'Yetki ve para paylaşılmıyor'

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Dr. Muammer Sönmez'le Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde merkezi idarenin yetki paylaşımını ve paylaşımda ortaya çıkan sıkıntıları konuştuk.

Ülkemiz gelişiyor, artık Ankara her şeye yetişemiyor. Gelişirken zenginleşirken en önemli konulardan birisi de yerelleşmek, yönetimi merkezden taşraya aktarabilmek olarak karşımıza çıkıyor. Tabi bu konuda ülkemizde azımsanmayacak gelişmeler yaşanıyor. İl Genel Meclisleri güçleniyor, karar alıyor, İl Özel İdareleri bu kararları uygulamaya geçirebilme yetkilerini alıyor ve ciddi bir şekilde güçleniyor. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Dr. Muammer Sönmez'le bu konuları konuştuk. Yerelleşme serüvenimiz, merkezileşmenin getirdiği sıkıntılar, Osmanlı ve Türkiye'de yönetim gibi konuları ayrıntılarıyla bulacağınız bu söyleşide ayrıca merak edilen güncel meseleleri biz sorduk Genel Sekreter Dr. Muammer Sönmez'de dobra dobra cevapladı.. İlgiyle okumanız dileğimizle…


Söyleşi: Hamdi Bağcı



Türkiye'de ciddi bir dönüşüm yaşanıyor. Ülkede yerel meclisler gelişiyor, yeni bir yapıya dönülüyor. Vilayetlere Genel Sekreterler atanıyor. Bu dönüşümü bize anlatabilir misiniz?

-Osmanlı'nın güçlü olduğu dönemlerde biliyorsunuz yönetim şekli yerinden yönetimdi. Bu sistemde merkez (İstanbul) olaylara pek fazla müdahil olmuyordu. Yetkileri daha çok vakıflara ve kadılara vermişlerdi. Şuanda bizim özelleştirmeye çalıştığımız çoğu şeyleri kadılar o dönemde özelleştirmişti. Eyaletlerde ve Vilayetlerde hatta küçük yerleşim birimlerinde Kadı hem belediyenin işlerine, hem kaymakamın işlerine hem de adli işlere bakıyordu. Kadılar kendi kurdukları bir sistemle çoğu şeyi, hatta adli olayları bile özel sektör mantığı ile hallediyordu. Bir hizmet almak istiyorsanız karşılığını veriyordunuz ve bundan faydalanıyordunuz. Daha sonraki dönemlerde maaşlı sisteme geçildi ama bundan sonra ciddi sıkıntılar oluşmaya başladı. En önemli sıkıntı ise rüşvet olaylarıydı (Fuzuli o meşhur, selam verdim rüşvet değildir diye almadılar, mısrasını o dönemde yazmıştır).

Daha sonraki yılarda savaşlarında getirdiği ciddi yüklerle vergi toplamada bazı sıkıntılar yaşanmaya başlanıyor. Vergi toplayabilmek için mecburen (Fransa'daki gelişmelerinde doğrultusunda) sistemi değiştiriyorlar. Yerinden yönetim sisteminde vergi toplamada bazı sıkıntılar çekemeye başlıyorlar. Çıkar yol olarak İstanbul'dan defterdarlar atamaya karar veriyorlar. Valileri özellikle bu konu için yetkilendiriyorlar. Onlara: gideceksiniz bizim adımıza vergi toplayacaksınız, diyorlar ve hatta görevlerini daha iyi yapabilmeleri için yanlarına ecnebilerden de temsilci aldırtıyorlar. Hıristiyanlardan, Yahudilerden temsilci alacaksınız ve bir kurul oluşturacaksınız, onlarla birlikte vergileri toplayacaksınız, diyorlar. Bizim vilayetlerde idare kurulları vardır, aslında bu vilayet kurullarının kurulmasının kaynağı işte bu yapıdır. Tabi bizim idare kurulları zamanla değişiyor ve bugünkü halini alıyorlar. İşte bu vergi toplama girişimlerinden sonra devlette bir merkezileşme süreci başlıyor (II.Mahmut'la birlikte). Tanzimat'a (1839) kadar geliniyor. Bu arada Osmanlı'nın İngilizlerle ve Fransızlarla ciddi ilişkileri oluyor (siyasi, ticari ve ekonomik). -O dönemlerde bir Sadrazam geldiği zaman konuşulurmuş, yahu bu İngiliz tarafımı, Fransız tarafımı, diye- Ne yazık ki bu dönemler olmuş.
Biz sistem olarak Fransa'ya daha çok benzeşiyoruz. Fransa 1789 ihtilalinden önce bizdeki gibi derebeylerin hâkim olduğu bir yapıdaymış.

Napolyon geldiğinde, ben bu yapıya bir son vereceğim, bunların hepsinin işini bitireceğim, merkezi bir yapı kuracağım, bütün ipleri elime alacağım, diyor. Bunun için ihtilalden sonra iktidara geldiğinde valiler tayin ediyor. Belediye başkanlarının tayin yetkisini de valilere veriyor. Tanzimat'la birlikte biz Fransa'dan merkezi sistemi de ithal ediyoruz. Devletin de gelire ihtiyacı var, bunlardan dolayı merkeze ciddi bir kayış oluyor. Burada Tanzimat çok önemli, Tanzimat'la birlikte merkezi yapıyı çok güçlendiriyoruz, yerel inisiyatifleri ortadan kaldırıyoruz, kadılığı çok ciddi bir şekilde değiştiriyoruz. Sayıştay sistemi geliyor, Yargıtay sistemi geliyor, belediyelik sistemi geliyor (önceleri belediye başkanları da atanma yoluyla geliyordu). Tabi bunların bir takım sıkıntıları oluyor. Bu insanlar maaşlı memurlar olduğu için, nasıl olsa maaşımız garanti diyor ve işler çok ciddi bir şekilde aksamaya başlıyor, yani çalışmıyorlar.
Biz Osmanlı'nın bu sistemini Cumhuriyet'te de aynen görüyoruz.

Yani Osmanlı'daki sistem aynen devam ediyor. Bu sistemin kayağı Osmanlı öyle mi?

-Evet, bu sistemin kaynağı Osmanlı, sistemi aynen Osmanlıdan alıyoruz. Aslında Cumhuriyetinde bu yapı işine geliyor. Öyle bir savaş ortamı ki; ülkenin nüfusu az, Anadolu baya mahrum kalmış. Doğu var, Batı var, Güneydoğu var, nüfus da az. Ankara'daki hükümetinde gelirlere ihtiyacı var.

Aslında önce 1921 anayasasına âdemi merkeziyetçilik (yerinden yönetim) giriyor. Her ile kendi bölgesini yönetmesi için yetkiler verilecek, deniyor. Tabi uygulamaya geçemeden o anayasa hükümleri rafa kaldırılıyor, 24 anayasasıyla Osmanlının merkezi sistemi aynen alınıyor ve böylece Ankara'nın çok güçlü olduğu bir sisteme kayılıyor. Zamanla bu sistemi reforme edemiyoruz. 12 milyon nüfus varken bunu götürebilirsiniz ama 70 milyonluk bir ülkede her şeyi ben Ankara'dan idare edeceğim dediğiniz zaman tıkanırsınız. Türkiye bugün bunu yaşıyor. (Siyasal Bilgiler fakültelerinin en önemli derslerinden birisi budur; merkezi yetkileri nasıl olur da taşraya devredebiliriz, bu sistemi nasıl reforme edebiliriz?)

Tabi bugüne kadar ciddi bir mesafe alınamıyordu. Bir memur tayinini Ankara karar veriyor, bir yol yapımı dahi Ankara'ya gidiyor. Burada bakıyorsunuz bir grup köy yolu o bölge için çok önemli ama Ankara'dan öyle bir karar geliyor ki şaşırıyorsunuz. O grup köy yolu 30 köye hizmet götürecek, o duruyor bir mezraya yol açılıyor. Neden böyle olduğunu sorduğunuzda ise (orası bizim için çok önemli) yanıtını alıyorsunuz ama tabi sorun da çözülmemiş oluyor. Ben özellikle Güneydoğu'da bunu çok gördüm. Bir adam devreye giriyor ve bir şahsın evine yol açılıyor, diğer yerler mağdur oluyor. Ankara'daki o yolun kıymetini bilmiyor ki.

Artık insanlar her iş için Ankara'ya gitmeyecekler, öyle mi?

-AB'yi de, dünyanın gidişini de değerlendirdiğimiz zaman, demokrasinin bir gereği olarak artık insanlar kendi inisiyatiflerini kendilerinin kullanması gerekiyor. Aslında merkezi sistem şunu diyor: Ben kimseye güvenmiyorum, bu insanlar belli bir seviyeye gelemezler, benim bu insanları gütmem lazım. Ama insanlara kendi kendini yönetme yetkisini verdiğin zaman insanlar riske giriyor, sorumluluk alıyor.

Genel Sekreterlik bu yeni yapılanmada nerede yer alıyor, biraz da bundan bahsedebilir misiniz?

-Ankara'daki bu bürokratik yapı ile insanların bağlarını bir koparmanız lazım. Öyle bir sistem kuracaksınız ki; insanlar bütün işlerini burada halletsinler ve Ankara'ya gitmesinler.
Beş Bakanlık dışındaki bütün Bakanlıkların taşra ile olan bağlarının koparılması gerekiyor. (Bu beş bakanlık; Milli Savunma, İçişleri, Adalet, Çalışma ve Maliye Bakanlığı)
Bu beş bakanlığın taşra teşkilatları duracaktı, diğer bütün bakanlıkların taşradaki tüm birimleri bize bağlanıyor. Biz burada teşkilatımızı kuracağız. Milli eğitim'in, tarımın, sağlığın, kültür turizmin, gençlik sporun aklınıza gelebilecek bütün genel müdürlüklerinin taşradaki hizmetleri Genel Sekreterlik tarafından yürütülecek. Ankara'daki bütün bakanlıkların bütün hizmetleri İl Genel Meclisleri'nin yönlendirmesi ile icracı teşkilatı Genel Sekreterliklerin sorumluluklarında, Valilerin koordinesinde yürütülecek. Ankara'daki sistemin benzeri sistemler illerde kurulacak. İl Genel Meclisi'nin aldığı karaları uygulamaya Genel Sekreterler geçirecek, buradaki koordinasyonu sağlayacak ve icrayı yapacak. Bütçelemeyi, planlamayı, ilin genel kalkınması ile ilgili karaları ilin diğer sorunlarının Ankara'da takip edilmesini sağlayacak makam Genel Sekreterlik makamı olacak.

Genel Sekreteri kim atıyor?

-Önce ilin bir genel kanaati alınıyor. Vali'nin, Belediye Başkanı'nın, İl Genel Meclisi Başkanı'nın, Milletvekillerinin görüşleri soruluyor ve İçişleri Bakanlığı Başbakanlığa öneriyor ve Başbakanlık da atıyor. Tabi bu geçici bir süre böyle olacak. Türkiye'nin bugünkü şartları açısından profesyonel yöneticilere ihtiyacı var. Bu böyle belki yedi sekiz sene, belki on sene sürer sonra seçimle gelinir.

Genel Sekreterlik konusu bizim ülkemizde pek tanınan bir konu değil. Avrupa'da, dünyada bu genel koordinatörler çok önemli. BM Genel Sekreterliği, AB Genel Sekreterliği, NATO Genel Sekreterliği biliyorsunuz çok önemlidir. Bunlar dünyanın modern sisteminde çok önemli olan makamlar. Bu ülkemize yeni giriyor, tabi zamanla alışacak herkes buna.
Genel Sekreterlik özel işletme mantığı ile hareket eden, çok ciddi yetkileri olan, bürokrasiye takılmayan ve her konuda inisiyatif kullanarak, her konuyu çözebilen bir makam aslında.

Siz yapmak istediklerinizi başarıyla hayata geçirebiliyor musunuz? Yönetsel değişime bürokrasi uyum sağlayabiliyor mu?

-Yukarıda dediğim gibi 150-200 yıldır uygulanan sitemi siz değiştirerek yeni uygulamalar getirmeye çalışıyorsunuz. Tamamen piramidi tersine çevirmeye çalışıyorsunuz. Artık yatay bir yapılanmaya geçiliyor. Tabi çok ciddi problemlerle karşı karşıya geliyorsunuz. Şunu da ekleyeyim; Konya'daki İl Encümeninin çok uyumlu çalışması, İl Genel Meclisi Başkanı'nın Beyefendiliği ve kendisini yetiştirmiş olması, İl Genel Meclisi Üyelerinin bu geçişe uyum sağlayabilmeleri, Sayın Valimiz'in çok kıymetli bir insan olmasından dolayı ciddi olabilecek problemleri daha kolay atlatıyoruz. Fransa bu sistemi yirmi yıldır uyguluyor, buna rağmen çok ciddi sıkıntıları var. Biz daha rahat uyum sağlıyoruz ve geçiş daha kolay oluyor.
Milli eğitimin, sağlığın, tarımın, il gençlik sporun bütün ödenekleri bize geliyor. Bu ödenekler bizim İl Özel İdare'nin havuzunda toplanıyor ve bizim yetki vermemiz çerçevesinde bunlar harcanmaya başlanıyor. Gerçi ihalelerini kendileri yapıyor ama en sonunda yine onayı biz veriyoruz. Tabi ilerde Belediyeler gibi tamamen teşkilatlanmamızı bitirerek personel politikasını da biz belirleyeceğiz. (Konya'da belediyeler çok güzel işliyor ve biz istiyoruz ki bu özel idarelerin çalışmasında da Konya örnek olsun ve bütün Türkiye'ye burada başarılanları gösterelim). Konya çok büyük her tarafına ulaşmak gerçekten çok zor, tabi biz bütün problemleri çözüyoruz ama en önemli sıkıntı hala Ankara. Tabi uzun yıllar elinde bütün yetkileri bulunduran Ankara'nın bir anda hadi ben bütün yetkilerimi devrediyorum demesi aslında teknik olarak da imkânsız. Hükümet kanunları çıkarıyor ama yine de bu bir süreç. Birçok yerde de buna ciddi dirençler var. Ankara'dakiler alışmış, ben bu işi buradan idare ediyorum, yerine göre müdahalemi yaparım, bu işi kendime göre kullanırım, diye düşünüyorlar. Bunlar elindeki yetkiyi bırakmak istemiyorlar. Parayı hiç kimse bırakmak istemiyor. Paranın ve gücün taşraya aktarılmasında bazı sıkıntılar olacak ama özellikle AB müzakere sürecinde bütün bunlar değişecek ve olması gerekene dönecek. Avrupa'daki yapıda Valilerin ve kaymakamların ön planda olduğu bir yapı yok (İngiltere'de Kaymakamlık makamı yok, orada ne yapar bu kaymakam diye soruyorlar) tamamen İl Genel Meclislerinin önde olduğu bir sistem var.
Yetki çok önemlidir, siyaset biliminde şöyle bir deyiş vardır; bazı etkili kurumlar "yetkimizin elimizden alınmasındansa ortadan kalmayı yeğleriz", derler. Onun için bazı yetkilerin devrinde çok zorlanılıyor ve onun için milletvekillerinin bugün yaptığı şey erdemliliktir.

Peki Ankara, para konusunda bütün yetkileri buraya devretmiş durumda mı?

-Bir sürü yetki verildi fakat şimdiye kadar bunların kaynakları tam olarak aktarılmadı. Okulları yapın, sağlık ocaklarını yapın, dendi. İyi güzel yapalım, ya kanun değiştirerek kaynak oluşturma olanağı verilecektir ya da vergi gelirlerinden aktarılan pay artırılacaktır. Bunun çalışmaları yapılıyor. Zannediyorum yılsonu gelmeden vergiden aldığımız pay artırılacak. Şuanda geçiş aşaması ve bizim ekonomik olarak bazı sıkıntılarımız var. Konya'nın dezavantajlarından bir tanesi de yüzölçümünün çok büyük olması. İstanbul'un 450 trilyon geliri var, fakat Konya'ya bunun çok çok altında bir para aktarılıyor. Biz bir de diyoruz ki, bu para aktarımı sadece nüfusa göre yapılmasın, yüz ölçümüne göre de yapılsın, herhalde önümüzdeki günlerde bu değişikliklerde yapılacak ve bizim payımız artacak.

İl genel meclislerimizi nasıl adlandırmalıyız?

-Türkiye üniter bir devlettir. Üniter yapı ülkenin her şeyi ile bölünmez bir bütün olduğunu ifade eder, burada farklılık yoktur. (Bayrağın tekliği, milletin tekliği) Bu gün uygulanan sistem kesinlikle eyalet sistemi değil. Eyalet sistemlerinde eyaletlerin başbakanları veya valileri olur. Bunlar dışişlerinde merkezi siteme bağlıdır içişlerinde ise hürdür.
Yerinden yönetim ikiye ayrılır; bir siyasi (eyalet sistemi), bir de idari (vilayet sistemi). Şuanda Türkiye'de yapılan idari yerinden yönetimdir. Bu konuların saptırılmaması gerekir. Buralarda siyasi konuları bile tartışmıyorsunuz. Hatta siyaseti tartışmak meclisin feshine kadar götürüyor. Art niyetli açıklamalara çok dikkat etmek gerekiyor.
Vatandaş her şeyi devletten bekliyor. Bu böyle gitmez vatandaş kendi kendisini yönetecek ve taşın altına elini koyacak. Türkiye'de olan budur.

Bürokrasi ile aranız nasıl?

-Norm kadro bekliyoruz, bunun yetkisi Ankara'da. Dört aydır bizim kadrolarımız gönderemediler. Ben buraya geldim henüz dairelerimi oluşturamıyorum. Kadro olmadığı için burada görevlendirme de yapamıyorum, çünkü burada insanlar bir beklentiye de giriyor. Ankara'nın biran önce kadromuzu göndermesi gerekir. O kadar kötü bir yapılanmamız var ki. modern sistemde gidip müdürle, şefle muhatap olmazsınız, herkesin çözebileceği bir konu da bana geliyor. Önemli olan vatandaşın işinin kolay yapılması. Asıl olan vatandaş merkezli bir yapının kurulması. Burada örnek bir yapı kuracağız. Biz eski Köy Hizmetleri'nin olduğu yere taşınacağız. Daha sonra da İstanbul yolunda bir arazimiz var "oraya çok güzel bir yapı kuralım ve hiçbir vatandaş orada sıkıntı çekmesin" istiyoruz. Danışmadaki bir görevliyle bütün işleri halledeceğiz.

Son olarak bir fıkra anlatayım; bir gün hayvanat bahçesinden iki tane aslan kaçmış, birisi ormana kaçmış birisi de bir bakanlığa. Ormana kaçan aslanı ikinci gün yakalayıp kafese tıkmışlar. Bakanlığa gideni bir türlü yakalayamamışlar ama ilerleyen zaman içerisinde en sonunda onu da yakalamışlar, onu da getirip kafese tıkmışlar. Aslanlar kendi aralarında muhabbet ediyorlarmış. Birisi ben bir ormana kaçtım ve görevliler aynı gün getirip beni buraya tıktılar, demiş. Öbürü ise ben bir bakanlığa kaçtım, bakan geldi onu yedim, kimsenin haberi olmadı, müsteşarı yedim kimsenin haberi olmadı, genel müdürü yedim, yine kimsenin haberi olmadı. Bir de çaycıyı yedim, yemez komaz olaydım, herkesin haberi oldu ve beni yakaladılar ve yine buraya tıktılar, demiş. İşte sistem böyle bir sistem, bunların hepsi değişiyor ve değişecek, güzel olanda bu.

Muammer Bey çok teşekkür ederim.