az soru soruyordu. Sesi içe dönüktü. Sır katibi olabilirdi. Daha çok gözlemciydi. Konuşmalarımla acaba onu sıkıyor, zaten bildiği şeyleri ona tekrar anlatıyorum da o da edebinden mi susuyor diye düşünmüştüm bir ara. Sonra anlamıştım ki yo, hayır. Öyle değil. Mizacında bir suskunluk vardı. Kuleli Askeri Lisesini ve Ankara Siyasal’ı bitirmesinin bu suskun, ağır, durgun görünüşünde etkisi ne ölçüde var bilemiyorum. Bildiniz, bu “Suskun Görünen Adam” Hakan Şarkdemir’di. Atlılar Dergisinin o toplantısında kimler vardı başka? Yanlış hatırlamıyorsam Hakan Şarkdemir, Osman Özbahçe ve Hakan Arslanbenzer vardı. Bir diğer suskun adamı, İbrahim Demirci’yi de daha yakından tanımaya başlayışım o toplantıya denk gelmişti. Murat Güzel’i daha önceden tanıyordum zaten kitapçılarda(n).
Yıllar sonra
Aradan yıllar geçti., Ankara ekibi, Özbahçe, Şarkdemir ve Karakaş İsmet Özel’in toplantısı için Konya’ya gelmişlerdi. Aradan geçen zaman içinde o sessiz adam değişmemiş, görünümünde bir sessizlik, dinginlik, düşünceli hal devam ederken birebir sohbetlerde daha şen, konuşkan olmuştu ya da zaten öyleydi de ben yeni fark etmiştim. Özellikle konu şiir olduğunda başka bir modda konuşuyordu. Tanıdıkça, okudukça daha iyi anlamaya başladım. Şarkdemir’i belki pek çokları gibi daha çok kitaplarından tanıdım, gördüğüm ve duyduğumla sevdim. Sevilesi, saygı duyulası bir adam.
Yerçekimi bilgisi
“Aşk yoksa aslı yoktur hiçbir şeyin”
Son dönemde okuduğum şiir kitapları içerisinde okurken altındaki boş yerlere, kenarlarına en fazla not aldığım, yazı yazdığım kitaplardan birisi benim için Hakan Şarkdemir’in “Yerçekimi Bilgisi” kitabı. Kitap Ebabil Yayınlarından çıkmıştı. Önceki kitapları “Batık Değirmenler” ve “Tadat” kitaplarına göre daha insanı saran, insana dokunan bir ses, duygu ve düşünce ile karşılaştım. O suskun adamın kendi iç dünyasından dışa pek yansıtmadığı duygu patlamaları gibi algıladım, o tadla okudum kitabı. Hassas bir yüreğin sezgisiyle görüyor Şarkdemir ve oradan bize şiir olarak yansıyor bu sıcaklık, duygu ve akrabalık. Şi(h)irli bir ecza, bir dokunuş var kelimelerde. Buraya ait değilmiş gibi bakıp reddediyor ama nefret yok. Yılgınlık ya da yenilgi de hissedilmiyor şiirde. Olması gerekenin bilgisine sahip bir eda ile yazıyor şiiri. Yerçekimi bilgisinde yüksek bir ses, bir çığlık yok. Derinden gelen bir yadsıma, dünyalar arasına ağırdan kalın bir çizgi çekme var sanki. Nefret, iğrenme ya da toptan yok etme değil de sanki inşa edici bir yıkış var şiirde.
“Aşk yoksa tutunduğun şeyler yalan.” Evet, doğru.
Batık Değirmenler ve Tadat
Kitaplarında bu suskunluğun yine iç dünyada yeşertilen, düşünülen, hayal edilen imgelerin daha gür ve karşıdakini susturmak, yıldırmak, bastırmak isteyen bir eda, ses ve ritm ile , şiirin bütün teknik ve kurgusal imkanlarını yoklayarak, belki bu yüzden bence kimi zaman kuruluğa düşerek, benim gibi üstünkörünün biraz üstünde bir “şiir-okuru”nun hakkında yazma konusunda geri durmasını sağlayacak bir teknik, teorik bilgi birikimini hissettiren kitaplardı.
Kahramanın Dönüşü
Bu hislerimde yanılmadığımı ise Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödül alan “Kahramanın Dönüşü” kitabı ispatlamış oldu. Şiir üzerine düşünmenin teorik planda ne kadar derinlikli ve emek, zaman, bilgi, birikim isteyen bir iş olduğunun ciddiyetini gösterecek ağırlıkta bir kitaptı bu. Cehaletimiz ortaya çıkmasın diye pek üzerinde durmadığımız, bazen pas geçilen bir eser bu. Önemini ve ağırlığını her dönem koruyacak bir kitap olarak görüyorum ben. Osman Özbahçe’nin “Şiir Eleştirme Kılavuzu” adını taktığım “Sağlam Şiir” kitabı ile birlikte ya da ayrı ayrı okunduğunda dergilerdeki şiirimsileri anlama, anlamama, küçümseme ya da es geçme, şiir adına yapılan komiklikleri görme ya da gülme bağlamında bir yol haritası çizecektir okuyana Kahramanın Dönüşü.
Hakan Şarkdemir’in teknolojik terimleri şiirlerinin içinde ve başlığında kullanan, hayat içinde fark etmediğimiz aygıtların şair bakışıyla nasıl yorumlanabileceğine dair kimi mısraları da benim çok ilgimi çeker. Karagöz’de yayınlanan “oku, sen bir barkod tabancası değilsin!” mısraı aklıma ilk gelendir mesela… Track, anti-track gibi başlıklar bir başka misaldir…
Şarko
…
“Şarko sevmiyor sinemaları
Dışarı pek çıkmıyor evden
Fakat çıkarsa güpegündüz
Kayboluyor günün sonuna doğru
Ve dönerse yalnız
Geç vakitler dönüyor.
Bi’de eve arkadaş getirmese,
Ya rubai söylüyorlar ya mersiye
Şükür ki komşular hiç bilmiyor.”
…
“Şarko, dilinde hep aynı şarkı”
Savunma
Son olarak her biri ayrı ayrı değerlendirmeyi hak eden Hakan Şarkdemir’in eserlerini böyle toptan bir bakış ile geçiştirmek şaire ve emeğine biraz saygısızlık gibi algılanabilirse de biz eserleri işaret eden bir yön tabelası görevi yüklendiğimizi söyleyerek kendimizi savunalım şimdiden…