Arap atı gibi sallar başını,
Ne söyledim yıktın hilal kaşını,
Kara gözlüm sil gözünün yaşını,
Al, mendili sil gözünün yaşını...
Vermem seni yad ellere çöllere hey , sevdalım hey !
Kaşı gözü kirpikleri sürmeli hey , belalım hey !
Türküsünün gittikçe artan müziği ile gözlerimi açar açmaz telefona uzandım 10 Mart Perşembe 2016 saat 06:25 alarma 5 dakika var o kısa an için sevinip gözlerimi kapatıyorum ...
Arap atı koşmayınan yorulmaz,
Beşli mavzer ile bir genç vurulmaz,
Üç beş altın ile bir yar sevilmez,
Vermem seni yad ellere ellere
Kaşın gözün kirpiklerin sürmeli...
Ses durmadan yükseliyor, uyumama fırsat yok, bu saatte kim bunu açan diye yerimden doğrulduğumda sessizlik... Bir anda fark ediyorum, türkü gözümü açınca duruyor: Yani o müzik dışardan değil içimden geliyor hani bazen bir mısra takılır dilimize bir yerde bilinçsizce dinlediğimiz bir şarkıdan ... Akşama kadar tekrar eder dururuz öyle bir şey işte. O gün de benim dilime takılacak türkü bu galiba diye düşündüm ama ne önceki gün ne de yakın zamanda hiçbir yerde dinlememiştim bu güzel urfa türküsünü.
Aslında çok iyi biliyordum o türkü bir tek kişiyi hatırlatır bana ve sadece ondan dinlemeyi severdim: Ali Osman ağabeyimin 40 yıllık aşkı 36 yıllık eşi Yıldız Yengem !..
Ağabey ve yenge benim anlatacağım gerçek hikaye için ne kadar yetersiz kalan iki kelime... Onlar benim Leyla ile Mecnun'um , Kerem ile Aslı'ım, Ferhat ile Şirin'im...
Aşkı konuşarak, yazarak, söyleyerek değil, sadece yaşayarak öğreten ilk örneğim belki de son. Eviliklerinin ilk yılıydı. Önce sadece abime aşık olduğu için peşinen sevip evlenmeden önce ailenin bir parçası olarak benimsediğim yengemin kayıtsız şartsız aşkı tuhafıma gitti. Çocuk zihnimde bile sorgulama oluşturan davranışları vardı. Bir gün dayanmayıp : "Yenge , ben de abimi çok seviyorum ama ben kardeşiyim kusurlarını görmeye bilirim . Sen hiç hatasını görmüyor musun?" diye sordum. O da gayet rahat : "Görüyorum, ne var bunda Fatoş ?" diye sordu. "Ama kusursuz gibi seviyorsun , öyle davranıyorsun..." dedim. Biraz düşündü. Sonra "Evet haklısın ama kusurları ona çok yakışıyor. Başkasında görsem tahammül edemiyeceğim şeyleri Osman'da seviyorum. Bunu sorduğun iyi oldu , şimdi fark ettim. Ben onun kusurlarını da seviyorum. Kızsam da seviyorum, tartışsam da seviyorum. Sevmenin bir mantığı yok galiba, içten gelen bir şey..." dedi.
On yaşındaydım ve bu benim aşkla ilgili ilk dersim oldu.O yüzden Yıldız Doğan Şeref, kendi sevdiği için, bütün olarak hitap ismi yaptığımız adı soyadı ile :Yıldız Şeref benim kutup yıldızım oldu. Asil bir sessizlikle , takım yıldızlarının en ucunda en mütavazi yerde duran ama kendinden önce aşkını ve eşini çocuklarını düşünen ona göre yaşamını belirlemiş olan büyük bir ışık odağı gibiydi.
Sesi o kadar güzeldi ki küçükken konservatuara yazılmış ama o zaman sadece Ankara'da olan okula Nevşehir'deki ailesinden ayrı kalmaya dayanamdığı için devam etmemişti. Onun tercihleri hep böyle olmuştu. Oradan arkaşdaşları şimdi mesleklerini başarılı bir şekilde devam ettiriyordu. Ama bana göre yengemin eğitime bile ihtiyacı olmayan doğal güzellikte bir sesi vardı. Onun sesinden sevdiğim türkü içimde çalmaya başladığında on gündür yoğun bakımda uyutuluyor her an bizden ayrıldığına dair bir haber alma korkusu yüreğimizi hoplatıyordu. Bu yüzden gün boyu , anlamını bildiğim içimdeki o nağmeyi susuturmaya çalıştım . Fakat haber akşama doğru geldi. Artık "hepimiz Allaha aitiz ve Ona döneceğiz" ayetinden başka tunanağımız , sevdikleri olarak son görevlerimizi en güzel şekilde yapmak dışında amacımız kalmamıştı.
O gece , acımıza inat gibi yengemin mutfağındaki çok sevdiği sardunyaların yarım metreyi geçmiş boyları ile arsızca çiçek açtığını gördüm. Oysa sahipleri kırk gündür hastanedeydi. Abimin eve uğradıkça sulayacağını düşünemedim."Bunlar nasıl olmuş böyle ?" dedim.Annemin dilinden ağıt dizeleri dökülmeye başladı :
Bilirim ki oğlum onu unutmaz !
Sular durur, çiçeğini kurutmaz...
Kolay değil, yengem kayın validesine "bir kere bana sesini yükseltmiş olsaydı da bu kadar yanmasaydım" dediren bir gelindi. Tıpkı sevdiğinin kusurlarını sevdiği gibi bizi de onun ailesi olduğumuz için sevip saymıştı mutlaka. Artık oldukça az rastlanan bir anlayıştan, ilişki şekillerinden söz ediyorum. "Ben Nesli" diye tabir edilen günümüzdeki kuşakların bu tip hikayeleri olmayacak belki.
Yengem 1963 de geldiği dünyadan ardında üç güzel, yetenekli evlat üç de şirin torun bırakarak ayrıldı. Şairin dediği gibi "Her ölüm erken ölümdür".
Biz henüz onun üzüntüsü içindeyken gelen Ankara'daki terör saldırısı haberi... Katledilen onlarca can...Arkalarında yarım kalan kırık hikayeler... Kelimelere dökülemeyecek duygular , acılar... Bir insanın doğması büyümesi yetişmesi kolaymış gibi kirli hesaplarda rakam olarak görülen hayatlar...
Bir insanı öldüren , tüm insanlığı öldümüş gibidir ayetinin ağırlığını katiller anlamadı onlar anlasın diye inmemiştir diye düşünüyorum. Anlaması gereken ve katillere tüm insanlığı öldürmüş muamelesi yapması gereken biziz. Ortadoğu'nun tüm dünyanın bütçesine bedel petrol rezervi etnik ve dini görünümlü tüm çatışmaların temeli. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama bilmiyormuş gibi davranmaya devam ediyoruz.Bunu sürekli hatırlamamızda ve günlük siyasi çekişmelerin dışında düşünerek yol bulmamızda fayda var.
Yoksa ölüm , bilmediğimiz bir şey değil. Bunca sarsıcı olması içinde payımız olmasındandır belki. Bu yüzden bir kez ve bin kez düşünmek , davranmak , tavır almak zorundayız.
Evet, bu dünya yalan ve öldüğümüzde yaptıklarımız yaşadıklarımız da yalan olup gidecek. Hayat tıpkı o telefona bakıp , alarma beş dakika var diye sevinerek gözlerimi kapattığım süre kadar aslında.
Ve yine evet başlıktaki şarkının söylediği gibi : Yıldızlar da kayar durmaz yerinde, solar güzelliğin kalmaz teninde... Belki anlamlı ve kalıcı olan bir çocuğun içinde bir ışık yakmaktır. Her hangi bir konuda ona yön vermek , ışık tutmaktır... Kutup yıldızı olmaktır.
Benim Yıldız'ım , geçen hafta bu gün , sadece fiziki bedeni ile aramızdan ayrıldı. Gönlümde yaktığı ışık hala yerinde duruyor . Başka çocuklara meşale olup, bambaşka ışıklara dönüşüp büyütmek ümidi ile...