Evet, yönetim emanettir; yönetici de emanetçidir. Devlet yöneticisi de emanetçidir. Ona tüm fertleriyle bir millet, tüm imkanlarıyla bir devlet emanet edilmiştir.
Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz buyuran Peygamberimiz, hepimizi büyük düşünmeye, büyük hedefler için çalışmaya ve her halükarda sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmeye yönlendirmiştir.
Yüce Allah, her yöneticiye, neyi nasıl yönettiğinden mutlaka soracaktır buyuran da Allah’ın Rasülüdür.
Aslında yönetici, bu dünyada da sorumludur, ahrette de. Çoğu zaman kendisine, bu dünyada hesap soranlar çıkar; ama ahretteki sorgulanmadan kaçış yoktur.
Yönetici olmak, sorumluluk altına girmektir. Elbette sorumluluklarının gereğini yerine getiren yönetici, bunun mükafatını dünyada da alır, Ahrette de alacaktır. Sorumluluklarını yerine getir(e)meyen yöneticiler ise, bunun ceremesini dünyada da çekerler, Ahrette de çekecekler.
Bu gerçekleri, son günlerde İslam Coğrafyasında yaşanan baş döndürücü gelişmeler sebebiyle bir kez daha hatırlama ve hatırlatma ihtiyacı duyduk.
Yönetici olarak size bir millet ve bir devlet sunulmuş; siz hak ederek yahut zor kullanarak bu sorumluluğun altına kendi iradenizle girmişsiniz. Halkınız size güvenmiş, yıllarca size imkan ve fırsatlar tanımış. 20-30 yıl koltuğunuzda oturmuş, bütün imkanlardan faydalanmışsınız. Ama gelinen noktada halkınıza layığıyla hizmet etmemişsiniz, kendinizi onlar sevdirmemişsiniz, bir güven verememişsiniz. Üstelik halkınıza zulmetmiş, haksızlık yapmış, onların imkanlarını başkalarına peşkeş çekmiş, onlardan gasp ettiklerinizle dudak uçuklatan servetler biriktirmiş, haksızlığa itiraz edenleri acımasızca susturmuşsunuz. Halkınız fakr u zaruret içerisinde yüzerken siz, biriktirdiklerinizle zevk u sefa sürmüşsünüz, Topladığınız paraları, kendi ülkenizin bankalarına bile güvenmeyip yabancı bankalara yatırarak onlar peşkeş çekmişsiniz. Ne halkınızı razı ve hoşnut edebilmişsiniz, ne Hâlikınızı!
Halbuki sizler için tarihte son derece güzel örnekler de vardı. Adalet ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde hükmeden Davud ve Süleyman olsaydınız… Zalimlerle savaşan Tâlut olsaynız… Ülkesini adaletle yöneten Belkıs olsaydınız… Ekonomiyi en güzel şekilde yöneten Yusuf olsaydınız… İki yıllık yönetimi ile yönetimde herkese örnek Ebubekir olsaydınız… On yıllık yönetiminde uyguladığı adaletle dillere destan olan Ömer olsaydınız… Zor zamanda üstlendiği iki buçuk yıllık hılafeti ile beşinci halife olmayı hak etmiş Ömer b. Abdülaziz olsaydınız… Ve daha nice tarihî kahramanlardan birini örnek alıp onlar gibi olabilirdiniz. Ama olmadınız!
Kârunların akıbetinden ders almadan Karunlaştınız. Nemrut ve Firavunlardan ibret almadan nemrutlaşıp firavunlaştınız! Siz halkla ve Hâlikla savaşmayı yeğleyen Tiran oldunuz, Calût oldunuz, Ebu Cehil oldunuz, Ebu Leheb oldunuz…
Sonuçta öfke barajları, oluşturduğunuz sedleri yıktı. Taşkının altında kaldınız, kendinize de ettiniz, halkınıza da. Dünyanızı da berbat ettiniz, ahretinizi de. Dünyadan yıkılıp gitseniz de asıl yıkımlar ahrette sizi beklemektedir!
Rabbinizin şu uyarılarını hiç mi duymadınız, hiç mi gönül kulağıyla onları dinlemediniz?
Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz/onları yönetici tayin ederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. Nuh'tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir. (17/16-17)
Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık. (6/6)
İşte şu ülkeler; zulmettikleri zaman onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de belli bir zaman tayin etmiştik. (18/59)
Onlardan önce de, eşya ve görünüş bakımından daha güzel olan nice nesiller helâk ettik. (19/ Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.4)
Nitekim, birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır. (22/45)
Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi. (29/39)
Biz bunlardan daha zorba olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilerde örneği geçmiştir. (43/8)
Zulmedenler, nasıl bir devrimle sarsılıp devrileceklerini yakında bileceklerdir. (26/117)
Ve ey diğer zâlimler! İbret almaz mısınız? İbret almak, öncekilerin yaptığı aynı hataları yapmamak ve aynı akıbetlerle karşılamamak demektir. Unutmayınız ki zulüm ile âbâd olunmaz. Zulüm ile âbâd olmak isteyenin sonu berbâd olur!