Yoksullarla birlikte yaşama ahlakı

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Yoksullukla mücadelenin önemli ayaklarından birisi servet dağılımında sosyal adalet ilkesine uygun hareket etmektir.  İslâm, servet dağılımında adaletsizliğin bütün sosyal hastalıkların temeli olduğu görüşüyle hareket etmiş ve servetin olabildiğince tüm toplum kesimleri arasında hakkaniyet ölçülerine uygun bir şekilde bölüşümünü tavsiye etmiştir. Bir toplumda gelirin % 80’ini % 20’lik bir azınlık paylaşır, gelirin % 20’sini de nüfusun % 80’lik bir çoğunluğu paylaşırsa böyle bir toplumsal yapıda sosyal barış derin yara alır, toplumsal kesimler arasında derin uçurumlar meydana gelir.

 Yaşadığımız dünyanın pek çok yerinde, gelir dağılımı bakımından ülkeler, bölgeler, iller, meslek örgütleri, eğitim kurumları, iş alanları arasında korkunç farklılıklar vardır. Gittikçe gelir dağılımındaki adaletsizlikler artmakta, bu durum gelir düzeyi düşük kişi, ülke, bölge ve eğitim kurumlarının aleyhine işler bir pozisyon izlemektedir.

  İçinde yaşadığımız dünyada toplumsal sorumluluk duygusundan uzak yaşayan, parayı nerede harcayacağını, evini nasıl en lüks hale getireceğini, iştahını sun’î yollarla artırmak için hangi yiyecekleri sofraya taşıyacağının hesabını yapan,  bu hayatı şaşkınca ve sorumsuzca yaşayanlar, ne yazık bazı yoksulları, toplumun huzurunu bozan davranışlara sevk etmektedirler.  Onun için Kur’an-ı Kerim’de Allah’a kullukla, güven ve açlıktan kurtulma arasında bir bağ kurulur: “Kureyş de, kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve onları korkudan emin kılan bu evin (Kabe’nin) Rabbine kulluk etsinler.” (Kureyş, 3-4). Burada Allah’a kulluktan maksat, adalet ve hakkaniyet temelli bir hukuk düzenine bağlanmaktır.

 Gerçekten de her türlü yoksulluğun olduğu bir atmosfer, her türlü kötülüğün boy atması için hazır ve mümbit bir zemindir. Örneğin, bugün büyük bir ekonomik kriz yaşandığı ülkelerde başta hırsızlık olmak üzere,  cinsel tâciz ve kapkaççılık gibi olaylarda artışlar yaşanmaktadır. Hiçbir mazeret, suç işlemeyi meşru gösteremez. Ama vakıa budur.

   Eğer bir toplumun mevcut kaynakları, bütün toplum kesimleri arasında âdil ve hakkaniyet esaslarına göre bölüşümü gerçekleştirilemez de bazı toplumsal gruplar refah içinde yaşayabilecek şekilde pay sahibi kılınırken,  gelir dağılımındaki adaletsizlikten kaynaklanan toplumun diğer kesimleri günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir şekilde yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilirse, böyle bir ortamda yoksulluk, ruhi gelişmenin en büyük düşmanı olur. Bazen de bütün toplumu Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaştırarak ruhi gelişmeyi öldürücü bir materyalizmin kollarına iter. Hz. Peygamber’den gelen şu uyarı, bu tehlikeye dikkatlerimizi çeker: “Fakirlik insanı küfre yaklaştıra yazdı.” Ünlü romancı Wictor Hugo’nun dediği gibi, “aç insan inançlarını yer.” Eğer yoksulluğun ortadan kaldırılmasında üzerimize düşen görevler bihakkın yerine getirilmezse,  bundan sadece yoksullar değil, hepimiz, bütün bir insanlık ailesi zarar görür.  O halde her türlü yokluk ve yoksunluk sorununa karşı ivedilikle istihdamdan hukuki alana varıncaya kadar âcil önlemler alınmalıdır.

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.