"Yerel siyaset arı kovanı gibi"

Konya Aydınlar Ocağı Başkanı ve Yayın Danışmanımız Mustafa Güçlü'ye bu kez biz konuk olduk. Güçlü, belediye çalışmalarından yerel siyasete, sivil toplum örgütlerinden kültürel faaliyetlere düşündüklerini ve projelerini gazetemize anlattı.

Sille'ye giderken Kombassan villalarından sağa dönünce yukarıda şehre hakim bir tepe var. Mustafa Güçlü burada oturuyor. Kendisiyle gecenin ilerleyen saatlerine rağmen, uzunca bir sohbet yaptık. Kültür-sanat ve spor adamı Güçlü ile belediyelerden siyasete, müzikten mesleğine kadar bir çok şeyi konuşma imkanı bulduk. Sorulara açık ve anlaşılır cevap verdi.
Şu anda Yazarlar Birliği'nden başka bir de Güçlü'nün başkanlığını yaptığı Konya Aydınlar Ocağı aralıksız bir biçimde kültürel faaliyetler yapıyor. Haftalık periyotlarla içeriği dolu programlar yapılıyor. Kendisi doktor olmasına rağmen, sanat ve siyasette de söyleyecek sözü olan bir kişilik Mustafa Güçlü. O, aynı zamanda gazetemizin Yayın Danışmanı. İşte "güçlü" sözler:

-Siz bize 'Hoş geldiniz'dediniz, biz de size 'Memleket Söyleşileri'ne hoş geldiniz diyerek başlayalım. Bugüne kadar bir çok sosyal faaliyette hep en önde yer aldınız. İsterseniz hepsinden önce 'Mustafa Güçlü kimdir?', bunu öğrenelim.

-İnsanın kendisini anlatması kadar zor ne olabilir? Ben 1955 Sarayönü-Kuyulusebil doğumluyum. 19 Mayıs İlkokulu, Karma Ortaokulu, İstanbul Kabataş Lisesi ve 1979 İstanbul Tıp Fakültesi mezunuyum. Askerlik sonrası 82-87 yılları arasında Konya Tıp Fakültesi'nde ihtisas yaptım. Tıp Fakültesi'nde 5 yıl, SSK Hastanesi'nde 6 yıl, yaklaşık 10 yıl Belediye Hastanesi'nde ve 2 yıl da Selçuklu Hastanesi'nde çalıştım. Bir yıldır da Numune Hastanesi'nde Başhekim Yardımcısı olarak görev yapıyorum. Sağlık Bakanlığı'nda hiç çalışmadan emekli olacak bir doktordum, ama Numune'ye geçince bu olmadı.

-Mustafa Bey, sporun içinden geliyorsunuz. Amatör, profesyonel hangi spor dallarıyla ilgilendiniz?

Daha küçük yaşlardan itibaren spora yatkın bir fiziğe sahiptim. Boks, halter, güreş, tekvando ilgilendiğim sporlar oldu. Bunlar arasında en başarılı olduğum spor, güreştir. 1973'te güreşte Türkiye Birinciliği elde ettim. İdeolojik çalışmalara girmeyip de güreşe devam etseydim, iyi bir yere gelirdim.

Müziği sevdiğinizi biz biliyoruz. Herhangi bir enstrüman çalıyor musunuz?
Hayır, sadece dinleyiciyim, icra yok bende.

Hangi müzik türünü seviyorsunuz?
En çok türküleri ve sonra Türk Sanat Musikisi'ni seviyorum. Serap Mutlu Akbulut hayranıyım.

Kültürel çalışmaların her zaman yanında ya da içindesiniz. Doktor olmasaydım da sanatçı olsaydım dediğiniz oldu mu hiç?
Yok olmadı, ama şunu söyleyeyim. Benim gibi yüzlerce ideolojik altyapıya sahip insan yetişeceğine, bir tek sanatçı yetişseydi daha iyi olurdu, daha faydalı olurdu. Bunun gerekliliğini Türk dünyasında, özellikle Azerbaycan'da gördüm. Siz oraya namaz hocaları, Kur'an-ı Kerim'ler, dini bilgiler kitapları götürüyorsunuz, ama kardeş bildiğiniz bu insanlar sizden İbrahim Tatlıses kasetlerini istiyor. Yok dediğinizde de "yanınızda olduğu halde vermediğinizi" düşünüyorlar. İbrahim Tatlıses için ölüyor bu insanlar.

-Güçlü ailesiyle ilgili bir sorumuz var. AK Parti'nin kurulduğu yıllarda ve yerel seçimlerde adınız siyasetle anılır oldu. Fakat uzak kaldığınızı gördük sizin. Neden böyle oldu, neden siyasetin içinde gibi göründünüz?
-Ben siyasetin içinde olmadım hiçbir zaman. Hep memurluk yaptım. İstanbul Vakıf Gureba Hastanesi'nde göreve başladığımdan bu yana memurum. Konyalılar "memuriyet esaret, ticaret cesarettir" derler. Ben esareti tercih ettim. Babadan bir mesleğim olmadığı için tek şansımız vardı, okumak. Okuyup hekim olunca da hemen bir hastaneye gidip doktorluk yapmaktan başka bir çare yoktu. Diğer mesleklerde siyasete atılmak daha kolay oluyor; ama hekimlikte meslek değiştirmek gerçekten çok zordur. 6 yıl okul, arkasından 4 yıl da ihtisas yaptıktan sonra mesleği bırakıp siyaset dahil, başka bir işe kalkışmak kolay değildir. Zoruna gider insanın. Edindiğin bilgiye, harcadığın emeğe acıyorsun. Dolayısıyla emekli oluncaya kadar siyaset aklımın ucundan geçmedi.

-Peki şimdiden sonra emeklilik günlerinde ne yapacaksınız? Siyaset yolu açılabilir mi sizin için?
-Sanmam. Yani ben inanmadığım bir işi yapmam, o işle yaşayamam da. Ben hep sesli düşünmüşümdür. Çünkü bazı düşünceleri paylaşmamanın faturasını çok ağır ödemişimdir. Yanlışsa düzeltin, yanlış değilse devam edin, derim. Bu yüzden siyaset düşünmediğim gibi, inandığım değerler ölçüsünde işler yaptım, bugüne kadar. Sosyo-ekonomik açıdan mesleğimiz tatmin ettiği için başka bir işe heveslenmedim, diyebilirim. Her şeyden önce bu işler nasip işidir. Bunun en tipik misali Sami Güçlü'dür bana göre. Siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, siyasi bir kişiliği de yoktu. Siyasete yatkın bir kişiliği hiç yoktu. Sadece dürüst ve temizdi. Düşünmediği ve hiç ilgi alanına girmediği halde kendisini siyasetin ortasında buldu. Partinin kurucularından oldu, sonra milletvekili ve bakan oldu.

-Siyasetin içinde olduğu halde bir çok insan, bu makama ve mevkiye ulaşamıyor…
-Evet, bir çok insan, teşkilatlarda uzun yıllar hizmet ediyor. Afiş yapıştırmaktan, il başkanlığına kadar her görevde her yerde adı geçiyor; ama milletvekili, bakan olamıyor. İşte Sami Güçlü, bunların hiçbirini yapmadan siyasetin orta yerinde buldu kendisini. Nasip bu işte…

-Nasıl bir meslektir ki bu siyaset, insan hiç beklemediği bir zamanda, tam ortasına düşüyor, bazen tepesine çıkıyor. Çok mu zevkli oluyor bu işi yapmak, bir tarafından yapışan kolay kolay bırakmıyor…
-Siyasetin duayenlerinden rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil'in bir sözü vardı, "Siyasete girilir, ama siyasetten çıkılmaz" diye. Siyasete girenlerde böyle bir hususiyet gelişiyor, ama bizim tarihimizde iyi örnekler de var. Mesela II. Murat siyasette son vaktin geldiğini görmüş ki, her hangi bir sebep yokken oğluna bırakarak yönetimden çekiliyor. Sıkıntı halinde tekrar geliyor, idareye sonra yeniden çekiliyor. Bugün ise durum tamamen farklı. Bir hezimet olmadıkça çekilmek pek mümkün olmuyor, hatta düşünülmüyor bile…

-Siyasetin bugünkünden daha karışık; ama belki daha heyecanlı olduğu dönemleri yaşadınız. Bir çok siyasetçiye mektep olan MTTB'nin de içinde bulundunuz. MTTB ekolünün bugün iktidar olduğunu söyleyebilir miyiz?
-Evet öyledir… Bizim teşkilat terbiyesi ve eğitimi aldığımız yer MTTB'dir. Pek çok dernekte ve kuruluşta, sosyal faaliyette bulunmama ve şu an Aydınlar Ocağı Başkanlığını yürütmeme rağmen, benim asıl kimliğimi aldığım yer MTTB olmuştur. Bu hareket öyle bir harekettir ki, Nurcu, Süleymancı, muhafazakar, hatta ülkücü olmanız MTTB'li olmanıza mani teşkil etmemiştir.

-Soruya gelirsek….
Soruya gelirsek, şu an iktidarda bulunanlar, dediğiniz gibi, MTTB kadrosudur. 1916'dan 1980'e kadar mücadele etmiş, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kalan mirasımızdandır MTTB…
80'de kapatılmasına rağmen, MTTB ruhunun yaşatıldığını söyleyebilir miyiz?
MTTB ruhu sadece iktidarda yaşatılıyor. Başbakan, bazı yardımcıları ve partinin bir çok kurmayı MTTB'lidir.

-Bakan atamalarında insanların MTTB'li olup olmadığına bakıldı mı? -Yok bu düşünülmedi. Bakan atamalarında başka kriterler esas alındı.

-Biraz da yerel siyaseti konuşalım isterseniz. Partiye bağlı siyaseti düşünmediğinizi kabul ederek…
-Boş ver yerel siyaseti… Arı kovanına benziyor… (Gülüşmeler)

-Belediye Başkanı olmayı düşündünüz mü? Adınız geçti diye bir belediye başkanı döneminde sıkıntılı bir dönem geçirmiştiniz.
-Hayır, o sıkıntılı dönem 1989'lara dayanır. Halil Bey belediye başkanı olunca, Sağlık Yurdu (Bugünkü Belediye Hastanesi) belediyeye devredilmişti. 33 doktorun kurduğu Sağlık Yurdu'nda bazı ihtilaflar zuhur edince, bir grup doktor hissesini Ahmet Öksüz döneminde belediyeye devretmiş. Halil Bey, başkan olunca da, yeni bir yapılanmayla hastaneyi biz üstlendik. İlçe belediye başkanlarıyla farklı düşündüğümüzden dolayı anlaşmazlığa düştük. Özkafa, 10 yıl sonra Büyükşehir Belediye Başkanı olunca hastane meselesinde farklı düşündüğümüzden dolayı bizden rövanşı aldı. Beni Belediye Hastanesi'nden uzaklaştırdı.

-Nasıl bir sıkıntıydı bu?
-Hastane yönetiminde mantalite farklılığıydı sıkıntı. Özkafa, 2002'de görevimizi belediye içine çekti. Hastanede çalışamamanın sıkıntısının olduğu bu dönemde AK Parti yeni kurulmuştu. Halil Bey de parti kurucuları arasında olunca biz de belediye başkanlığını bir ara düşünmüştük. Fakat Sami Güçlü, 8 Ağustos'ta Abdullah Gül'ün isteğiyle milletvekilliği için dilekçe verince bize de Sami Güçlü'yü desteklemek düşerdi. Öyle de yaptık.

-Kamuoyunda bu düşüncenize paralel bir görüş var. Sami Güçlü'nün önünüzü kestiği yönünde. O'nun siyasette olması, siyasette size şans vermiyor mu?
-Sami Bey siyasette iken, bizim de böyle bir düşünce içinde olmamız tabii ki şık olmaz.

-Sami Güçlü'nün bakanlığı döneminde sizin de bir hastanenin başhekimliğine ya da daha üst bir göreve getirileceğiniz konuşuldu. Tam olarak ne oldu bu süreçte?
-Sami Bey Bakanlık yapmış olsa da olmasa da, bizim bir yerimiz ve görevimiz vardı. Bir yere gelseydik, kimse "Bu da nereden çıktı?" demeyecekti. Ama bizim siyasi ahlak anlayışımıza uygun olmayan bir durumdu bu. Aileden birisi böyle bir görevde iken benim bir yere atanmamı ahlaki bulmadık. Hatta Konya'yı istemiyorsanız, Ankara'da bir yerlerde görevlendirelim, dediler; ama kabul edemezdim. Yani ben siyasette unu eledim, eleği astım.

-Unu eleyip eleği astınız. Emekli de olacaksınız. Daha sonra bir şey yapmayacak mısınız?
-Onu emekli olduktan sonra düşüneceğim.

-Peki belediye başkanı olsaydınız ne yapardınız?
-İlk işimiz Mevlana Kültür Merkezi'ni tamamlamak olurdu, Tahir Bey'in yaptığı gibi. Elhamdülillah bitti. Konya güzel bir eser kazandı. En başta Konya'nın kimlik problemi var. Kültürel kimliği yok Konya'nın. Konya'ya Konya'nın dinamiklerinden hareketle, şehre ait olan bir kültürel kimlik kazandırılması lazım. Belediye, sivil toplum örgütleriyle el ele vererek yapmalı bunu. Mevlana gibi bir değerimiz var, ama yeterince tanıtamıyoruz. Bunun için farklı etkinlikler yapmak gerekiyor. MKM bünyesinde bir Mevlana Araştırma Enstitüsü acilen kurulmalı. Mevlana'nın tüm eserleri değişik dillere çevrilmeli. Yine burada Mesnevihanların yetiştirildiği bir okul açılmalı. Mevlana gibi, Sadreddin Konevi gibi şahsiyetler üzerine yeni araştırmalar yapılmalı ve bunlar kitaplaştırılmalı. Konya'yı Konya yapan değerlerin başında Konya Fatihi Kutalmışoğlu Süleyman Şah gelir ki, bu isimden bir çoğumuzun haberi yoktur. 1075 Konya Fethi'ni kimse bilmiyor. Anadolu'yu Türk yurdu yapan Süleyman Şah'ın 1075 Konya fethi bir abide ile Konyalı'ya ve ziyaretçilere hatırlatılmalıdır. Abidenin altında kitabe ile tarihi bilgiler verilebilir.

-Olmazsa olmaz gördüğünüz bir projeniz var mı?
Birincisi Olağanüstü Hal Bölge Merkezi yok Konya'da. Peşmergelerin Türkiye'ye gelişi olayında Hakkari'deydim. Erzincan ve Adapazarı depremlerinde bu bölgelerde bulundum. Buralardaki en büyük sıkıntı bir organizasyonun olmayışıydı. İnsanlar ne yapacaklarını bilmiyordu. Halil Bey başkanken kendisinden Konya-Ankara ve Konya-İstanbul yollarının kesiştiği Sadık Ahmet Caddesi'ne bir Olağanüstü Hal Merkezi'nin kurulmasını talep etmiştim. Fakat o kabul etmemişti. Oradaki alanın yarısı otogar yarısı da Olağanüstü Hal Merkezi olacaktı. Çadır, battaniye, ilaç, aklınıza ne geliyorsa buradan temin edilecekti. Diğer bölgelere ulaştırılması da kolay olacaktı. Sonra otogar da başka bir yere kuruldu. Ben bugün de bu projenin çok doğru olduğuna inanıyorum.

-Gençlik, oyun ve eğlence içinde vakit geçiriyor. Onlar için neler yapılmalı?
-80 bin öğrencinin barınma sorununu düşündüğünüz kadar, sanayi ve ticaret kesiminde çalışan gençliği de düşünmelisiniz. Bu gençlik sahipsiz yetişiyor. Sanayi Odası, sanayide çalışan; Ticaret Odası, ticaret kesiminde çalışan için köyden kasabadan gelenleri düşünerek yurtlar açmalıdırlar. Bunlar öğrenci yurtları kadar önemlidir, bence…


'Konya belediyeleri istemeyi bilmiyor'


 


-Tabipler Odası seçimlerine gelelim isterseniz. Orada da etkili bir izsimdiniz. Nasıl kazanıldı seçimler anlatır mısınız?


-Tabipler Odası kurulduğu günden bu yana laik liberal bir çizgiyi takip ediyordu. Ben uzmanlığa başladığımda Oda seçimleriyle karşılaştık. Milliyetçi muhafazakar camiayı topladık, ortak bir liste çıkarmayı önerdik. Ömer Karahan'ın da Yönetim Kurulu Başkanlığına getirilmesiyle iyi bir ekip çalışması yapıldı. Ben aday olarak çıkacaktım ki Ömer Karahan Konya'ya geldi. İçimizden en iyisinin göreve getirilmesini savunduğumuz için ona teklif ettik, o da kabul etti. Ve imkansız gibi görünen bir işi başarmış olduk böylece. Sadece bununla kalmadık, diğer odalarda kıran kırana mücadele edilirken, bizim seçimlerde tam bir dayanışma sergiledik.


-Sosyal bir kişiliğiniz var. Bazen burada bazen dışarıdasınız. Bugüne kadar Türk dünyasına hatta İslam coğrafyasının kanayan bölgelerine zaman zaman yolculuk yaptınız. Ne yaptınız buralarda?


-Tıp Fakültesi'nde ihtisas yaparken Afganistan çok sıcak bir gündemdi, savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bu dramatik tablo bizim yüreğimizi dağlıyordu. Hekim olarak, insan olarak bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Ve bir yardım kampanyası başlatıldı. Bu yardımları yerine ulaştırmak ve hekim olarak görev yapmak üzere bir grup arkadaşla Afganistan'a gittik. 1987'de başlayan faaliyetler sonra da devam etti. Azerbaycan'a 3 kez, Nahçıvan'a 3 kez, Kerkük'e 2 kez, Kırım'a, Bosna'ya 3 kez ve Gürcistan'a, Özbekistan'a 1 kez gittik. Erzincan ve Marmara depremlerinde afet bölgesinde yardım çalışmalarında bulunduk. Son olarak da Srebrenica katliamının yıldönümü programı için Bosna'ya gittik.


-Şimdi Aydınlar Ocağı'nda Başkansınız. Ocak, kaç yıldır, ne tür faaliyetler yapıyor?


-Aydınlar Ocağı 20 yıldır Konya'da faaliyet gösteriyor.


-Kuruluş çalışmalarında bulundunuz mu?


Yok, bulunmadım. O yıllarda fakültede asistanlık yapıyordum ve çok yoğundum. Ancak Aydınlar Ocağı'nın faaliyetlerine sık sık katılıyordum. Burada zamanla ortaya çıkan bazı problemlerin benim başkanlığımla çözüleceği ifade edildiği için ben başkan oldum.


-Aydınlar Ocağı'nın misyonu, ideolojisi nedir? Bir aydın proto-tipi var mıdır?


-Aydınlar Ocağı yerli milli ve İslami bir hassasiyete sahiptir. İddiası şudur: 200 yıldır kendi kulvarından saparak batıya meyletmiş, kurtuluşunu batıda arayan, batıyla entegrasyonda gören anlayışa karşı, bir tavır ortaya koymak. Aydınlar Ocağı, halktan kopuk, halka düşman olan aydını, halkla buluşturmayı hedeflemiştir. Ocak, yüzünü batıya dönmüş aydına kimliğini ve tarihini hatırlatma şuurundan doğdu. Bugün elinden geldiği kadar hizmet veren Aydınlar Ocağı'nın çalışmaları yeterli midir, diye sorarsanız, yeterli değildir tabii. Aslına bakarsanız, Türkiye'de binlerce Konya'da yüzlerce öğretim üyesi varken ben Aydınlar Ocağı'nın başında olmamalıyım. Bana kalmamalı. Sürü geri dönünce, uyuz çebiç başa geçermiş, gibi bir şey bu. Ama öğretim üyeleri hocalar, bu işe talip olmuyorlar. Damgalanmaktan, yönetimle aralarının açılmasından korkuyorlar. Böylece bu işler de bizim gibi cengaverlere kalıyor.


-Aydınlar Ocağı'nı yeni kuşak genç aydınlara bırakır mısınız?


-Tabi her zaman bırakabilirim.


-Bir de Selçuklu Vakfı başkanlığınız oldu ama vakıf bir süre sonra kapandı. Nasıl oldu bu?


-Selçuklu Vakfı'nın sorumluluğunu10 yıl ben yürüttüm. Başkanlığını Ömer Karahan ve Rüstem Aşkın'ın yapmasına rağmen sorumluluğu bendeydi. Başkanlığını da yaptım. Daha sonra Aydınlar Ocağı Başkanlığı'na geçince, arkadaşlarımız vakfın sorumluluğunu üstlensin diye çok uğraştım ama olmadı. Yeni nesil de devralmadı ve teşkilat kapandı. Hatta 1 yıl kadar iki teşkilata da ben başkanlık ettim ama Vakfı kimseye bırakamadım ve kapandı vakıf maalesef.


-Neden böyle oluyor peki bu işler?


-Bu iş gönül işi heyecan işi. İşinden eşinden ferağat edeceksin. Heyecan duyuyorsan oluyor, itelemekle olmuyor. Bizim kuşağın bir zamanlar kimliğiydi bu çalışmalar ama bugün yeni  kuşak adını ne koyuyorsanız koyun, bu işlerden haz duymuyor artık.


-Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Bey'le görüştünüz mü hiç seçimden sonra?


-Tahir Akyürek MTTB'den arkadaşımız. Eskiden beri görüşürdük. RP İL Başkanı olduğu zamanlarda sık sık görüşürdük. Mustafa Özkafa döneminde arkadaşların sıkıntılarını gidersin diye Tahir Bey'e de müracaat etmiştik. Ama o sorunların hiçbiri çözülememişti. Başkan seçildikten sonra ısrarla birkaç kez görüşme talebimiz oldu ancak sadece bir kez zorla ve lütfen görüşmeyi kabul etti. Bu da "Bu defa görüşmezsek bir daha görüşmeyiz" dedikten sonra oldu. Zaman zaman çeşitli faaliyetlerde karşılaşıyoruz o kadar.


-Söz belediyeden açılmışken, Kültür-Sanat çalışmalarıyla da yakından ilgilisiniz, Zafer'de yapılacak yayalaştırma şehir kültürü açısından hayati önem taşıyor. Belediye yöneticilerine ışık tutacak düzenlemeler nasıl yapılabilir?


-Evet, çok güzel bir proje bu. Kız ortaokulu, Atatürk Müzesi bahçesiyle birleştirilerek burası bir kültür merkezine dönüştürülmeli. Gençlerin çay, kahve içtiği bir mekan olmakla birlikte, üst kat odalarında, çeşitli kursların verildiği, musiki derslerinin icra edildiği bir yer olmalı aynı zamanda. 80 bin öğrenci Atatürk Müzesi'ni de içine alan bir kültür merkezinden azami ölçüde faydalanabilir. STK'lar, öğrencilerin yüzde 5'ine ancak ulaşabiliyor. Yüzde 95'lik kesim ise gününü gün ediyor ve mezun olup memleketine dönüyor. Gençlerin tarih şuuru eksik ya da yok denecek kadar az. Mesela Belediye Alaadin Tepesi hazır trafiğe kapalı bir alan iken, İstanbul'daki Miniatürk benzeri, burayı Açıkhava tarih müzesine dönüştürebilir. Burada yeşille iç içe olan gençler, aynı zamanda tarih şuuru kazanabilirler. Konya anıt fakiri bir yerdir. Alaadin Tepesine büyükçe bir semazen abidesi dikilmeli. Konya'nın her tarafı anıt abide olmalı.


-Belediyelerin parası yeter mi sizce?


-Konya'nın zenginlerini harekete geçirirlerse para bulunur. Selçuk Ecza Deposu'nun sahibi Ahmet Keleşoğlu, üniversiteye 16 trilyon verebiliyorsa, ikna ederseniz size de verir. Konya Belediyeleri istemeyi bile bilmiyor. Doğu ve Güneydoğu belediyeleri, il ve bölge müdürlükleri, yardım koparabilmek için talepte bulunuyor ama Konya Belediyeleri mesela Kültür Bakanlığı'ndan hiçbir talepte bulunmuyor. Herkes biliyor ki istemeyene bir şey vermiyorlar.


-Güzel bir söyleşi oldu Mustafa Bey, çok teşekkür ederiz


-Ben teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar…


 


 

Söyleşi: İ. Hakkı BİÇER